Görünen odur ki, 15 Mart 2011’den bu yana vicdanında zerre kadar
dirilik kalmış her insanı insanlığından utandıran Suriye
manzaraları karşısında üç maymunları rol edinmiş güçler Esed’i üç
ayaklı sehpaya çıkarma kararını verdiler. Gerekçeleri Esed’in masum
sivilleri katletmesi değildir elbet. Yaftasındaki suç hanesine de
muhtemelen ‘Kimyasal silah kullanmak’ diye yazacaklardır. Peki
hakikatte iş öyle midir? Şahsen inanmıyorum.
Çünkü, tüm dünya insanlığının ‘zihnini yönlendirme’ -ki siz buna
‘kandırma’ veya ‘aldatma’ da diyebilirsiniz- sanatındaki
maharetleri nedeniyle ‘birilerinin’ bize aynı filmi izlettirdikleri
kanaatindeyim. Hani, ‘Belki de farklıdır’ deyip merakımızdan
zamanımızı boşa harcar, sonunda da ‘Tüh be! Aynı senaryoymuş’ diye
hayıflandığımız olur ya! Önceden bir ‘kırmızı çizgi’ dillendirilir,
mesela ‘kimyasal silah’ gibi. Sonra bir senaryo hazırlanır, dünyaya
arz edilir, akabinde de ‘o çizgiler aşıldı’ diye vaveyla kopartılır
ve sonra olacaklar olur veya yapılacaklar yapılır, sonunda sahne
kapatılır. Tıpkı daha dün Irak’ta icra edildiği gibi. Elde hazır
bekletilen bu senaryonun sadece icra tarihleri farklı olur ki,
‘aldatma’ işi ustaca olsun veya bazen bir taşla iki kuş
vurulabilsin diye. Ama ne hikmetse insanoğlu ‘Bir daha asla!’
dediği bu numarayı her defasında yine de yutmuştur. Belli ki biz
insanların ‘kolayca’ edilgenleştirilen bir tarafı da vardır.
İnsanoğlunu anlamanın gerçekten güç bir tarafı vardır. Mesela
tüm kutsal metinler ‘öldürmeyeceksin!’ derken, insanlar adeta
‘öldürebilirsin’ ama ‘vahşice’ olmalı diyor. Ağır silahlarla
taramak, doğramak, delik deşik etmek, devasa ağır kütleleri başına
yıkmak vs. Oysa şahsen ‘kimyasal ile öldürülmeyi’ diğerlerine
tercih ederim, çünkü ikincisi daha insanca (!) geliyor bana. Böyle
değil de ‘kimyasal silahlarla sivil ölümler de yaşanıyor’
diyorsanız, modern çağın savaşlarını ‘ilkel’ dönemdeki harplerden
üstün kılan tarafı zaten bu değil midir? Başta ABD olmak üzere
hakim güçlerin kimyasal silahla sivillerin öldürülmesine karşı(t)
bir duruşları olduğuna ne kadar ve nasıl inanabiliriz? Hiroşima
veya Nagazaki’yi bir tarafa koyalım, Saddam’ın idamı Halepçe
Vak’ası’ndan ne kadar sonraydı? Hatırlayalım.
Yoksa, Suriye’de şimdiye kadar öldürülen yüzbin insanın hepsinin
muharip olduğunu iddia eden mi vardır? İngiltere merkezli Suriye
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporuna göre 27 aylık çatışmada
öldürülen sivillerin sayısı 40 bin olduğunu bilmeyen mi kaldı?
Demek ki mesele sivil ölümler de değilmiş.
Şahsen, iktidarını ilel-ebed kılmak amacıyla ülkesini belki de
tarihinde hiç görülmedik şekilde ateşe ve acıya boğan Esed’in
kimyasal silah kullandığına da inanmıyorum. Gerçekten siz Esed’in
yerinde olsanız böylesi bir ortamda kimyasal silah kullanır
mıydınız? Yani böyle bir aptallık yapar mıydınız? Yöresel
ifademizle ‘kasas gel beni as’ der miydiniz?
Biz insanlar ‘sadece gözlerimizin gördüğüne inanırız’ ya! Bizim
bu ‘faziletimizi’ iyi tanıyan cambazların kolayca aşırmalarının
sebebi de zaten bu bizim bu özelliğimiz değil midir? Anlaşılan
‘birileri’ yine sol eliyle hipnotize ettiği alanda halüsinasyonlar
gerçekleştirirken, sağ eliyle de malı götürüyor.
Evet, şu anda tüm dünya hipnotize edilmiş, tüm dikkatlerimiz
Suriye’nin dört bir yandan havadan vurulma vaktine kilitlenmiş
kıvama getirilmiş durumdadır. Ve cambaza baktırıp üç-beş gün
öncesine kadar Mısır’a yoğunlaşmış bilincimizi daha şimdiden başka
yere kaydırdılar.
Hasılı, mesele ehemm-mühimm meselesidir ve MISIR EHEMM’dir, yani
daha önemlidir.