1948’den bu yana Ortadoğu’da cereyan eden olayları inceleyen
herkes eminim şu soruları soramadan edemez:
‘Kendi sivil, silahsız, masum halkına karşı bu kadar
aslan kesilen çoğu Ortadoğu orduları acaba haricî düşmana karşı
neden tilki kesiliverirler?’ ‘Kendi halklarıyla yıllarca amansız ve
apansız savaşan bu ordular, nasıl oluyor da dış düşmana karşı bir
hafta hatta bir gün bile mukavemet edemezler?’ ‘Halkının
ekmeğinden, sağlığından, eğitiminden esirgeyerek biriktirdikleri en
vahşi, en barbar silahları dahi kendi milletine karşı tereddüt
etmeden kullanan bu ordular neden her ağızlarını açtıklarında ‘Bir
günde yok ederiz’ diye tehditler savurdukları İsrail’e tek
bir fiske dahi vuramadılar?
Üç yıla yakın bir zamandır kendi ülkesini yakıp yıkan, halkına
tarihinde hiç olmadığı kadar acılar çektiren Esed’in ordusuna bir
bakın ki, tarihinde dış’a karşı tek bir kahramanlık örneği
göstermiş midir? Mesela İsrail’in kesin zaferi ile sonuçlanmış 67
Arap-İsrail Savaşı’nı inceleyin. Bir diğer ismi ‘Altı Gün
Savaşı’ olan o çatışmada diğer Arap ülkelerinin umut
bağladığı Suriye ile Mısır’ın haşmetli (!) ordularına bir bakın
Allah aşkına! Aynı anda iki koldan başlatacakları bir harekât ile
İsrail’i yok etmeyi vaat ettikleri bu savaşta Suriye, İsrail eski
savunma bakanlarından Moşe Dayan’ın ifadesi ile ‘savaşın dördüncü
gününde İsrail’i tehdit bile edemedi’. Nitekim halen işgal altında
bulunan Golan Tepeleri’ni o savaşta kaptırmıştı.
Oysa dönemin Mısır hariciye vekili, yani dışişleri bakanı olan
baba Hafız Esed Mayıs 1967’de tıpkı oğlunun bugün yaptığı gibi
şöyle kükremişti:
‘Bizim kuvvetlerimiz (…) ayrıca özgürlük hareketimizi
başlatmak ve Arap yurdundaki Siyonist varlığı da tamamen yok etmek
için hazırdır’.
Demek ki kişinin soy isminin ‘Esed’ olması onu hakikatte ‘aslan’
yapmıyormuş. Malumunuz ‘esed’ Arapçada
‘aslan’ demektir.
Dönemin Arap dünyasının liderlik payesine sahip Mısır’ın darbeci
anlı-şanlı (!) ordusu ise, tüm hava savunma sistemini ilk birkaç
dakikada kaybetmiş, tek kurşun at(a)madan ‘teslim oldum’ dercesine
savaştan çekildiğini ilan etmişti. Keza İran’a karşı yıllarca
savaşan, öz be öz halkını kimyasal silahlarla katleden, Kuveyt’i
bir gecede işgal eden Irak’ın aslanları (!) da tıpkı akran ve
yaranları gibi topraklarını işgale gelen harici düşmanı görünce
hemen tilkileşmiş, tek kurşun atmadan teslim ve terhis olmuştu.
Belli ki, bu orduların temel varoluş amacı kendi ülkelerini,
ülkelerinin menfaatlerini haricî düşmana karşı korumak değil,
aksine ülkelerine düşman olanların hak ve menfaatlerini korumak
amacıyla kendi halklarını demir yumruklarla kontrol altında
tutmakmış. Son birkaç yıldır Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da,
Cezayir’de, Tunus’ta, Libya’da cereyan eden olayların açıkça ortaya
koyduğu en açık realite bundan başkası olamaz.
Ortadoğu ordularının yapılarını, eğitim sistemlerini, sahip
oldukları levazımatı inceleyin göreceksiniz ki, bunlar düşmanla
savaşmak için değil sivil-silahsız-masum halklarına karşı
konuşlandırılmış ordulardır. Bundan dolayıdır ki,
‘dışa’ karşı tek yetenekleri TİLKİLİK yapıp TESLİM
olmak olan bu orduların başarılı oldukları tek şey
‘içeride’ ‘ASLANLAR’ gibi kükreyip DARBE ve
KATLİAM yapmaktır.