Zina tartışılırken gözden kaçanlar
Abone olEkrem Dumanlı, zinaya kenetlenen medyanın can alıcı konuları kaçırdığına dikkat çekti. Dumanlı'ya göre medya, vakit geç olmadan asıl vazifesine hemen geri dönmeli.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, zina konusuna
kilitlenen medyanın çok büyük önem arzeden temel konuları ıskaladı.
diyen Dumanlı'ya göre asıl 'can alıcı' nokta bir anda bakın nasıl
geri plana düşüverdi:
- ‘Zina konusu tartışılmasın' diyen yok; ancak yüzlerce maddesi
olan yeni TCK Tasarısı sadece bir mevzua mı kilitlenmeliydi? Basın,
adeta her şeyi unuttu, zina konusuna kilitlendi. Nerede kaldı temel
hak ve özgürlüklerin müdafaası, nerede kaldı dördüncü kuvvet
esprisi içindeki demokratik denetim? Aslında bu yasa tasarısı gün
yüzüne çıktıkça bazı endişeler belirmeye başlamıştı. Ancak bir anda
gündem değişti ve asıl can alıcı nokta geri plana düştü. Öteden
beri Türkiye'de ifade özgürlüğü mücadelesi veren sağcı, solcu,
muhafazakar, herkes yeni TCK Tasarısı'ndan endişe duyuyor. Medyanın
da "zina" girdabından çıkıp esas vazifesini hatırlaması gerekiyor.
Tabii vakit çok geç olmadan!
Kamuoyu günlerdir Türk Ceza Kanunu (TCK) Tasarısı'nı tartışıyor.
Tartışıyor; ama sadece bir konuyu: Zina. Neredeyse herkes bu konuya
kilitlenmiş durumda. Yok efendim zina için ceza konması AB
standartlarına uyar mı, zina maddesi devletin yatak odasına kadar
girmesi anlamına gelir mi, zinanın çağrıştırdığı dinî mânâlar
Türkiye'nin dünyadaki imajını bozar mı?..
‘Zina konusu tartışılmasın' diyen yok; ancak yüzlerce maddesi olan
yeni tasarı sadece bir mevzua mı kilitlenmeliydi? Basın, adeta her
şeyi unuttu, zina konusuna kilitlendi. Nerede kaldı temel hak ve
özgürlüklerin müdafaası, nerede kaldı dördüncü kuvvet esprisi
içindeki demokratik denetim? Aslında bu yasa tasarısı gün yüzüne
çıktıkça bazı endişeler belirmeye başlamıştı. Ancak bir anda gündem
değişti ve asıl can alıcı nokta geri plana düştü. Zina polemiği
medyaya en temel meseleleri unutturdu.
Zaman uyarı görevini yapıyor
Zaman, 9 Temmuz'da "Vekiller 'millî yarar'da anlaşamadı" başlığı
ile 3. sayfada geniş bir haber yapmıştı. Gazeteciler için sıkça
tartışılan bir konudur "millî yarar". Çünkü bu kavrama herkesin
yüklediği anlam farklı. Mesela son dönemlerde bazı çevrelerin
seslendirdiği "ulusal çıkarlar"ın çoğu, millî menfaatlerimizi
yansıtmıyor. İlginçtir, bu tartışmanın yaşandığı gün komisyonun
akademik danışmanlarından Doç. Dr. Adem Sözüer, düzenlemenin ifade
özgürlüğünü sınırlandırdığını söylüyor. Hatta Adalet Bakanı Cemil
Çiçek, "Hayatımda en heyecanlandığım an, Sayın Baykal'ın enerji
bakanı olduğu dönemde ATAŞ Rafinerisi'nin millîleştirildiği andır."
diyor ve bugün hadiseye daha farklı baktığını ifade ediyordu. Bakan
Bey haklıydı. "Millî yarar" kişiden kişiye, zamandan zamana
değişebiliyordu.
Meclis Adalet Komisyonu'nda Çiçek ve Sözüer bu kadar net bir tavır
takınırken tasarı, nasıl olmuş da bu kavramın belirsizliğinden
arındırılamamıştı? Vakıa, 306. maddenin 4. fıkrasında ‘milli
yarar'ın tanımı yapılarak konuya bir sınırlama getirilmeye
çalışılmıştı; ancak kavram hâlâ yoruma açıktı ve kanunlardaki yorum
boşluğu her zaman için keyfi uygulama alanları açabiliyordu...
Aylardır hukuk muhabirimiz Murat Aydın'ın ikaz dolu haberleri yer
alıyordu gazetede. Mesela yukarıda zikrettiğim haberle yetinmeyip
19 Temmuz'da bir başka habere imza atmıştı Aydın. Ve o haberde yeni
TCK'nın temel özgürlükleri kısıtlaması endişesini dile getirmişti.
Meclis Adalet Komisyonu Başkanı Köksal Toptan'dan özel görüş almış.
Toptan, demiş ki; "CHP'nin bu konuda ısrarı nedeniyle başörtüsü
noktasında sıkıntı doğuracak olan bölüm değiştirilemedi. CHP'nin
kendine özgü kırmızı çizgileri var, bundan geri adım atmıyor.
Uzlaşmanın birkaç madde nedeniyle bozulmaması için bu maddeler
kabul edildi."
Şaşırtıcı! Kamuoyu, CHP'nin değil AKP'nin kırmızı çizgilerini merak
ediyor.
TCK Tasarısı ile ilgili çekinceler, sadece Murat Aydın imzalı
haberlerle sınırlı değildi aslında. Mesela 22 Temmuz'da Yorum
sayfamızda ilginç bir yazıya yer verilmişti. Hüsnü Tuna imzalı
yazıda "Yeni TCK Tasarısı bir reform mudur?" sorusu gündeme
getiriliyordu.
Tuna'nın yazısında, tasarının 1988'lerde başlayan bir hazırlık
süreci yaşadığı ve "totaliter bir yapıda olduğu" söyleniyordu. Aynı
değerlendirmede çok açık bir ifadeyle "mevcut yasanın daha da
gerisine gidiş anlamına gelecek maddeler taşıması" üzerinde
duruluyordu. "Ceza Kanunu'nda çizilen sınırları zorlayarak suç
ihdas etme ve yorum yoluyla insanları cezalandırma" tehlikesi
taşıdığı dile getiriliyordu.
Birkaç örneğinden ancak bahsedebildiğim haber ve yorumların amacı
belliydi: Adalet Komisyonu'nun eleştirilere kulak vermesini
sağlamak ve tarihi bir yanlışı düzeltmek. Komisyon üyelerinden
gelen sinyaller hataların asgariye ineceği yönündeydi. Ancak
beklenen olmadı ve Meclis'in açılışına ramak kala basın hâlâ zina
konusuna odaklanmış durumda. Oradan çıkamıyor ki olaylara yukarıdan
bakma fırsatı bulabilsin. Son birkaç ayda, zina tartışmalarına
kurban giden bazı endişeler zaman zaman teskin ediliyor, "gerekli
değişiklikler yapılır" nevinden şeyler söyleniyordu. Tâ ki geçen
çarşamba Zaman'ın "Zina tartışması TCK'daki yasakçı maddeleri
gölgeliyor" haberi çıkana kadar.
TCK’daki temel sakıncalara dikkat!
Zaman, geniş bir hukukçu kadrosundan ilmî görüşler talep etti.
Tasarının lehinde olanlar da vardı, aleyhinde olanlar da. Aslında
herkes yeni bir TCK'ya ihtiyaç olduğunu kabul ediyor, çıkarılacak
yasanın Türkiye'yi daha modern bir hukuk devleti haline getirmesini
istiyordu. Yasa tasarısının satır aralarına girildikçe endişeler
dile getirildi. Ve dört önemli başlık altında yasa ile ilgili
sakıncalar dile getirildi: 1- Düşünce özgürlüğünden geriye dönüş
olabilir; çünkü 312. madde ile ilgili yapılan düzenleme "tehlike"
kavramının keyfi yorumuna kapı açıyordu. 2- Tasarıda yer alan
'temel millî yarar' kavramı sorun olabilir; çünkü muğlak bir kavram
olan "millî yarar" yanlış yorumlanabilir. 310. maddede yer alan
"cebir veya tehdit" ifadeleri özellikle olağanüstü durumlarda
yanlış yerlere çekilebilir. 3- Kisve yasağı, başörtüye hapis
getirebilir; çünkü düzenlemenin bu haliyle çıkması durumunda
başörtüsü takanlara 1 yıla kadar hapis cezası verilebilir. 4- Din
görevlilerine ağır cezalar gelebilir; çünkü görev sırasında olmasa
bile bir din görevlisinin devlet idaresini kötülemesi din
görevlilerine 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası getirebilir...
Bütün bu endişelere Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı aynen
şöyleydi: "Boşlukları Yargıtay içtihadı dolduracak". Bu, ikna edici
bir açıklama gibi görünmedi, soru işaretlerini çoğalttı...
Öteden beri Türkiye'de ifade özgürlüğü mücadelesi veren sağcı,
solcu, muhafazakar, herkes yeni TCK Tasarısı'ndan endişe duyuyor.
Medyanın da "zina" girdabından çıkıp esas vazifesini hatırlaması
gerekiyor. Tabii vakit çok geç olmadan!
Hükümet, Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda tarihî adımlar
attı. Eminim, bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir boşluk yaşanıyor
ve eminim TCK, daha doğru bir çerçeveye kavuşturulacak. Türkiye'ye
yakışan da bu olsa gerek...
Kanun sadece gazeteler için hızlı işlememeli
Yargıtay-MİT-Çakıcı ilişkisini duymayan kalmadı. Gazeteler,
televizyonlar, internet siteleri, en ince ayrıntısına kadar konuyu
gündeme taşıdı. Mevzuun tartışılacak o kadar çok yönü var ki!
Devletin bütün mekanizmalarıyla harekete geçmesi, konu ile ilgili
kişiler hakkında soruşturma başlatması, elde ettiği bilgileri
kamuoyuyla paylaşması gerekiyor...
Ne yazık ki Yargıtay-MİT-Çakıcı skandalının ilk faturası
gazetecilere kesildi. MİT, savcılığa başvurunca bakın ne oldu:
Çakıcı için Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'yla görüşen kişiyi ilk
açıklayan gazeteci Ercan Gün hakkında soruşturma açıldı. Gün'ü
Zaman'daki emniyet haberlerinden ve gazetecilik başarısından
tanıyorsunuz. Mesleğini büyük bir ciddiyetle yapan Ercan Gün ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürümüz Yakup Akalın, konu ile ilgili ilk
ifade veren kişiler oldu. Tabii soruşturma faslından diğer
gazeteler de (Posta ve Milliyet gibi) paylarına düşeni aldı.
Beşiktaş Ağır Ceza savcısına ifade veren Ercan Gün, "Ben
gazeteciyim, gündemde olan bir haberle ilgili ulaştığım bilgiyi
habere dönüştürdüm. Amacım, kurumları ya da kişileri yıpratmak
değildir." demiş. Doğru söylemiş. Türkiye'deki adalet mekanizması
da Zaman'ın yayın titizliğini iyi bilir. Yine de kamu vicdanı,
"keşke gazeteler söz konusu olduğunda hızlı çalışan adalet
mekanizması, haberde adı geçenler için de geçerli olsa" demekten
alıkoyamıyor. Doğru değil mi?
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: