Bayrak ve idrak

Eski Türkçede ‘ucuna bir barça bez bağlı toprağa dikili direğe ‘batruk veya ‘badrak’ denilirmiş ki

Orhan ATALAY orhanatalay@internethaber.com

İnsanların öteden beri gerek bireysel ve gerekse toplumsal halleriyle kendilerini ‘ifade eden veya tanıtan’ farklı renklerden zeminler üzerinde yer alan ve bazı simgeler taşıyan bir ‘kumaş parçası’ kullandıklarını biliyoruz. Eski Türkçede ‘ucuna bir barça bez bağlı toprağa dikili direğe ‘batruk veya ‘badrak’ denilirmiş ki, ‘bayrak’ kelimesinin de oradan geldiği söylenir. Buna göre ‘Bayrak’ kavramı kısacası bir toplumun kimliğini temsil eder.

Bir milletin tarihi serüvenine bakıldığında bayraklarında yer alan simgelerde zaman zaman değişiklikler yapıldığı da görülür ki, bu da ilgili toplumun geçirmiş olduğu kritik dinsel ve siyasal tahavvüllere tekâbul eder. Bu nedenledir ki, bayraklarda yer alan simgelerin veya renklerin kendilerine has hatta kutsal içerikli bir takım anlamları olur. Mesela Müslüman toplumların veya devletlerin birçoğunun bayrağında yer alan ‘Hilâl’in veya Hıristiyan toplumların bayraklarında yer alan ‘Haç’ın durumu böyledir.

Peygamberimizin cihada gönderdiği askeri birliklere taşıttırdığı bir bayrak olduğunu, ancak o bayrakta ‘hilâl’in yer almadığını biliyorsak da, Müslüman devletler tarihinde bilhassa Gazneliler’den itibaren bayraklarda ‘Hilâl’in baskın olarak yer aldığını görüyoruz. Mesela kaynaklara göre Gaznelilerin bayrağında yeşil zemin üzerinde beyaz bir hilâl olduğu gibi, İslâm dünyasının kalbine asırlarca saplı bir bıçak gibi duran Haçlı güçlerini söküp atmak isteyen Şark’ın en sevgili komutanı Selâhhaddin Eyyûbi’nin tüm Müslümanları altında birleştirdiği bayrakta ise sarı zemin üzerinde yine bir hilâl bulunuyordu.

O günden bu yana ‘Hilâl’ simgesi birçok Müslüman toplumun bayrağında yer almaya devam etmiştir. Nitekim bugün Türkiye, Cezayir, Tunus, Moritanya, Komorlar, Malezya, Maldivler, Azerbaycan, Özbekistan, Tükmenistan ve Kaddafi sonrası Libya bayraklarında yer alan ‘Hilâl’in böyle bir tarihi arka planı vardır.

Bu girizgâh ile maksadım, son günlerde ‘Bayrak’ odaklı tartışmalara farklı bir zaviyeden bir ayna tutmaktır. Biz, Bayrağımızda yer alan Hilâl’in İslâm’ın istiklâl ruhunu, renginin ise binlerce yıl onun uğruna en aziz varlıkları olan canlarını vermiş şühedânın kanını temsil ettiğine inanıyoruz değil mi? Peki, bayrağımızı ‘Bayrak’ yapan üstündeki o kutlu kanda kimlerin payı vardı? Bu soruya verilecek cevap için gidilecek adres bellidir, meşhed, yani şehitliklerdir.

Bunun için fazla dolaşmanıza da gerek yok, sadece Galibolu’ya gitmek kâfidir. Akif’in ‘Kâbe’yi layık gördüğü o mezar taşlarında görülecektir ki, Peygamber’e bu dünyadan götürülecek hediye olmaya değer o kan Saraybosna’dan Bakü’ye, Medine’den Kırım’a kadar uzanan koca İslam coğrafyasına mensup pâk alınlı, gür hisli, gür imanlı yiğitlerin kanıdır.

Düne vefa duygusunun gereğine inanan herkes gibi ben de Hilâl’i boğmaya gelmiş Ehli Salib’in o hayasız yüzüne tükürmüş Bedr’in arslanlarının kanından tek bir damlanın bile sonsuza dek sürecek bir saygıyı hak ettiğine inanıyorum.

Ne var ki, tıpkı bu hakikat gibi, inkâr edemeyeceğimiz veya görmezlikten gelemeyeceğimiz bir gerçek daha vardır ki, o da bin küsur yıldır bayrağın temsil ettiği değerler uğruna en az Türkler kadar bedel ödemiş Kürtlerin aidiyet duygu dünyasında farklı düzeylerde de olsa oluşmuş ‘soğuma’dır. Bu realiteyi halının altına süpürmek veya görmezlikten gelmek kimseye yarar getirmeyeceğine göre, bunun sorgulanması veya açıklanması gerekmez mi?

Kanaatim odur ki, 1923’ten itibaren ‘Biz’ ve ‘Hepimiz’ kavramını ‘Sadece Ben’e hapseden dışlayıcı ve daraltıcı İttihatçı kurgu zamanla bayrağa ilişkin aidiyet duygusunu da zayıflatmıştır. O nedenle Diyarbakır’daki mitingte Bayrağımızın yer almamasını günün anlamıyla çelişen kınanası bir ‘YANLIŞ’ olarak tanımladığımız gibi, o ‘sığ kurucu’ zihniyetin bu süreçteki dahlini de görmek zorundayız.

Bana göre ikincisi birincisinin neticesidir. Mantık ise, öncelikle sebebin sorgulanmasını gerektirir. Mitingte bayrağımızın yer almamış olmasına öfkelenen CHP ve MHP’nin kendilerine dönük de bir muhasebe-i nefs, yani özeleştiri yapmaları gerekmez mi? Bin küsur yıldır Malazgirt’te, Kudüs’te, Kosova’da Çaldıran’da, Yemen’de, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da, Allahü Ekber Dağları’nda en son da Kıbrıs’ta aynı cephede omuz omuza savaşmış, koyun koyuna şehit düşmüş bir milletin torunlarına ne yaptık ki, bin yıldır ecdadının tertemiz kanını temsil eden bayrağa ilişkin aidiyet duygularında hasarlar oluştu? Evet, kim, nerede ve nasıl ahmakça bir cürüm işledi?

Cevap açıktır, milliyetçiliği adeta ötekisinin ‘ademiyeti şartına bağlamış MHP’nin dünya görüşünü devletin kurucu resmi ideolojisi olarak dokunulmaz, tartışılmaz kılmış bulunan CHP, 1923’ten önce hepimizi kuşatan bayrağı sonraki dönemlerde çoğumuzun üstünden adeta çekip almıştır. Belli ki herkesi kendi varlığına armağan ettiği için bayrağın gölgeleyeceği kimse de kalmadı, diye düşünmüştür.

Bu şartlarda devlet ve vatan gibi bayrak kavramı da milletten ziyade totaliter rejimin simgesi olarak bir algı kırılmasına maruz kaldığı kanaatindeyim. Rejimin, onlarca yıl boyunca sürdürdüğü red, inkâr ve asimilasyon süreçlerinde binlercesini işlediği ‘cürmüne gerekçe’ olarak bu kavramları kullanıp ‘öteki’ne diz çöktürmenin başka nasıl bir karşılığı olabilirdi ki?

Bu mefluç zihnin inşa ettiği karanlık bir devrin miadını doldurduğu bu günlerde, gelin yerin derinliklerine kök salmış tarih ve medeniyet köklerimizle buluşup ‘ben’i ‘bize’ inkılâp ettirelim de; Bayrağımızı hatta sadece ‘bizi de değil her ‘can taşıyan’ı gölgeleyecek şekilde ‘gökleri kucaklarcasına açıp’ hep birlikte göndere çekelim. Unutmayalım ki onun kapladığı tarih ve medeniyet sahasında hepimize yetecek kadar yer vardır. Yeter ki, bunu fark edecek bir İDRÂK’e erebilelim.