BIST 10.576
DOLAR 32,25
EURO 35,02
ALTIN 2.480,23
HABER /  GÜNCEL

12 Ağustos 2011 Basın Özeti

Cameron kanunu: Yağmayla mücadelede otokratik önlemler. Times: Balyoz davasının özü tahrif edilmiş kanıtlar. İsrail'de eylemler ve Somali kıtlığı öncekilerden daha şiddetli.

Abone ol

''Cameron'un kanunu''

Independent, Başbakan David Cameron'un İngiltere'de yaşanan yağma ve kundaklama olaylarının ardından yürürlüğe koymaya hazırlandığı önlemleri bu manşetle duyuruyor okurlarına.

Gazete, Başbakan'ın olaylara karışanların yaşadıkları devlete ait evlerden ya da sosyal yardımlardan mahrum bırakılabileceğini, sokağa çıkma yasağının bir seçenek olarak gündemde olduğunu, polisin daha rahat hareket etmesi için benzer olaylarda orduyu kullanmanınn yollarının aranacağını söylüyor.

Ayrıca polise yüzlerini atkı ya da maskelerle kapatanları durdurma ve sosyal paylaşım sitelerini kapatmanın da aralarında bulunduğu bazı yetkilerin de verilmesi gündemde.

Başyazısında Başbakan'ın ''haşin numaraları'' başlığıyla, önlemleri ''Bunlar, otoriter bir anlayışla düşünüp taşınmadan gündeme getirilmiş, tepkisel adımlar'' diyor gazete.

''En berbat olanları da, sosyal medyayı hedef alanlar'' görüşünde Independent.

''Cameron hükümetin, sosyal medyanın suçu kolaylaştıran ya da teşvik eden bir şekilde kullanıldığından kuşkulanıldığında kesintiye uğratılması seçeneğini gündemine aldığını söylüyor. Bu, Orta Doğu'daki despotik rejimlerin baskı altında tuttukları halklarına karşı denedikleri bir yöntem. Kendi başbakanımızın, İngiltere'yi böylesine bir çıkmaz sokağa sürüklemeyi tasarlaması utanç verici. Başbakan Cameron, eğer bu tür ayaklanmalar, twitter ya da Blackberry olmasaydı gerçeklemezdi diye düşünüyorsa vahim bir hata yapıyor.''

''Balyoz'un özü tahrif edilmiş kanıtlar''

Times gazetesi, Türkiye'de görülmekte olan balyoz davasını mercek altına aldığı tam sayfa bir haber yayımlamış bu sabah.

Alexander Christie-Miller, imzalı haberde, ''darbe planlamakla suçlanan generallerin yargılandığı davanın özünde tahrif edilmiş kanıtların bulunduğu'' kaydediliyor.

2003 yılındaki darbe hazırlığı iddiasıyla oluşturulan ve NATO'nun ikinci en büyük ordusundan 195 generalin yargılandığı davadaki kanıtların ''bariz tutarsızlıklar'' içerdiğini, bunun da bazı zanlıların komploya uğradığı izlenimi verdiğine dikkat çeken Times muhabiri, ''Örneğin'' diyor, ''Darbe planlarına ilişkin 2002 aralık ayı tarihli bir belgede Türk Gençlik Birliği adlı bir derneğin adının yer alıyor. Oysa dernek 2006'da kurulmuş'' diye de devam ediyor.

Ayrıca, dosyada planın hazırlandığı tarihte varolmayan hastaneler, kurumlar ve hatta bir NATO üssüne göndermeler de var habere göre.

Aynı haberde, bir zanlının bir CD üzerindeki el yazısının mekanik olarak taklit edilmiş olabileceğine ilişkin bilirkişi raporuna da atıf var.

Bir başka zanlı subay ise, Türkiye'de darbe belgeleri hazırladığı iddia edilen dönemde, İngiltere'de savunma akademisinde görevliymiş.

Geçen ay ordunun komuta kademesinde yaşanan istifaları hükümetle ordu arasındaki iktidar mücadelesinin de sonu anlamına geldiğine ilişkin bir işaret olarak yorumlayan Miller, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner'in açıklamasındaki, ''tutuklamaların evrensel hukuk, adalet ve vicdan kurallarıyla bağdaşmadığı eleştirisini'' de aktarıyor.

'Ya zaman makinesi ya da uydurma'

Haberde görüşlerine yer verilen Johns Hopkins Üniversitesi'nden Gareth Jenkins ise, ''Ya bu belgeleri yazanların bir zaman makinesi vardı ya da bunlar uydurma'' diyor:

''Amacın, kısmen rakip bir iktidar merkezi olarak görüldüğü için orduyu kurumsal olarak itibarsızlaştırma ve kısmen de geçmişte İslamcılara eziyet ettiği için kendisinden intikam almak olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunduğunu düşünmüyorum'' diye de devam ediyor Jenkins.

Poliste ve yargıdaki yolsuzlukları ele alan iki araştırmacı gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener'in de bir terör soruşturması kapsamında tutuklandıklarını aktaran Times, Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın ''kimsenin bu konulara dokunmak istemediği bir gazetecilik ortamı'' bulunduğunu, bunun da üzücü olduğunu belirten görüşlerine de dikkat çekiyor.

Davanın çok sayıda destekçisinin bulunduğunu, desteğin bir nedeninin de ordunun ''darbeler sicili'' ve kendine biçtiği ''laik rejimin bekçisi'' rolüyle insanlara acımasızca davranması olduğunun altını çizen Times muhabiri, davayı savunanların dosyadaki tutarsızlıkları ''zanlıların 2009 yılına kadar belgeleri güncellemekte olmalarıyla'' açıkladığını belirtiyor.

Ama o zaman neden belgelerin oluşturulma tarihleri 2003'te kalıyor sorusunun ise yanıtsız olduğunu belirten Miller, Jenkins'in ''bunun, belgeleri bir başka kanıta, 2003 Mart ayında bir 'İslamcı kalkışmanın bastırılması'nın ele alındığı askeri seminere ilişkin kayda bağlamak amacı taşıdığına inandığını'' aktarıyor.

Savcı, semineri bir ''darbe provası'' olarak görüyor, sanıklar ise, ''bu bir savaş oyunu senaryosuydu'' diyor.

Times muhabiri, habere kutu olarak sayfada yer alan analizinde de, ''Subaylar, 2003'te gerçekten de bir darbe planlamış olabilirler. Ama tahrif edilmiş kanıtlar yüzünden, bundan asla emin olamayacağız. Sanıklar, düşmanlarınca sonsuza kadar suçlu, yandaşlarınca da sonsuza kadar masum olarak görülmeye devam edilecek'' diyor.

İsraillilerin sosyal adalet talebi ve barış

Financial Times, İsrail'de haftalardır devam eden eylemleri mercek altına almış başyazısında.

Facebook kampanyası olarak başlayan eylemle geçen hafta 250 bin kişiyi Tel Aviv meydanına topladıklarını kaydeden gazete, İsrail yurttaşları rejimi devirmek değil, sosyal adalet istiyor diyor.

Beslenme, barınma eğitim, sağlık ve temel aile ihtiyaçlarını karşılayacak kadar gelirlerinin olmaması sokağa dökmüş insanları.

Ayrıca, vergi düzenlemelerinin orta sınıfı ve yoksulları değil, zenginleri koruması da eylemcileri çileden çıkarıyor.

OECD'nin 2008 verilerine göre, İsrail ailelerinin yüzde 24'ünün yoksulluk sınırının altında yaşadıklarını kaydeden Financial Times şöyle devam ediyor:

''İsrail'de tüketiciler ve işyeri sahipleri için maliyetler yüksek çünkü çok güçlü siyasi bağları olan aileler, tekelci holdingleri aracılığyla kontrol ediyor ekonomiyi. Bu yapının kırılması lazım. Aynı zamanda, eğitim ve sağlığa yönelik kamu harcamaları düşük, bunun bir nedeni de savunma bütçesinin büyüklüğü. Filistinlilerle bir barıştan bütün toplumun kazançlı çıkacağını bundan daha iyi sergileyen bir tablo olamaz.''

'Bu kıtlık daha şiddetli'

Guardian'ın iç sayfalarında ise dört tam sayfa ayırdığı Somali'deki açlık salgınına ilişkin bir dosya göze çarpıyor.

Kıtlıktan kaçanların komşu Kenya'da sığındıkları bir kamptan izlenimler var haberlerde.

46 yaşındaki Ali Maoulim, 1991'deki kıtlığı çok iyi hatırlıyor.

26 yaşındaymış, Somali'nin güneyinde onbinlerce kişi hayatını kaybetmişti açlıktan.

''O zaman kötüydü, ama hayvanlarımız beslenebiliyordu, insanlar yardıma geliyordu. Ama şimdi farklı'' diyor.

Yine onbinlerce kişi ölüyor, ama bu kez çok az yardım var.

O da eşi ve sekiz çocuğunu alıp ayrılmış, yolda bindikleri otobüsün şoförü tarafından soyulup yarı yolda bırakılmışlar.

O zamanlar bir istikrar vardı. Şimdi İslamcı militanlar bölgenin kontrolünü almış, hayat daha zor. Şeriat kurallarını uyguluyorlar, her beş deve için bir keçiyi zekat olarak almışlar köylülerden, yoksullar için değil, askeri mücadelelerinde kullanmışlar zorla el koyduklarını.

''Bazıları baskılara dayanamadı, daha önce kaçtı, kuraklık başlayınca da felaket kaçınılmaz hale geldi'' diyor Ali.