Bir bilgiyi, tam olarak
öğrendiğinizi nasıl anlarsınız?
Bir bilgiyi, tam olarak öğrendiğinizi; o bilgiyi
kullanıp kullanamadığınıza bakarak
anlayabilirsiniz.
Peki, öğrendiğinizi “zannettiğiniz” bir bilgiyi,
baştan sona, hem de hiçbir kelimesini atlamadan, başkalarına sözlü
olarak aktarabilmeniz, o bilgiyi öğrenmiş
olduğunuzu gösterir mi?
Hayır, göstermez.
Bu, sizin o bilgiyi, sadece “ezberlediğinizi”, o
bilginin hafızanızda sadece “var olduğunu” gösterir.
Aynen, hamalların sırtında bir yükü
taşıması ama taşıdığı yükün
sahibi olmaması gibi bir durumdur bu.
“Bilginin hamalı” olma durumu.
Burada, bilgiden faydalanma ve bilgiyi kullanma
yoktur.
Sadece taşıyıcısınızdır.
Şu anda, eğitim müfredatımızın, tam da -özene bezene-
uyguladığı sistem budur.
Türkiye’de, her alanda bir ilerleme ve dönüşüm
yaşanıyor ama ne yazık ki bu konuda, en geri kalan alan, eğitim
sistemimiz ve müfredat programımızdır. (Bu konuyu, Eser Karataş,
geçtiğimiz Pazar günü Star’daki köşesinde çok güzel ele almış.)
Kısacası bu sistemle,
öğretemiyoruz.
Öğretemeyen bir eğitim sistemimiz
var.
Samanlığa, saman yığar gibi çocuklarımızın
beyinlerine, ha bire, bilgi depoluyoruz.
Çok bilen ama o bilgiyi hiç
kullanamayan nesiller yetiştiriyoruz.
Peki, gerçek öğrenme nedir ve hangi aşamaları
vardır?
1- Bilinçsiz yetersizlik
Bilinçsiz yetersizlik, bir bilgiyi bilmediğinizin
farkında olmama durumudur.
O bilgiyi, bilmediğimizi bilmeyiz.
Kişi ya o bilgiyle daha önce karşılaşmamıştır ya da o konuyu,
bildiğini zannediyordur.
Bir konuyu, bilmediği halde
bildiğini zannetmek, öğrenme
açısından “en büyük” engeldir.
Çünkü öğrenmemin en büyük düşmanı “biliyorum”
demektir.
Mevlana’nın bu konuda çok çarpıcı bir tespiti
vardır.
“En tehlikeli insan” der Mevlana,
“Bilmediğini bilmeyen insandır.”
2- Bilinçli yetersizlik
Öğrenmenin ilk aşaması, kişinin bir bilgiyi,
bilmediğinin farkına varmasıdır.
Öğrenme, kişinin bir bilgiyi bilmediğini fark
etmesiyle başlar.
Bir bilgiyi bilmediğini keşfetmek, beyni öğrenmeye
hazırlamanın birinci şartıdır. Bu durum, kendini öğreneceğin konuda
boş hissetmektir.
“ Bu konuyu biliyorum” diye düşündüğünüzde, beynimiz
algı kanallarını o konuya karşı kapatır.
Dolu kovayı doldurmak, mümkün değildir.
3- Bilinçli yeterlilik
Bu aşamada, artık öğrenmeye başlamışınız
demektir.
Bilgileri, beyninize kaydediyor, onları belli bir
strateji haline getiriyor, kuralları ve ilkeleri uygulamaya
başlıyorsunuzdur.
Bu, aynen araba sürmenin her adımını bilmek ama araba
sürememek gibi bir durumdur.
Evet, araba sürmenin her türlü stratejisi, sırayla
neleri yapacağınız, beyninizde kayıtlıdır.
Ama hala araba süremezsiniz.
Bunun için yeterince uygulamaya ihtiyacınız var.
Araba sürmenin her aşamasını başkalarına ezbere
anlatabilirsiniz.
Ama direksiyona geçip hala tam olarak araba
süremezsiniz.
İşte eğitim sistemimizin bize yaptığı en büyük
“kötülük” budur.
Bizi hep getirip burada
bırakmaktadır.
“Yarı yolda.”
Araba sürmeyi ezbere bilen ama araba süremeyen
insanlar yetiştirmektedir.
Bilgiyi bilen ama kullanamayan bir beyin; her türlü
donanıma ve programa sahip bir bilgisayarın bu özelliklerini
kullanamayıp sadece daktilo olarak kullanılması gibidir.
Bu nedenle, beyin harikası gençlerimiz bu sistemden
geçtikten sonra “zihinsel hurdalar” haline gelmektedir. Çünkü bu
sistemde, beyin gücünü kullanmak yerine, beyni sadece bir kayıt ve
depolama aracı olarak kullanmak amaçtır.
4- Bilinçsiz yeterlilik
Öğrenmede gerçek amaç, bilgiyi, bilinçsiz yetersizlik
düzeyinde öğrenmektir.
Bu, bilgiyi özümsemek,
içselleştirmek, kullanabilmek ve refleks haline
getirebilmektir.
Bu aşama, “bilmek değil” “yapabilmek” aşamasıdır.
Bilgiyi, bildiğini bile fark etmemektir.
İyi araba kullanan kişiler, arabayı sadece
kullanır.
Onu nasıl yapacağını düşünmez bile.
Artık, araba kullanmak, o kişilerde
otomatik hale gelmiştir.
Sonuç olarak, bilginin hamalı olmayı amaçlayan bir
eğitim anlayışı ile dünya çapında bir okula, bir üniversiteye sahip
olamayız.
Siyasetçiler, eğitim kalitesiyle ilgili, “üniversite
sınavını kaldıracağım” seviyesini aşan projelerinizi görelim…
Hani nerede?