İnsan nasıl düşünmek isterse bütün dünyayı
öyle algılayabiliyor.
İnsanı insan yapan bütün birikimlerin
oluşturduğu hayata bakış tarzı, kişinin birey olarak duruşunu
belirliyor.
Eşya ve hadiselere bakış açısı bu açıdan
çok önemli.
Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi
"niyet ve nazar eşyanın mahiyetini
değiştirir".
Bu yüzden aynı durumlar karşısında
insanlar, farklı taban tabana zıt duruşlar sergileyebiliyorlar.
Böyle durumlar karşısında farklı
düşünerek empati yapabilmek insanı diğerlerinden farklı kılan en
medeni önemli özellik.
Çarşamba günü Galatasaray Üniversitesinde
katıldığım Fransa eski başbakanlarından Michel Rocard’ın “Türkiye
ye Evet” adlı kitabı vesilesi ile düzenlenen imza töreni ve
konuşmasını dinlemeye gittiğimde bunu bir kez daha anladım.
Sahnede Galatasaray Üniversitesi amblemli
kürsünün önünde sarı kırmızı renklerden oluşan şık bir çiçek buketi
vardı.
Yanımdaki arkadaşıma ne kadar
güzel bir espri dedikten sonra, bunun böyle okunabileceği gibi,
sarı ve kırmızı çiçeklerin aralarında yer alan aranjmanı tamamlayan
yeşil renkli bitkilerin varlığı nedeni ile “Galatasaray
Üniversitesinde PKK renkleri” şeklinde de okunabileceğini de
hatırdan çıkarmamak lazım dedim.
Ne de olsa burası
Türkiye!
Evet, medyamız başta olmak üzere insanımız
bir folklor gösterisi sırasında giyilen kıyafeti bile bir örgüt
propagandası olarak okuyor ise, toplumun bu yanlış okumayı nerelere
vardırabileceğini düşünmek bile istemiyor insan.
Hani bazen her olaya kötü bakan insanlara
deriz ya.
“Senin niyetin bozuk”
Evet, niyeti baştan bozunca, dört
yanı cehennem, sembolleri kutsallık derecesinde totemleştiren ya da
karşı tarafa düşman safına yerleştiren yapısı ile niyet okumaları
çok fazla olan bir ülke oluyoruz.
Fransa eski Başbakanı’nın AB üyelik
sürecimiz ile ilgili kendi durduğu yerden ifade ettikleri, bizde
çok tartışmalı hale gelen AB maceramızın da bir niyet ve nazar
krizi içinde olduğunu bana anlattı.
Öncelikle Sayın Başbakan Türkiye’nin
üyeliğini akıl, karlılık ve mantık perspektifinde
destekleyenlerden.
Ayrıca siyasi bir sorumluluğunun olmaması
nedeni ile de çok çıplak konuştu.
Birebir
olmasa da mealen söylediği bir söz çok manidardı.
“Biz Türkiye yi çok kültürlü
yapısı, engin tarihi tecrübesi, doğal güzellikleri nedeni ile AB
içinde görmek istiyor değiliz. AB’nin küresel bir oyuncu olmak gibi
bir derdi olduğundan dolayı Türkiye yi aramızda görmek
istiyoruz.”
Sonrasında da BMGK geçici
üyeliğimizden, İKÖ de başkanlığımıza, Kafkas açılımından, genç
nüfusa kadar birçok konuda kısa kısa doneler verdi.
Ve nihayetinde günümüz dünyasında
karşılıklı mecburiyetler dünyasının, birlikteliklerin esas
mantığını oluşturduğunu vurguladı.
Bu mecburiyetler ekonomik ve stratejik
temelli mecburiyetler oldukça ve bir de herkes durduğu yeri iyi
bildiği ölçüde birlikteliklerin bir kaybedeni olması gerekmiyor
aslında.
Her nedense? Demediğimiz bir
netlikte, amacı belli olarak, Ergenekon davası sürecinin de bize
anlattıkları ile daha da iyi anladığımız AB üyelik süreci ile
ilgili olarak çok başarılı olan bir tu kaka kampanyası
yapıldı.
Bunda bu çevrelerin ekmeğine yağ süren AB
de Türkiye’nin üyeliğine politik veya insani, ihtiyari veya gayrı
ihtiyari karşı çıkan AB çevrelerinin katkısı unutulacak gibi
değil.
Ama her ne olursa olsun AB bizim için bir
sihirli değnek değil.
Bizi bölüp parçalayacak bir şer şebekesi
hiç değil.
AB üyelik sürecini anlama noktasında niyet
ve nazarların süratle değişmesi veya değiştirilmesi lazım.
Hem bizim kamuoyunun fazlası ile
komploculuğa varan üyelik süreci ve sonrası endişeleri, hem de üye
ülkelerin üyeliği ile birliğin en kalabalık ve güçlü ülkelerinden
olma konumuna bir anda sıçrayacak Türkiye ile ilgili endişelerinin
buluştuğu bir karşıtlık zemininde buluşan bir ortak muhalefet zaten
var.
Her iki tarafta bu karamsar ve
komplocu niyetlerini biraz daha iyi ve güzele tahvil ederek
insanlık, tarih, coğrafya, ekonomi ve jeopolitiğin bizi mecbur
ettiği medeniyetler ittifakı adına çok önemli bir adım olan,
Türkiye’nin AB üyelik sürecini, zaman olarak daha hızlı ve sağlıklı
atlatabiliriz.