Türkiye siyasî tarihinde demokratik yöntem ve araçlarla hükümet
olmuş iktidarların kimi zorbalıklarla ıskatına verilecek örnekler
arasında yer alacak vak’alardan birisi de eminim ki ‘Gezi Olayları’
diye anılacaktır.
Peki, Mayıs’ın sonunda aynı anda farklı illerde başlayarak
bugüne kadar da çeşitli bahanelerle devam ettirilen bu olayların
gerçek sebebi-hedefi ne olabilir?
Bu türden hadiselerin gerçek fail veya failleri kimlerdir?
Figüranlık yapmak üzere hangi kesimler sahneye sürülüyor?
Kurgu kime aittir?
Varılmak istenen hedef nedir?
Benzeri birçok sorunun baştan itibaren zihnimizi meşgul ettiğini
hatırlayalım. Aradan geçen dört aylık sürede olan-bitenlerden o
sorulara cevap niteliğinde yeterince veriye ulaştığımız
kanaatindeyim.
Olan-bitenleri ana hatlarıyla gözden geçirdiğimizde ise,
GEREKÇE’nin GERÇEK ile hiç de çakışmadığı gölürmektedir.
Tahlillerimize basit bir-iki soru ile başlayacak olursak:
Daha önce İstanbul’da bir parkla ilgili yerel yönetimlerin
-doğru veya yanlış -yaptıkları herhangi bir idarî tasarrufa yurdun
hatta dünyanın dört bir yanında aynı anda örgütlü tepkilerin vukuu
bulduğunu hatırlayanınız var mı? Diyelim ki, ülkemiz gençliğinde
daha önce olmadığı kadar bir çevre bilinci veya duyarlılığı gelişti
de onlar da sosyal medya üzerinden kısa sürede yurt sathında
organize oluverdiler, olamaz mı?
Peki, birincil amaçları çevreyi korumak olan ve bir geminin bir
boğazdan geçişinde bile dünya çapında çeşitli eylemler yapan
Greenpeace (Yeşil Barış) üyelerine ne oldu? Uluslararası Af
Örgütü’nün tüm dünyayı harekete geçirmek istediği bu kadar önemli
(!) bir çevre hadisesi için Yeşil Barış Örgütü acaba neden
eylemsizliği tercih etmiş olabilir? Yoksa çevre suçlarına karşı
bilimsel verilerle kampanyalar yürüten ve üç milyona yakın üyesiyle
şiddetsizliği temel ilke edinmiş bu örgüt görevini artık şiddeti
kendilerine din edinmiş radikal sol örgütlerin yönettiği veya
yönlendirdiği bir yapıya devretti de haberimiz mi olmadı?
Öteden beri, hoşgörünün ve farklılıkların birlikte yaşama
tecrübesine model olarak gösterilen Hatay ilimizin birden bire
menfur bir saldırı ve katliam ile başlayan bir çatışma sürecinin
odağı kılınmaya çalışılması bir tesadüf olabilir mi?
Peki, son dört aydır devam eden olayların özellikle alevi
vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları yerlerde cereyan etmesi
ve dolayısıyla bu eylemlerde ölen/öldürülen gençlerin aynı sekten
oluşuna ne dersiniz? Daha önceki çevreci eylemlerde böyle bir
istatistik veya fotoğraf hatırlayanınız var mı?
Evet, başından beri bu olayların temel kurgusu belliydi ve
Suriye ile doğrudan bağlantılı olduğu açıktı. Kanaatin Suriye
gündemine bağlı olarak bu olaylar da sıcaklığını koruyacaktır.
Çünkü birilerinin 5-6 asır önce bu topraklarda yaşanmış
Akkoyunlu-Karakoyunlu hikâyesini tekrarlamak istediği çok açık.
Sözün özü Esed Türkiye’yi Suriye’ye dönüştürmek istiyor. Bunun için
de alevî-vatandaşlarımız üzerinden hesaplar yapıyor. Bu gerçek
tıpkı dağın üstündeki şehir gibi her taraftan açıkça
görülmektedir.
İşin en vahim kısmı ise, CHP’nin daha önce Çorum, Maraş, Madımak
ve Başbağlar katliamları ile sahneye sürülen bu kahpe ve o oranda
kirli ve sinsi plan karşısındaki tavrı olsa gerek. Burada
alevî-sunnî her sağduyulu vatandaş gibi benim de merak ettiğim ve
tartışılması gerektiğini inandığım konu kendilerini Esed’e götüren
REHBER’in Hatay Patlaması ile ilgisinden tutun da Gezi-ODTÜ
bahanesiyle yapılan SOKAK eylemlerindeki katkılarına, oradan da
Ankara’daki son saldırıya değin bir dizi eylem üzerinden inşa
edilen CHP algısıdır. Çünkü hepimizi taşıyan bu geminin varoluşuna
karşı icraya çalışılan bir ihanet planı bu kadar açığa çıkmış iken,
CHP’nin hangi stratejik değerlendirmeler yaptığını/yapacağını
doğrusu merak ediyorum.