1974 Kıbrıs harekatının savaş ve psikolojik harekat açısından en
ilginç boyutu, bana göre, olayın “Barış harekatı”
diye nitelenmesi olmuştur.
Düşünün bir, uçaklarınız gökten indirme yapıyor, gemileriniz
kıyılara asker yığıyor ve siz bir “Barış harekatı”
yürütüyorsunuz. Rumlara bile barış getirmek için oradasınız. Bunun
bir mantığı da var, Rum bölgesinde darbe olmuş, EOKA çetecileri
yönetime el koymuş, meşru iktidar devrilmiş, siz tüm adaya
demokrasi ve barış getireceksiniz!
“Barış harekatı”nın karar safhasında
hiç kuşkusuz Erbakan'ın da belirleyici rolü
olmuştur ama, herhalde bu söz, Ecevit'in şiir
dünyasından çıkmış, şık bir sözdür.
Bugüne gelince...
Bir savaş ortamı yaşıyoruz.
Bu ortamın oluşturduğu iklim, sert bir iklim.
Ölüm, intikam, zafer, çatışma...
Büyük kitlesel eylemler yapılıyor. Orada da genelde öfke
hakim.
“Meclis'i basarız birilerini asarız”
gibi pankartlar taşınabiliyor ve asma – kesme işi Meclis'e kadar
yönelebiliyorsa, varın ötesini hesap edin.
Biraz “itidal” tavsiyelerinin bile zaaf olarak
algılanacağı ve prestij kaybına sebep olacağı endişesi ile Hükümet
adına yapılan açıklamaların bile dozu, öfkeye ayarlı hale gelmiş
bulunuyor.
Onun için “itidal”i, bu işte en sert olması
tahmin edilen MHP cenahından bekleme durumuna gelmiş
bulunuyoruz.
Oysa, belki de Türkiye'nin böyle bir durumda en hassas olması
gereken noktadayız.
Sonuçta verilen mesajlar, içerde kalbi yaralanmalara sebep
olabilir.
“Dilin kemiği yok” denildiği için,
kitle gösterileri içinde ağzı olan konuşuyor, eline kalem alan
yazıyor. Ne sözler, ne pankartlar ve ne tehditler!
Diyelim Şırnak'ta üç bin kişi teröre karşı yürüdü...
Diyarbakır'da beş bin kişi teröre karşı yürüdü.
Şemdinli'de on bin kişi yürüdü...
Sonra?
İstanbul'da, İzmir'de 50 bin kişi yürüdü...
Sonra?
Başka iller, ilçeler... yürüyüşler, mitingler...
Cumhuriyet mitinglerinde de böyle olmuştu...
Toplamda 2 milyona yakın insanın sokaklara çıktığı ifade
edilmişti...
Ben de “Türkiye'nin nüfusu 72 milyon” diye
yazmıştım.
2 milyon insanın sokaklarda belli bir heyecanı yansıtmak üzere
yürümesi önemli ama, bu yürüyüşün geriye kalan 70 milyon üzerinde
oluşturduğu his de önemli...
Ne düşünür “öteki”ler?
Bunu dikkate almalı değil miyiz?
“Biz meydana çıkınca “öteki”ler”e
susmak,yutkunmak, içine atmak düşer” mi demeliyiz.
Susunca, yutkununca, içine atınca iş halledilmiş oluyor mu?
Hep diyoruz ki, “Terör sadece teröristten ibaret değil.
İşin sosyal, ekonomik, kültürel boyutu var ve o alan ihmal edilirse
şu anda teröristi etkisiz hale getirirsin, ama sonunda yeniden
türemesine mani olamazsın!”
Bu doğru ise, eğri oturup doğru konuşmak lazım.
Bu doğru ise, -ki sonuna kadar doğrudur- terörle mücadeleyi
tereyağından kıl çeker gibi bir titizlikle yürütmek lazım.
Burada en önemlisi “söylem” hassasiyetidir.
Ayrıca, üreteceğiniz söyleme yüreğinizin katıldığını da
hissettirmeniz gerekir.
Demek istiyorum ki, söylediğiniz her sözün, yaptığınız her
eylemin, bu ülkede büyük kitleleri yaralamamasına itina etmek
durumundasınız.
Diyelim, ülkenin Kürt nüfusunun yüreğine söylenenlerden veya
yapılanlardan en küçük bir burukluk yansıyorsa, bir şeyler ters
gidiyor demektir. Söyleminiz, en küçük bir şekilde etnik ayrım
hissi veriyorsa ne kadar kahramanlık duyguları yaşarsanız yaşayın,
terör zeminine taş taşıdınız, daha kötüsü, canı pahasına teröristle
karşı karşıya gelen çocuğunuzun işini zorlaştırdınız demektir.
Bu açıdan, kitlesel gösteriler konusundaki hassasiyet
çağrılarını çok önemsiyorum. Aynı şekilde devlet yetkililerinin ve
medyanın da sağlıklı bir dil oluşturması gerekiyor.
Ama bence çok daha önemli bir şeye ihtiyaç var:
O da,terörle mücadele ile paralel olarak, Doğu – Güneydoğu'ya
yönelik bir hizmet paketinin devreye sokulmasıdır.
Hükümetin bu konuda önceden başlamış hazırlıkları olduğu
biliniyor.
Diyarbakır valisi Efkan Ala'nın Başbakanlık
müsteşarı olması da, muhtemel ki böyle bir hazırlığın bir
parçasıdır. Savaş iklimi her şeyin önüne geçmiş olabilir ama asıl
bu ortamda bölge insanı ile sağlıklı diyaloga ihtiyaç
bulunmaktadır. Hatta terörle mücadelenin ayrılmaz parçası olarak
her defasında bölge ile sağlıklı iletişim maddesi yer almalıdır.
Bunu da sağlıklı söylemin yanında hizmet planında
gerçekleştirmelidir.
Bence ana strateji şu olmalıdır:
Bir teröristi bertaraf etmekten çok daha önemlisi bölgede bir
çocuğun hayatını kurtarıcı zemini hazırlamaktır. Eğitime emek,
aileye emek, sokağa emek... Doğu Güneydoğu'da devleti, tam bir
şefkat müessesesi haline getirmek...
Yani tam bir barış harekatı!
Ya da tam bir kardeşlik harekatı!