Çocukluğundan beri sarp kayalıklara tırmanma
özlemiyle yanıp durmuştu. Aslında bu işten son derece korkuyordu,
ama sonunda korkusunu yendi ve bir dağcı grubuna katıldı.
Kendisi gibi
genç kızlardan oluşan bu gruba gerekli eğitim verildikten
sonra, dimdik bir kayanın zirvesine ulaşmak için tırmanmaya
başladılar.
Genç kız, zorlu bir
tırmanışın ardından bir çıkıntıda soluklanmak için durdu. O
aradayken, yukarıdaki arkadaşının yanlışlıkla elinden
kaçırdığı halat genç kızın yüzüne çarptı ve
gözündeki lensi yere düşürdü.
Bir kaya oyuğunda, altında
yüzlerce metre, üstünde yüzlerce metre, belki bulabilirim ümidiyle
lensi aramaya koyuldu. İçini yavaş yavaş kaygı ve
tedirginlik kaplamaya başlamıştı. Kendisini hep güvende hissettiği
evinden yüzlerce kilometre uzaktaydı.
En küçük ihtiyacında
imdadına koşan anne-babası da yoktu yanında.
Ve etrafındaki her şey artık
bulanık görünüyordu. Üstelik lens satın alabileceği bir yer de
yoktu yakınlarda.
Bir taraftan
bunları düşünerek, bir taraftan da gözlerine dolan yaşları
silerek lensini aradı. Ama bulamadı.
İçinde birden bir ümit
doğdu. Lens belki de hâlâ gözündeydi, gözbebeklerinin üstünden
kayıp gözünün başka bir yerine gitmiş olabilirdi. Can havliyle
zirveye doğru tırmanmaya başladı. Bulanık gördüğünden daha çok el
yordamıyla yolunu bulmaya çalışıyordu.
Tepeye vardığında bir
arkadaşı gözüne baktı. Ne yazık ki lens orada da değildi. Kız,
yanındakilerle birlikte yere oturdu ve diğerlerinin gelmesini
bekledi.
Çaresizlik içinde önünde
uzanan sıradağlara baktı.
Sonunda aşağıya inme vakti
geldi. Tam son kayadan aşağı doğru iniyorlardı ki, aşağıda
yeni bir dağcı grubunun yukarıya doğru tırmanmaya
hazırlandığını gördüler. Gruptan bir kişi onlara doğru
seslendi:
“Arkadaşlar, aranızdan lens
kaybeden oldu mu?”
Bulunan lens onun
lensiydi!
Hikâyenin asıl ilginç
tarafı, lensin nasıl bulunduğuydu. Onlara müjdeyi veren genç, bir
karıncanın lensi bir kayanın üzerinde ağır ağır taşıdığını fark
etmişti.
Lensi kaybedip bulan
genç kızın babası bir karikatüristti. Kızı kendisine
bu hayret verici hikâyeyi anlatınca, baba sırtında lens taşıyan bir
karıncanın resmini çizdi.
Resimde karınca şöyle
diyordu:
“Tanrım, bu şeyi kimin için
taşımamı istediğini bilmiyorum. Yiyebileceğim bir şey olmadığı
gibi, çok da ağır. Ama madem istorsun, bu şeyi Senin için
taşıyacağım.”
Göktaşında bir seyri
âlem
Bir an için arkanıza
yaslanın ve kendinizi bir göktaşı taşının üzerinde dünyayı
seyrediyor olarak hayal edin.
Ve dünyaya doğru
yaklaştığınızı düşünün.
Doğduğunuz andan, şu an
bulunduğunuz ana ve mekâna kadar olan hayatınızın akışını, bir film
gibi izlemeye başlayın.
Nerede ve ne zaman
doğdunuz?
Annenizi, babanızı ve
ailenizi ilk fark ettiğiniz zamanlar…
İlk çocukluk yıllarınız…
İlkokula başladığınız o ilk
gün; o heyecan, belki endişe…
İlkokul yılarınız,
arkadaşlarınız, arkadaşlıklarınız…
Sonra ortaokul
yılları ve lise zamanlarınız.
İlk gençlik ve ergenlik
yıllarının tozpembe dönemleri…
Sınavlar, sınavlar,
sınavlar…
Hiç
bitmeyecekmiş gibi gelen sınavlar…
Ve bazılarınız için
üniversiteye başladığınız ilk gün.
Belki büyük bir mutluluk ve
heyecan…
Belki de hayal
kırıklığı ile gelen buruk bir mutluluk.
Ve bekli de bazılarınız
için, mezun olduğunuz o mutlu gün…
Bazılarınız için, işe ilk
başladığınız gün ve o gününün heyecan ve telaşı ve ilk maaşınızı
aldığınızdaki mutluğunuz….
Ve bugüne, bu
yazıyı okuduğunuz bu ana, bu bilgisayarın başındaki kendinize
yaklaşsın o göktaşındaki bilge kendiniz.
Ve eğilip kulağınıza şunu
fısıldasın:
Hayattaki yaşama
amacın ………..