BIST 10.471
DOLAR 32,77
EURO 35,09
ALTIN 2.457,99
HABER /  GÜNCEL

Post-modern Türkiye'de ne değişti?

Engin Ardıç'tan post-modern Türkiye'ye geniş bir bakış. Ardıç, bugünkü yazısında Türkiye'nin içinde bulunduğu post-modern süreci değerlendirdi.

Abone ol

Akşam Gazetesi yazarlarından Engin Ardıç, Türkiye'nin liberal ekonomiyle girdiği post-modern süreci değerlendirdi. Bir gazeteci gözüyle olaylara bakan Ardıç, başlıklı yazısıyla Türkiye'nin geçirdiği evrimleri şöyle sıraladı:

Serdar lafı bitirdi: Türkiye, modern olamadan post-modern olmuş bir ülkedir. Üstelik bir yanıyla öyle, bir yanıyla son derece ilkel.

Modern olmak, aynı zamanda birey olmak demektir. Önce birey olacaksınız ki, post-modern aşamada ('post' demek 'sonrası' demek, koyun postuyla ilgisi yok) bireyciliğin iyice bokunu çıkarıp uçuk kaçık serserilik edebilesiniz.

Ne oluyor? Böyle bir ülkede kızını bir çocukla elele tutuştuğu için öldüren babayla, uyuşturucu kullanan eşcinsel fahişe yanyana rahat rahat yaşayabiliyor.

Tıpkı son model araba kullanan sıkmabaş hatun gibi, kimisi kaldırım kenarında kasap bıçağıyla koyun boğazlarken kimisi de Internet'ten 'tıklama' yöntemiyle sanal kurban kesiyor, yani keser gibi yapıyor.

Ziraat Bankası kuyruğunda sürünen emeklilerle bankanın sitesinden 'sanal kredi kartı' kullananlar gibi yani.

Biri geride kalmış, öteki fazla ileri gitmiş iki örnek. Birey olan 'kurban murban kesmiyorum ulan' diyebilir ancak.

Birey, bir yandan başını örtüp bir yandan göbeğini açmaz.

İncil dağıtılmasına karşı çıkıp Kuran dağıtmak gibi tepkiler de göstermez.

Devrimcilik oynayan çocukların birbirleriyle sevişebilmek için örgüt yöneticisine 'devrim nikahı' kıydırmaları da ancak Türkiye gibi bir yanıyla çok gerilerde kalmış, bir yanıyla fazla uçmuş ülkelerde mümkündür. Birey, gönlü isteyince, canı çekince nikahsız da yatar.

'Çelişkiler ülkesi' tanımı hem toplumun bu 'iki gerçeği birlikte yaşama' garabetinden, hem de insanların bu iki gerçeği 'içselleştirmiş' olmalarından, kafalarının bir köşesiyle öyle, bir ucuyla böyle durumda kalmalarından kaynaklanıyor.

Birey, kara çarşafın içine meme uçları ve apışarası deliği açıkta bırakılmış iç çamaşırı giymez.

Çarşaf giyen de sinema karanlığında konuştuğu çocukla yiyişmez.

Noel çamını yılbaşında dikmez, ikisinin arasında bir hafta süre vardır.

Aslına bakarsanız, Müslüman da Hristiyan yılbaşını kutlamaz. Ama biz bu saçmalığı 'zarar yok, maksat gülmek eğlenmek' teranesiyle gazete sayfalarından da pompalarız. Madem öyle, 9 Şubat'ta da Budist yılı başlıyor (Maymun yılı bitiyor, Horoz yılına giriyoruz), onu niçin kutlamıyorsunuz?

Hummer cipinin arkasında ekmek arası köfte ve çöp şiş satmak gibilerden bir çelişki...

Bu kültür çorbası, hem yüzde yüz doğulu ya da yüzde yüz batılı olamamakla, hem de modern olmadan post-modern 'takılmakla' mümkündür.

Orhan Kemal okumadan Perihan Mağden, Oğuz Atay okumadan Ahmet Altan okunmaz.

Nefi ya da Baki okurken birdenbire Küçük İskender'e ya da Murathan Mungan'a da atlanmaz. Arada aşamalar vardır.

Türkiye bir yanıyla çok direndi ve çok geç kaldı, öbür yanıyla yeni çağa kayıtsız şartsız tam teslim oldu.

Onun için okuma yazma bilmeyen ninelerle bilgisayar çökerten bacaksızlar yanyana...

Bu bir 'kültürel şizofrenidir', çift kişilikli toplum. Daha doğrusu 'kimliği parçalanmış, kırılmış' toplum. Hem doğulu hem batılı, ne doğulu ne batılı. Hem köylü hem şehirli, ne köylü ne şehirli. Hem ilkel hem çağdaş, ne ilkel ne çağdaş. Latince terimi ben uydurdum, telif hakkı istemem.

Kiminizin el öpme turlarıyla ve 'kabristan ziyaretinde', kiminizin Avrupa'da kumar oynayarak, kiminizin namaz kılarak kiminizin rakı içerek, kiminizin hac seferinde kiminizin cici mama peşinde geçireceği bayramınızı kutlarım.

YAZI:Engin ARDIÇ