CHP’nin ‘Sanal Kaygılar ve Bahaneler’ Bildirgesi

Kılıçdaroğlu merakla beklenen ‘Demokrasi ve Özgürlük Bildirgesi’ni nihayet açıkladı.

Orhan ATALAY orhanatalay@internethaber.com

Kılıçdaroğlu merakla beklenen ‘Demokrasi ve Özgürlük Bildirgesi’ni nihayet açıkladı. Doğrusu benim merakım bu bildirgenin içeriğinden ziyade partinin zebunu olduğu iç sarmalı aşıp aşmadığına ilişkindi. Çünkü bu sarmal çözülmeden içerikten bir değişimin olacağını kesinlikle beklemiyorum. Bildirgeyi dinledikten sonra, ‘iki tezat akım arasında kalmışlığın intaç ettiği çaresizlik böyle bir şey olsa gerek’ diye mırıldandım ve gerçekten üzüldüm. Çünkü bildirge bir takım sanal korku ve kaygılarla gerekçelendirilmiş bahanelerden ibaretti. Çözüm diye sunulanlar ise asli değil olsa olsa üçüncü veya beşince derecede tâli konulardı. Mayınların temizlenmesi ve topraksız köylülere arazi tahsisi gibi.

Gerçekten iç tutarsızlıklarını setretmenin imkânsızlığıyla malul bu bildirge liseli öğrencilerin demokrasi ve özgürlüğe ilişkin çoğu kez irrasyonel temalar taşıyan bir kompozisyondan öte hiçbir realiteye tekabül etmiyordu. Kalıcı bir barışı temin edecek çözümün anayasal zemin ve çerçevede inşa edilmesi gereği ortada iken, bildirgede neredeyse anayasanın adı bile anılmamıştı. Açıklamanın içinde ‘İşte bu doğrudur’ dedirtecek türden bir cümle vardı ki, o da ‘söyleyene değil söyletene bak’ kabilindendi: ‘Yasakları getiren kim? 12 Eylül. Yasakları kaldırmayan kim? Bizler’. Evet, CHP’nin baştan beri tarzı Başkan’ın dediği gibiydi. Çünkü CHP’nin birinci vazifesi öncesinde teşvik, sonrasında tebrik ettiği darbelerin dayatmalarını ‘Cumhuriyetin kazanımları’ adı altında muhafaza ve müdafaa etmek olmuştur hep.

Başlığı demokratlar tarafından tanzim edildiği açık olan bu bildirgede ulusalcı kanadı teskine dönük içerikler de az değildi. Mesela ‘Cumhuriyetin 80-90 yıllık kazanımlarının tehlike altında olduğu’ iddiası böyle bir şeydi. Oysa bu başlıkla sunulan bir bildirgeden beklenen mesaj; ‘en geniş çerçevesiyle hak ve özgürlüklerimizin teminatı olacak bir demokrasiyi tahkim edecek adam gibi bir anayasa yapamazsak toplumsal menfaatlerimiz bir tarafa insani varoluşumuz bile ciddi bir tehlike altındadır’ şeklinde daha doğru ve güçlü gerekçelere sahip bir uyarı olmalıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun kendisi de gayet iyi biliyordur ki, andığı tehlikenin gerçek dünyamızda bir karşılığı yoktur, olsa olsa salt bir vehimden ibaret kalır. Bunun aksine 80-90 yıldır bu toplumun her gün tüm duyularıyla yaşadığı GERÇEK; her türlü temel hak ve hürriyetinin ya irtica kaygısına veya bölücülük korkusuna kurban edilmiş olmasıdır. Beklerdim ki, ana muhalefet partisinin okuyacağı bildirge sanal korkular ve kaygılardan değil dağ gibi hakikatlerden hareketle hazırlanmış olsaydı. Birçok alanda olduğu gibi siyasette de galiba Mersin’e gidecek yolu bir türlü bulamıyoruz. Tüm demokratik ülkelerde korku ve kaygı bahanesine sığınmak iktidarın; hak ve özgürlük vurguları ise ana muhalefetin çıkış noktasını oluştururken, bizde bu da tersine işliyor.

Kılıçdaroğlu’nun terörü tüm sebepleriyle bir daha geri gelmemek üzere tasfiye edecek köklü bir çözüm için gerekli yapısal değişikler konusunda iktidarı ‘ortaklaşmamak’la suçlaması ise ‘pes doğrusu’ dedirtecek kabilden bir pişkinlikti. Baştan beri tüm toplumun gözü önünde cereyan eden hadiseler karşısında böyle bir iddia olsa olsa, ‘Parti içinde zıt iki kutup arasında sıkışmış bir liderin maruz kaldığı ‘yön kaybıyla’ ya da ‘çaresizlikle’ izah edilebilir.

Anlayacağınız CHP’nin çözüme ilişkin baştan beri takındığı tavırda en ufak bir değişiklik yoktur. Belli ki, ‘davet etseniz ‘yerim dar’ diyecek, yer verseniz ‘yenim dar’ diyecek, onu da tedarik etseniz bu sefer de ‘sizinle beraber oynamak istemiyorum’ diyecek. Nitekim arkadaşlarına cebren geri çektirdikleri araştırma önergesi olayında grup başkan vekili İnce bunu açıkça itiraf etmiş, ‘Adımızın AKP ile anılmasını istemediğimiz için önergemizi geri çektik’ demişti. Bildirgenin fâş ettiği hakikat ise şu oldu: CHP’nin ağzından yine ‘yeni bir söz’ çıkmadı.