Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Hayatımızı avuçlarının içine alıp, suyu çıkıncaya kadar sıkan
zalimlerle çarpışa çarpışa geldik bugünlere…
Allah, o kahır günlerini bu ülkeye bir daha göstermesin.
“Bin yıl sürecek” dedikleri bir 28 Şubat yaşadık.
Şimdilerde, “Hırsızlık var, yolsuzluk var”
diyenler binlerce insanın hayatını gündüz gözüyle çalıp götürdü. O
devrin öğrencileri sırf başları örtülü diye okullara alınmadı.
“Eğitim hayatımızı elimizden almayın” diyenler
okul önlerinde başörtülerinden tutulup yerlerde sürüklendi.
Vatani görevini yaparken şehit düşen oğlunun şehadet beratını almak
için geldiği askeriye kapısında, vebalı muamelesi görerek kovulan
anneler tanıdım. İki dağ arasında terör örgütüyle çatışırken,
eşinin başı kapalı olduğu gerekçesiyle TSK’dan ihraç edilen
kahramanlar tanıdım.
Merhum babamı yolda durdurup, “Amca bu kadar uzun sakal
bitlenir” diye aşağılayan polisler tanıdım. Annemi, acı
içinde inleyerek geldiği Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde çarşaflı
olduğu gerekçesiyle geri gönderen hastane personelleri tanıdım.
Onun için nefret ederim Haydarpaşa Numune Hastanesi isminden…
Sadece 28 Şubat değildi sıkıntımız.
Ülkenin elit kesimi hariç, diğer kesimleri tahmin edilemez acılar
yaşadı. Göztepe SSK Hastanesi’nin koridorlarında, saatlerce
beklediği kuyrukta dayanamayıp can veren yaralı ya da ameliyatlı
hastalar gördüm. Fotoğrafları hala arşivimde durur o
insanların…
Bakın, size hiç unutamayacağım acı bir anımı anlatayım.
Ablamın kocası gırtlak kanseri olmuştu. Hastalık ortaya çıktıktan
iki yıl sonra boğazına suni yemek borusu takıldı. Öyle yarım
yamalak bir ameliyat ki adam yemek yediğinde lokmalar soluk
borusuna kaçıyor düşünün artık!
Bir gece soluk borusuna yine yemek kaçtı. Zar zor nefes aldığı için
suratı patlıcan gibi olmuş, boğuldu boğulacak. Aldık, apar topar
Numune Hastanesi’ne götürdük.
Ne yaptılar biliyor musunuz?
“Şu anda bir şey yapamayız” diyerek 6 ay sonrasına
randevu yazdılar. Eve döndük çaresiz. Ablam, bildiğiniz elektrik
süpürgesiyle boğazındaki ekmeği çekip çıkardı!
Onlarca defa böyle hastaneye gidildi. Her seferinde, “Aşırı
sıra var” denilerek aylar sonraya randevu yazıldı. Eniştem
tedavi göremeden acı içinde hayata veda etti. Ölümünden 3 yıl
sonra, “Randevu gününüz gelmiştir, buyurun gelin sizi
tedavi edelim” dendi.
Neler neler…
Şu koca kentte sular akmazdı. Tıpkı şimdi İzmir’de bir gün akıp, üç
gün akmadığı gibi bir dönem yaşıyorduk. Hepimiz günün bir vakti
elimize kovaları, leğenleri alıp, mahalle aralarında dolaşan
belediye tankerlerinin ardından su almak için koştururduk.
Öyle bir su ki köpekler içmez!
Ama biz içerdik. O suyu alabilmek için birbirine saldıran ve dahi
cinayet işleyip hapse düşen insanlar gördüm. Şu şehrin orta
yerinde, belediye tarafından toplanan çöplerin, volkanik dağ gibi
patladığını ve 27 insanın o çöplerin altında öldüğünü gördüm.
Bunlardan 12 tanesinin cesedine hiç ulaşılamadı.
Çünkü eriyip yok oldular!
Maskeyle dolaşırdık bu şehirde birader! Hani arabaların egzozundan
çıkan o duman, o zehirli koku var ya. İstanbul’un havası böyleydi.
Bilim insanları, “İstanbul’un havası insan hayatına mal
olacak seviyeye geldi” diye açıklamalar yapardı.
Sadece bu koku değil…
Çöpleri toplanmazdı bu şehrin. Şu an gelip geçtiğimiz yollarda
çöplerden barikatlar oluşurdu. Gazeteler, “Toplayın şu
pisliği” diye manşet atar, belediyeler ise,
“Toplayacak insan ve iş gücümüz yok” derdi.
Şimdilerde dövizin yükselişinden bahsedenler bilmez.
Doların bir gecede 700 liradan bin 500 liraya çıktığı günleri
yaşadık. Şimdilerin faizden şikâyet edenleri de bilmez. Faizlerin
bir gecede 7 bin 500’lere fırladığı zamanları gördük.
Devrin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, devrin Başbakanı’na
Anayasa kitapçığı fırlattı diye doların fırladığı, borsanın
battığı, hazineden yarım saat içinden 5 milyar doların 5 dakika
içinde çalındığını gördük.
Dönemin bankalarının hortumlandığı, milletin sırtına 70 milyar
dolarlık borcun bırakıldığı zamanları gördük. “Kriz
var” diyenlerin, kriz anında devlete eski parayla 370
katrilyon para taktığını gördük.
Bu ülke polisine silah alamaz bir duruma geldi biliyor musunuz?
İstanbul’da binlerce polisin “Silahlarımız eski ve
çalışmıyor, tutukluk yapıyor. Meslektaşlarımız, silahları çatışma
anında tutukluk yaptığı için şehit oluyor. Bize yeni silah
verin” diyerek isyan ettiği, sokağa çıkıp yürüyüşe geçtiği
zamanları gördük.
Devletin memura maaş ödeyemediği, depremzedeler için topladığı
paraları memura maaş olarak ödediği, IMF’nin para vermediği günleri
gördük. Konya’dan küçük olan Lüksemburg gibi bir ülkenin bize 750
bin dolar bağışta bulunduğu günleri gördük.
Anlat anlat bitmez...
Sonra…
Sonra günün birinde bir adam çıktı ortaya.
Önce İstanbul’u dönüştürüp bir dünya markası haline getirdi, sonra
Türkiye’yi. Polisine silah almaya kudreti olmayan devleti, sivil
savunmada şaha kaldırdı. İnsanlara ölümünden sonra randevu veren
hastaneleri 5 yıldızlı otel konforuna ulaştırdı. 80’er kişinin
eğitim görmeye çalıştığı ahırdan bozma okulları gerçek bir eğitim
yuvasına döndürdü.
Devletin eskiden adeta haraç keser gibi memurdan ve işçiden kestiği
KEY ödemeleri vardı hatırlar mısınız? Bilmem kaç katrilyon paraydı
bu para. Göreve geldiğinde devletin üzerine konduğu o paraları
sahiplerine iade etti.
Öğrencilere, eskiden parayla alınan ve velilerin belini büken okul
kitaplarını ücretsiz yaptı. İmkânı olmayan öğrencilere burs yardımı
yağdırdı. Yetime, öksüze, engelliye, dula maaş bağlattı.
Eskiden sadece elit kesimin bindiği havayolunu milletin yolu yaptı.
Türkiye’nin dört bir yanını demir ağlarla, hızlı trenlerle donattı.
Eskiden her gün yüzlerce kişinin parçalanarak can verdiği
karayollarını uçak pistine döndürdü.
İhtişamıyla büyüleyen köprüsünden tüneline, havaalanından sosyal
tesislerine varıncaya kadar her şeyi ama her şeyi yaptı.
Ama olmadı mı olmuyor işte birader…
Denizin altından tren yürütsen olmuyor, yerin bilmem kaç kilometre
dibinden araba sürdürsen olmuyor!
Bir zaman geliyor ki insanlar, “Ben bunlara doydum, bir
değişiklik istiyorum” diyor.
Öyle bir değişiklik ki…
Yukarıda saydığım ölümlerin, zulümlerin ya da sefaletlerin
tamamında baş aktör olan geçmişin sabıkalı partisine oy vereceğini
söylüyor. “Geçmiş geçmişte kaldı, biz geriye bakamayız,
yarınlara bakarız” diyor.
Oysa bugüne baksa…
İzmir’de akmayan suya ve mide bulandıran tiksindirici havaya baksa…
İstanbul Avcılar’da aylarca toplanmayan çöplere baksa. Bilmem kaç
aydır maaş ödemeyen Şişli başta olmak üzere CHP’li belediyelere
baksa…
Darbecilere şakşakçılık, terör örgütlerine yataklık yapan partiye
baksa…
Sela okunan camileri basanlara, “İmam ağzımın içine ezan
okuyor” diyerek ezanı necasete benzetenlere baksa…
Başörtülü hanımların kafasını, “Bebek bezi bağlanmış boklu
popoya” benzeterek hakaret edenlere ve yolda kıstırdığı
tesettürlü hanımlara saldırıp küfredenlere şöyle bir dönüp
baksa…
Aslında geçmişin geçmişte kalmadığını, belediyeyi teslim etmek
istediği partinin zihniyetinde milim oynama olmadığını görecek.
Ama görmüyor ya da görmek istemiyor.
Ben, bir zamanlar değişim isteyen insanlar gördüm. Onlara,
“Özal giderse demokrasi gelecek” dediler.
Özal gitti.
Daha doğrusu ortadan kaldırdılar.
Mesut Yılmaz’a ve sonrasında Tansu Çiller’e teslim ettikleri ülke
ekonomik olarak 5 kere dibe vurdu.
Sonra bir Erbakan geldi…
“Şeriat geliyor” diyerek 28 Şubat’ın fitilini
ateşlediler. “Erbakan giderse bahar gelecek”
dediler, ülkeyi Ecevit’in koalisyonlarına teslim ettiler.
Yukarıda tek tek saydığım can yakıcı olaylar yaşandı.
Şimdi ise “Erdoğan giderse her şey çok güzel
olacak” diyorlar.
Erdoğan’ın bir belediye ile bu yola çıkıp bütün ülkeyi fethettiğini
biliyorlar. İstanbul düşerse Erdoğan’ın ayağını
kaydırabileceklerine inanmış bir halde geliyorlar.
Ülkenin genç nesilleri her giden liderin ardından bin acı
çekti.
Şimdi sırada yeni genç nesil var.
İnternethaber'in yazarlarını Youtube sayfasından abone olarak aynı zamanda dinleyebilirsiniz;