Ezber şu:
-Asker sınır ötesini istiyor, hükümet ayak sürüyor.
Ezber bozan bilgiler ise şunlar:
-Genelkurmay başkanı Büyükanıt, hükümet ile asker
arasında görüş farklılıkları bulunduğu yolundaki
değerlendirmeylerin gerçekle ilgisi bulunmadığını açıkladı.
Büyükanıt, her şeyi hükümetle birlikte kararlaştırdıklarını ifade
etti.
Ezber şu:
-Hükümet her işi Amerika'nın tavrına bağladı. Başbakan
Erdoğan'ın Bush'la görüşmesine kadar sınır ötesi harekat diye bir
şey yapacağı yok. Bu hükümet, Amerika'dan habersiz adım bile
atamaz.
Ezber bozan bilgi şu:
-Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Başbakan Erdoğan'ın
Başkan Bush'la görüşmesinin çok önemli olduğunu, onun için sınır
ötesi harekat için 5 kasım sonrasının beklenmesi gerektiğini
söyledi. Buna karşılık Başbakan Erdoğan, Büyükanıt'ın sözlerini
hatırlatan basın mensuplarına 5 kasımın beklenmesi diye bir şeyin
söz konusu olmadığını, sürecin dikkatle takip edildiğini ve her an
her şeyin olabileceğini söyledi.
Ezber şu:
-Openasyonla ilgili haberlere kısıtlamayı doğru
bilgilerin öğrenilmesini istemeyen hükümet koydu.
Ezber bozan bilgi ise şu:
-Hükümet ambargoyu askerin isteği üzerine koydu çünkü
yapılan değerlendirmeler, askeri sorgular mahiyet kazanmaya
başlamıştı.
Bu bilgilere, Başbakan Erdoğan'ın Genelkurmay
Başkanı'na, üç -dört ay komando eğitimi alan ve araziyi yeterince
bilmeyen askerlerin terörle mücadelede kullanılmasının doğru
olmadığı yolundaki uyarısı ve ondan sonra bölgeye özel timlerin
sevki konusu da ilave edilebilir.
Ne çıkıyor bütün bunlardan?
Ülke güvenliği söz konusu olduğunda askerci veya
sivilci konuşlanmanın çok sağlıklı olmadığı, böyle durumlarda
siyasi hesaplaşmanın kimseye, hele ülkeye hiç yarar getirmeyeceği
sonucu çıkıyor.
Kahramanlığı birisine, hesabı – kitabı düşünmeyi
ötekine verip, hesabı kitabı düşüneni korkaklıkla, satılmışlıkla
suçlamanın insafla bağdaşmayacağı da ortaya çıkıyor.
Bir askerin ölme riskini önemseyen komutanı da,
siyasetçiyi de korkaklıkla suçlamak meziyet değildir.
Çünkü canını herkesten önce asker veriyor, ve canlardan
koparak gidiyor.
Diplomasi yürütmek de ayak sürümek değil.
Asker deyince sadece savaşan adamı anlamak da doğru
değil.
Belki en iyi asker bilir diplomasinin
zaruretini...
Çünkü can pazarında en çok o var, onun komuta ettiği
insanlar var ki, normalde komutanla sade bir er de, cephede belki
de bir baba – oğuldan yakın olur birbirine...
Ayrıca, yaşanan ortamda sırf heyecan dopingi yapmak ve
sükunet çağrılarını küçümsemek de akıl karı değildir.
“Türkiye'nin en çok birlik ve beraberliğe
muhtaç olduğu bir zamanda” şeklinde çok kullanılan ve
aşındırılan bir söylem var. Ama bu söz, Türkiye için hiç bugünkü
kadar gerekli olmamıştır dense yanlış olmaz.
Toplumsal barış çağrısı yapmak neredeyse suç haline
geldi.
Ama toplumsal barışın kanadığı bir yerde, savaşarak,
çocuklarınızın canını vererek kazandığınız zaferin bile anlamı
kalmayabilir. “Ameliyat başarılı oldu ama hastayı
kaybettik” demek abesle iştigaldir. Terörün amacı içerde
bir “etnik bilinç oluşturmak ve toplumsal bölünmeyi
derinleştirmek” ise yapılan gösterilerin, hamasi
yayınların böyle bir bilinç oluşumuna katkıda bulunması, doğrudan
doğruya terör örgütüne hizmet niteliğine dönüşebilir.
Her türlü düşmanlığın bir riski olur. Riskler toplum
olarak göğüslenebilir olmalıdır. Şu hadisede düşmanlıkların daha
aklı selim içinde ifadelendirilmesi gerekir. Yoksa riskini toplum
olarak ödememiz imkansız hale gelebilir ve terör örgütünün
tasarladığından çok daha büyük yara alabiliriz.
Zaman zaman yağmalamaya kadar varan çılgınlıklar asla
kahramanlık değildir.
Bu toplum içinde birilerini hedef göstermek de
kahramanlıkla değil, çapulculukla sonuçlanıyor ve ülke imajında
büyük yaralar açıyor.
Her kesimden insanın Çorum, Kahramanmaraş, Sivas
olaylarını ya da 6-7 Eylül hadiselerini hatırlaması boşuna
değildir.
Bu yazı ancak “Aman dikkat, aman aklı selim” diye
bitirilebilir.