Yedi kez nişanlanan gazeteci
Abone olAkşam gazetesinin en kıdemli yazarı Şakir Süter ile özel röportaj
Röportaj: İnternethaber – Dilek
Yaraş
Akşam gazetesinin en kıdemli yazarlarından olan Şakir
Süter; gazetecilik mesleğine 1970 yılında ‘eski’ Akşam
gazetesinde başladı. Onun şu anda da Akşam gazetesinin yazarı
olması sürekli aynı gazetede çalıştığı anlamına gelmiyor elbette.
Tam tersi, ‘eski’ Akşam ile ‘yeni’ Akşam arasına tam on altı gazete
sığdırmış... Otuz altı yıllık meslek yaşamının gazete sayfalarına
sığmayan bazı ilginç konularını ise ‘’Beyaz Elbiseli
Kadın –Tansu Çiller’’, ‘’Merkez Sağda Tapu
Kavgası’’ ve ‘’Derin Halk’’ isimli
kitaplarda toplamış.
Geçtiğimiz yaz, kansere yakalandığını öğrendiğimiz Şakir Süter
hepimizi çok korkutmuştu. Ama o, zorlu bir ameliyatın ardından kısa
sürede toparladı kendisini ve yazılarına, yani okuyucularına geri
döndü...
Çok zorlu bir süreç geçirdiniz. Şimdi
nasılsınız?
Geçen sene Temmuz ayında, nefes borumdaki bir tümörün alınmasıyla
sonuçlanan ameliyatın ardından şimdi yorucu bir tedavi süreci
içindeyim. Ama insan nelere katlanmıyor ki... Hem, tıpta gerçekten
çok iyi gelişmeler var. Erken müdahale edilebiliyorsa ölümcül
tehlike ortadan kalkıyor.
Okurlarınızın köşenizden aldığı ilk izlenim, siyasi gündemi
yazan, kulis haberleri veren bir ‘ağır abi’ görüntüsü. Aşağılara
indikçe bu görüntü değişiyor ve karşımıza, son derece muzip ve
hınzır fıkralar anlatan -deyim yerindeyse- ‘fırlama’ bir
kişilik çıkıyor. Bunlardan hangisi sizin genel yapınıza daha çok
uyuyor?
Espriyi çok severim. Espritüel insanlara ve mizah yazarlarına
saygım büyük. O işi beceremediğim için de eksiklik hissederim.
Kahkaha atmayı, kahkaha atabilenlerle dostluk etmeyi severim. Ama
asla sululuk etmem, tahammül edemem ve bunu belli de ederim. Bu
halimi görenler ister ‘nemrut’ ister ‘ağır abi’ derler. Gelenekleri
dikkate alırım ve tutucu olmaktan uzak, muhafazakar bir
kimliği içimde barındırırım.
Hep böyle miydiniz?
Ben gençliğimi içimden geldiği gibi yaşadım. Çocukluğumu da öyle.
Aslında yaşını yaşayabilmiş şanslı kullardan biriyim. Kendimi
sadece belli konularda frenledim. Mesela büyüklerime karşı asla
saygısızlık etmemek gibi bir hassasiyetim var. Bu konuda biraz
tutucuyumdur. Hele hele meslek büyüklerimi incitmemek için çok özen
gösteririm. Onların emeklerine hep saygı duymuşumdur. Aldığım
terbiye benim böyle davranmamı gerektiriyor.
Ama karakter olarak, uçarı, yerinde duramayan bir adamımdır ben.
Kova burcuyum, yükselenim de Aslan. Çabuk sıkılan bir adamım.
Çabuk sıkıldığınız on altı gazete, yedi de nişanlı
değiştirmenizden anlaşılıyor biraz....
Evet, Akşam on yedinci gazetem... Yedi kez nişanlandığım da doğru,
ama yurt dışında oldu bu.... Ancak, tek işli ve tek eşliyim. İş ve
eş konusunda tutucu da diyebilirsiniz bana. Sülalemde de ikinci
evliliğini yapanların sayısı azdır mesela.
Oğlunuz Barış, askerden yeni geldi... Nerede yapmıştı
askerliğini?
Erzincan ve Burdur’da. Şu anda, çok yakın ve düzgün bir arkadaşıyla
ortak iş yapıyorlar. Barış, nişanlı. Yıl sonuna kadar evlenecekler
herhalde...
Barış’la birbirinize benzer misiniz?
Onun annesiyle benim aramda bir sentez olduğunu öyleyebilirim.
Böylesinin daha iyi olduğunu düşünüyorum... Allah herkese böyle bir
evlat nasip etsin.
Gazeteciliğin muhabirlikten yöneticiliğe her alanında
çalıştınız yıllarca... En sevdiğiniz alan hangisiydi?
82-83’te bir yıl boyunca serbest muhabirlik yaptım. O sene,
araştırma-inceleme dalında yılın gazetecisi seçildim. İki dalda
birden giremediğim için Bekir Çelenk ile yapılan
röportajım güme gitti. Bütün dünya basını Çelenk’in peşindeyken
onunla Sofya’da görüştüm. Dünya basını ve ajanslar o röportajdan
alıntılar yaptı. Türkiye’den Hürriyet gazetesi o haber için on bir
muhabiri Bekir Çelenk ile görüşmek üzere göndermişti ayrı ayrı.
İçlerinden yalnızca biri (Serdar Koçak) sadece fotoğraf
çekerek geri döndü. Diğerleri görüşemedi. O fotoğraf da sekiz
sütuna manşet olmuştu Hürriyet’te. Bir hafta sonra ben gittim,
görüştüm; bu müthiş bir başarı olmuştu...
Kısacası o dönem muhabir olarak en verimli olduğum, en severek
çalıştığım hem muhabirliği hem de yazarlığı bir arada yaptığım bir
dönem olmuştu.
Ya köşe yazarlığı...
Ben hiç köşe yazarı olayım diye plan yapmadım doğrusu. Röportaj
yazarlığı benim çok severek yaptığım bir şeydi...
1982 yılında bir gün, Oktay Abi (Verel) çağırdı, yanında Orhan
Tahsin ile Rauf Tamer var. Orhan Tahsin iyi bir gazeteci ama ters
bir adam, asla kolay beğenmeyen biri. Oktay Abi, ‘’haftalık köşe
yazısı yazacaksın’’ dedi. Benim röportaj diye yazdığım yazıyı çok
beğenmiş. ‘’Rauf’a okuttum,’’ dedi, Rauf Abi eliyle çok güzel
işareti yaptı. Döndü Tahsin’e, ‘’iyi iyi’’ dedi. Bunun üzerine Rauf
Abi ‘’ Bu Orhan Tahsin nalet bir adamdır. Hiçbir şeye iyi demez,
kıymetini bil..’’dedi. Öyle başladım...
Kaç yaşındaydınız?
32 yaşındaydım. (Ama 29 yaşında da haber müdürlüğü yapmıştım.) Köşe
yazarlığına, üç ustanın onay ve teşviğiyle başlamama rağmen
yadırganabileceğini düşünerek mahçup bir ruh haliyle yazıyordum.
Çünkü, bana hâlâ ‘’dünkü çocuk’’ gözüyle bakanlar vardı.
Mesleğinizde en iddialı olduğunuz konu...
Haber konusunda iddialıyım. Bu benim mesleki anlamda en önemli
avantajımdır diye düşünürüm. Hiçbir şeyi bilmesem haberciliği iyi
bilirim.
Köşenizde sizi en çok yoran bölüm
hangisi....
Ana yazının altındaki küçük fıkralardır. O zor bir iştir,
oturtabilmek lazımdır.
71 senesinde Akşam gazetesinde bu imkanı verdiler bana. 12 Mart
darbesinde Çetin Altan’ı içeri aldılar.
Altan Öymen onun yerine geçti. Sonra, Altan Abiyi
de uçak kaçırmaktan dolayı hapse attılar. İlhami
Soysal da hapisteydi. Yavuz Donat
iseTercüman gazetesine geçti ve köşeler boşaldı. Çetin Altan’ın
‘’Taş’’ isimli köşesinin sonunda ‘Şeytan’ın Gör Dediği’ klişesi
altında fıkralar yazdığı bir bölüm vardı.... İşte o günlerde beni
yazı işlerinden çağırdılar ve Çetin Altan’ın o köşesinde 6-7 tane
fıkra yazmamı istediler. Böylece Ş.S imzası ile mini fıkra
yazarlığına başlamış oldum.
Meslek büyüklerim bana hayli şans tanıdılar. Eski Akşam’da, henüz
iki yıllık gazeteciyken günlük yarım sayfa hikaye yazdırdılar. Spor
servisinde çalışırken, birinci sayfaya yazı dizileri yazdırttılar.
Aynı gazetede, bana sayfa çizmeyi de öğrettiler. Yani, birden fazla
öğretmenim vardı ve o süre içersinde hepsinden bir şeyler öğrendim.
Onların her birine kendimi hâlâ borçlu hissederim. Bu vesileyle
onlara şükranlarımı sunmak istiyorum.
Borcunuzu kendiniz de gençlere öğretmenlik yaparak
ödüyorsunuz...
Evet, 1990 yılından beri İstanbul üniversitesinde
ders veriyorum. Bunu da çok severek yapıyorum. Paylaşma duygusu
yüksek olan insanlar vardır, ben de onlardan biriyim....
Ustalarımdan öğrendiklerimi ve birikimimi öğrencilerle
paylaşıyorum.
Eminim okuyucularınız -hepimizin abisi- Sıtkı Sinir’in
nasıl doğduğunu çok merak ediyorlardır...
28 Şubat sürecinde müthiş bir Başbakan’a yalakalık yarışı vardı.
Başbakan her kimse, bizim basınımızda korkunç bir övgüler manzumesi
oluyordu.
O günlerde ben bunlara açıktan tepki gösteremiyordum. Oturdum bir
yalaka tipi çıkardım. Sıtkı Sinirli diye yaşlı bir adam. Başbakanın
korumacılığına soyunmuştu. Başbakanın kim olduğu değil, Sıtkı
Abi’nin çıkarlarını koruyup korumadığı önemliydi. O kritik dönemde
bu yolla yani şakayla karışık çok şey söylediğimi
düşünüyorum...
Şimdi de, çocuğu yaşındaki Tayyip Erdoğan’ı koruyup babalık ve
hamilik yaparak avantasını buluyor Sıtkı Abi....
Okuyucu mektupları geliyormuş Sıtkı Abi’ye....
Evet, geliyor. ''Alçak, utanmaz, şerefsiz, yalaka,'' diyen
de var... ''Helal olsun sana Sıtkı Abi, bu Türkiye’nin en
namuslu gazetecesi sensin,'' diyenler de...
Kahvelerdeki, sokaktaki vatandaşın arasına karışmaya ve
onların görüşlerini köşenizden aktarmaya özen gösterdiğinizi
biliyorum.... Sokaktaki vatandaşın gündemiyle medyanın gündemi
örtüşüyor mu sizce?
Hiç örtüşmüyor. Mesela geçenlerde, kimimiz yüklenmek, kimimiz sahip
çıkmak adına şakır şakır Ali Kırca yazıyorduk. O
günlerde izne çıkmıştım... Bir tek Allahın kulu çıkıp da şu Ali
Kırca meselesi nedir diye sormadı.
Neydi peki halkın gündemi?
Örneğin, '‘Allah belanı versin'' diye bir şarkı var...
Buna müthiş bir öfke var. Ama bu haber olarak yok medyada...
Hiç olur mu, ''liseli gençlerin en sevdiği şarkı''
haberi vardı ya...
Ben de bunu söyleyeceğim işte... onlara, ‘’Ya siz böyle
söylüyorsunuz ama gençler bunu seviyor’’ diyorum.
‘’Siz yalan yazıyorsunuz, O herifin kaseti çok satsın
diye alet oluyorsunuz.‘’ diyorlar.
Cumhurbaşkanı kim olacak diye bir derdi var mı milletin?
Erdoğan’ın Köşke çıkmasını istiyor mu sokaktaki
vatandaş?
O konuda fikir sahibi olmak istiyorlar doğrusu. Ama, halkın
seçmesini istiyorlar. Hatta Tayyip Erdoğan’ın olmasını istemeyen Ak
Parti’ye oy vermiş olanlar da var....
Doğrusu şu, Erdoğan hukuken Cumhurbaşkanı olmayı hakediyor. Özal ve
Demirel’den farkı yok. Fakat, problem sadece eşinin türbanlı olması
meselesi değil...
Ne peki mesele?
Deniz Baykal’ın yaklaşımı şu mesela ‘’
Yeterli olmadığı bir konudur.’’ diyor. Sanıyorum DYP
ve ANAP’ın karşı çıkışındaki temel nokta bu.... Halk ise kendi
karar vermek istiyor. Ama bu ancak sistemi iyi kurulmuş bir seçimle
olabilir.
Vatandaşın Erdoğan’a ve Ak Parti’ye muhabbeti eskisi gibi
mi sizce?
Bizim halkımızın aşkları mevsimliktir. Çabuk tutulur, çabuk
vazgeçerler. Henüz Erdoğan’dan tamamen vazgeçtiklerini söyleyemem.
Ama tıpıkı zamanında Menderes’ten, Demirel’den, Ecevit’ten,
Özal’dan vazgeçtikleri gibi Erdoğan’dan da vazgeçmeye
başladıklarını görüyorum... O nedenle ben Erdoğan’ın yüzde 30’un
daha da altında düşme ihtimalinin olduğuna inanıyorum.
Eğer bizim halkımız mazohist değilse Ak Parti’nin birinci parti
olsa bile tek başına bir iktidar olamayacağına inanıyorum... Ama bu
önümüzdeki dönemde diğer partilerin göstereceği performansa ve
siyaset sahnesindeki yeni siyasi oluşumların nasıl sonuçlanacağına
da bağlı...
Muhalefetin performansını nasıl buluyorsunuz
peki?
Muhalefete haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Bence, iyi muhalefet
yapılıyor.
Kimler yapıyor bu ‘iyi’ muhalefeti?
CHP de yapıyor, MHP de, DYP de ANAP da....
Ama, özellikle de CHP'nin sadece belli konular üzerine
yoğunlaşarak muhalefet yaptığına dair yazılar okuyoruz sık
sık...
Bu muhalefete medyanın yer verip vermemesiyle ilgili... Medya şunu
dememeli. ‘’Canım onlar da sırf demeç muhalefeti yaparak yasak
savıyorlar’’. Öyle yaptıkları günler de olabilir. Ama bazen
ortaya gümbür gümbür bir şeyler koyuyorlar... Fakat, medya
görmezden geliyor.
Muhalefetin ‘muhalefet’ yaptığını sokaktaki vatandaş nasıl bilecek
o zaman.... Meydan meydan dolaşıyor adamlar... Orda bir şeyler
söylüyorlar... Ancak o sözler sadece Ordu’da duyuluyor....
YARIN: ‘’Muhtıra gibi’’ yazısına Başbakanlığın ve Genelkurmayın
verdiği cevaplar. Politikacılarla faza samimi olmanın sakıncaları.
Halk darbe ister mi? Aydınların nasıl tepki göstermesi gerekir?