Vuslat Doğan da Bilgin'e yüklendi
Abone olZaman Gazetesi'nden Nuriye Akman ile röportaj yapan Aydın Doğan'ın kızı Dinç Bilgin'i yerden yere vurdu.
Vuslat Doğan Sabancı, Aydın Doğan’ın dört kızından biri.
Hürriyet’in İcra Kurulu Başkan Yardımcısı. Şimdiye kadar bu
özellikte bir röportaj vermedi kimseye. O nedenle onunla ilgili
bilgilenebilmek için, önceden değişik çevrelere sordum. Herkes
ondan zeki, genç, sosyal, girişimci, hiperaktif, mütevazı bir iş
kadını olarak söz etti. Şimdi, doğru söylediklerini düşünüyorum.
İki buçuk saat süren görüşmemizde bana kendisini ifade eden en
doğru rengin kırmızı olduğunu söyledi; ama kırmızının ilk anda
çağrıştırdığı yırtıcılık, ateşlilik unsurları yerine, ruhunun
şeffaf, hoşgörülü, sabırlı, zekasının altını fazla çizmeyen pastel
tonlarını sergiledi. Soru sormak, karşı tarafta biraz da kendini
aramaktır. Belki o benim ruhumun yumuşak çizgilerine ayna oldu. Bu
söyleşide gerilim yok. Samimiyet ve sıcaklık var. Hürriyet Gazetesi
İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Vuslat Doğan Sabancı, gazete sahibi
olarak yetiştirildiğini, gazete idarecisi nosyonuyla büyütüldüğünü
söyledi. Nuriye Akman’a konuşan Aydın Doğan’ın kızı, “Eğer genel
yayın yönetmeni olmak isteseydim bunu elde ederdim, mutlaka da
peşinden giderdim. Aydın Bey de, annem Sema Hanım da yolumu
tıkamazdı.” dedi. Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök
ile çok uyumlu çalıştıklarını ifade eden Vuslat Hanım, yayın
yönetmenliğinde Özkök kadar başarılı olamayacağını düşünüyor.
“Aydın Bey'in kızları olmasaydı ne olacaktı?” sorusuna, “Yazık
olurdu. O zaman Hürriyet’in bundan sonraki 125 yılını kim
düşünecekti?” cevabını veren Vuslat Hanım, 25 yılını dolduran Doğan
Medya Grubu’nun vizyonunu çizdiğini, bir 125 yıl daha var olacak
diye çalıştığını kaydetti. Vuslat Hanım, AK Parti’yi rejimi tehdit
edecek bir parti olarak görmüyor. Hükümetin Irak konusunda
deneyimli davranmadığını, ancak IMF ve Avrupa Birliği konularını
iyi götürdüğünü söylüyor. Tayyip Erdoğan’ı gıpta edeceği bir lider
olarak görmediğini, Türkiye'nin en iyi liderinin Turgut Özal
olduğunu belirtiyor. Doğan Sabancı, Hürriyet'in yazarlarından Emin
Çölaşan’ı iyi bir yazar olarak görüyor, ancak bazı konularda
kendini tekrarladığın eklemeyi ihmal etmiyor. Ayşe Arman ile Pakize
Suda’ya ise ‘bayılıyor’. Vuslat Hanım, sen diyebilir miyim size?
Tabii lütfen. Zenginlik, güzellik, iktidar, başarı, annelik. Tanrı
her şeyi vermiş sana. “Bu kadar çok şeyin sahibi olmak için, Tanrım
ben ne yaptım sana?” diye şaşırdığın oluyor mu? “Tanrım ben ne
yaptım sana”dan çok, “Tanrım sana şükürler olsun” diyorum, hep.
Önemli biri olduğun için mi değerlisin, yoksa değerli biri olduğun
için mi önemli hale geldin? Değerli biri olmayı çok hak etmeye
çalıştım. Hak ettiğimi de düşünüyorum. Onun için önemli biri oldum.
Şanslı bir ailede, dünyanın şanslı bir ülkesinde, şanslı bir
konumda doğdum. Bu şansları kendimi geliştirmek için iyi
değerlendirdim. Gazetenin değişik birimlerinde çalıştın, habere
çıktın. Kendine “en tepeden geldi” dedirtmemek için mi? Bu kadar
hesaplı olmadım. Ben gazeteciliği çok seviyorum. Gazetecilik okudum
yurtdışında. Orada da haber yaptım, haber yapmaya da bayılıyorum.
Hürriyet’e 96’da girdim. Gördüm ki mevcut kimliğimle benim
gazetecilik yapmam pek kolay değil. Yaptığın habere soyadından
dolayı farklı anlamlar yüklüyorlar. Hiç anlamı yok halbuki. Çünkü,
sadece gazeteci olarak algılanmıyorsun. Neden o günlerde, gazeteye
manşet olacak kadar önemli bir iş çıkarmadın? Genel yayın
yönetmeni, Vuslat Doğan’ım diye bana torpil geçmediğinden. Gazeteci
olma gibi bir iddiam da yoktu ayrıca. Bir muhabir olarak Türkiye’de
sokağa çıktığında, haber peşine gittiğinde neler yaşanabileceğini
az çok gördüm, hissettim. Hiç başbakanı takip ettin mi, hiç
yollarda kaldın mı? Yani muhabirliğin çilesini ne kadar çektin?
Kavgalar içinde oldum. Altın borsasını Tansu Çiller açtığı zaman,
onun açılışına gittim. Müthiş bir kaostu. O zaman kafama kamera
yedim. Asıl hedefinin idareci olmak olduğunu bildiği için mi
Ertuğrul Özkök, seni habercilikte daha fazla zorlamadı? O üç ay
benim staj dönemimdi. O arada mastırımı yapıyordum Amerika’da.
Döndükten sonra da ben zaten direkt yönetim birimlerinden başladım.
Özkök’le bizim ilişkimiz çok samimi ve çok yakınız. Bence Türk
dünyası için büyük bir şans. O dönemde Ertuğrul Özkök 11’inci
kattaydı. Onu görmezdim, Enis’le çalışıyordum, ekonomide. Sonra
Ferai’yle çalıştım dış haberde. Özkök’ün ne yaptığından haberim
bile yoktu. Şimdi sen de 11’inci kattasın. Profesyonel anlamda bir
ast üst ilişkisi mi var aranızda? O icra kurulu başkanı. Ben başkan
yardımcısıyım. Profesyonel anlamda da birbirimizi çok
tamamladığımızı düşünüyorum. Ben gazetenin kârıyla, zararıyla,
doğru yönetilmesiyle, stratejisiyle, daha uzun hedefleriyle
ilgiliyim. Özkök yayın politikasıyla ilgili daha çok. Özkök’le
yerin değişseydi, Hürriyet’te neler değişirdi? Çok matrak, bunu
söylemem lazım. (Gülüyor). Biraz evvel Özkök’ün odasındaydım.
Sekreterim “Nuriye Hanım geldi” dedi. Özkök’e “Sence ne sorar?”
dedim. Dedi ki, “Bence senle beni kavga ettirmeye çalışır. Ben onun
yerinde olsam, öyle yapardım. Ben onun ruhunu biliyorum” dedi.
Hakikaten bilir. Ben onun verdiği şansla gazeteci oldum. Bir
zamanlar ‘ruh arkadaşı’ deyimini kullanırdı benim için. Ama
gerçekten seni anlamak için soruyorum. Bence hiç değişmezdi. Yapmak
isteyip de yapamadığım hiçbir şey yok Hürriyet’te. Ya genel yayın
yönetmeni sen olsaydın? Ben onun kadar başarılı bir genel yayın
yönetmeni olamazdım. O daha yaratıcı, çok daha iyi bir gazeteci.
Herkesin doğası. Ve eğer olmak isteseydim bunu elde ederdim,
mutlaka da peşinden giderdim. Ve biliyorum ki Aydın Bey de yolumu
tıkamazdı, Sema Hanım, annem de tıkamazdı, yani yolu açardı. Ama
yeteneklerimden dolayı yapamazdım. “İsteseydim kimse beni
tıkayamazdı”. Bu kadar çok güven içinde olmak “az reel” bir şey
gibi geldi. Bu senin yorumun Nuriye. Ben kendimde o yeteneği
görseydim, yapabileceğime inansaydım, olurdum. Ama benim aklımdan
geçmedi. Gazete sahibi olarak yetiştirildim, gazete idarecisi
nosyonuyla büyütüldüm. Tabii gazeteciliğin ruhunu anlamadan bunun
çok zor olacağını düşünüyorum. O ruhu da anlamaya çalıştım, bu yol
haritamın içinde. İdareci olarak senin üstünlüklerin neler? Hem
sabırlıyım, hem çabuk karar verme yeteneğine sahibim. İnsanları
dinliyorum. Bir yerden duyduğumu mutlaka birkaç yerden check
ederim. Fevri olmamak ve yanlış karar vermemek için. Sen burada
gerçekten elzem misin? Tabii elzemim. Neden? Özkök mükemmel bir
şekilde yıllardır idare ediyor her şeyi. Sen olmasan da idare
ederdi yine. Sen niye varsın? Ben jenerasyonlar üzerinde düşünmeye
çalışıyorum ve vizyonu çiziyorum. Bugün 25 yılını doldurdu Doğan
Grubu medyada olalı. Bir 125 yıl daha var olacak diye çalışıyorum
ve bu vizyonla hareket ediyorum. Bugün varım, yarın yokum diyemem.
Türkiye için de bunu diyemem. Medya için de diyemem. Aydın Bey’in
kızları olmasaydı ne olacaktı? Yazık olurdu. O zaman Hürriyet’in
bundan sonraki 125 yılını kim düşünecekti? Profesyonel bir idareci
düşünemez mi? Ama sahiplik olarak öyle yani. Ben dünden gelen,
yarınlara gidecek sahiplik müessesesini temsil ediyorum.
Dolayısıyla benim yaptığım yanlış çocuklarıma yansıyacak. Ama bir
profesyonelde böyle bir şey yok. O sorumluluğu bugün için yaşıyor.
Vuslatçığım, aile şirketi olmayan, yüzyıl yaşayan çok büyük
şirketler de var. Dünyada var, Türkiye’de yok. Halka açık
hisselerin çok iyi takip ediliyor olmasından, halkın ve
yatırımcıların da bu sorumlulukla bakıyor olmasından dolayı, var
tabii. Türkiye’de piyasalar, yatırımcılar o noktaya gelirse
olabilir. Vuslat faktörünü kristalize eder misin lütfen? Vuslat
faktörü, geleceğe yatırım yapmanın önemi. Yatağa başımızı
koyduğumuzda doğru yaptığımızı bileceğiz. Ve rekabetçi olmak çok
önemli. Kaybedecek bir kuruşumuz yok. Bence kârlı çalışmayı
öğrendi, sektör, gazete. Bizim yaptığımız, çıkardığımız hiçbir
üründen zarar etme lüksümüz yok. Seninle birlikte olan şeyler mi
bunlar? Tabii. Senden önce?.. Yaşar Eroğlu vardı. O dönemde bir
sürü dalavere, bir sürü entrika. Herkes, kendisinin ne iş
yaptığından ziyade, başkasının ne iş yaptığına konsantre. Ben çok
düz, yatay bir yönetim anlayışına sahibim ve kapım açıktır.
Entrikalarla, ayak kaydırmacalarla kaybedecek vaktimiz yok. Biz
dümdüz bakıp, çok iyi bir takım olup, harmoni içinde çalışıp,
hedeflerimizi çok iyi belirleyip ve sonuç odaklı çalışıyoruz.
Duygularından kendini arındırman lazım. Bir dönem oldu, Sabah
Gazetesi bilmem ne promosyonları veriyor ve bilmem ne kadar
satıyor. Biz de tiraj yapmalıyız kardeşim! Hayır yapmak zorunda
değiliz. Çünkü Hürriyet Gazetesi aynı reklamı alabiliyor. Bu tür
psikolojik bariyerleri kırdığıma inanıyorum. Hesabını kitabını
yapmadan, bu kadarın altında satarsak Hürriyet Gazetesi mahvolur,
reklam kaybeder. Hayır öyle değil. Bu meslek öyle bir meslek ki
herkes birbirini dolduruşa getiriyor. Bu yüzden çok kişiden farklı
fikirler almak önemli. Yani etrafında bir grup insanla çalışıyor ve
kendi kafanı oraya gömüyor olamazsın. Olduğun anda sen de dolduruşa
gelirsin. Örneğin Hürriyet Gazetesi’ne ilk geldiğimizde, şöyle bir
şeye inandırmış kendini gazete. Bu da verdiğim örneğin tam tersi.
Biz ikinci gazete de olsak, ikinci de satsak, reklamımız düşmez.
Hayır, niye ikincide satmalıyız? Biz becerip birinci satmalıyız.
Çünkü en iyi gazeteyi yapıyoruz. Böyle bir psikolojiye inandırıp,
bununla devam edebilir gazete. Ama uzun vadeli çok fazla yara
verir. Nitekim bu psikolojiyi kırıp, tersine çevirdiğimizde gördük
ki, reklamda da çok büyük pazar payını aldı son olarak.
Tereyağından kıl çeker gibi, bu kadar kolay olmamıştır senin kabul
edilmen. Ben ilk geldiğimde Özkök’e ‘yazı işleri toplantılarına
girmek istiyorum’ dedim. “İzleyici olarak mı?” dedi. “Evet izleyici
olarak” dedim. Ve ciddi bir süre girdim. Ben de ölçüyü bildim, o
da. O kadar akıllı, zeki bir insan ki zaten. Ondan bir sürü şey
öğrendim. Birçok şeyi aşmış, çok kompleksiz bir şekilde yönetiyor.
Senin hırslarının törpülenmesine yardımcı oldu mu? Oldu. Zaman
zaman çok üzüldüğüm, bozulduğum, isyan ettiğim, ya bu çok büyük
haksızlıklar karşısında ne yapalım dediğimde çok daha cool bir
biçimde, serinletiyor insanın içini. Entrika bilmeden bu basın
camiasında başarılı olunabilir mi? Olunamaz. Kırk tane tilki
dolaşıyor, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor derler ya,
Özkök’ün de öyle. İnsanların içinde bulundukları ruh halini çok iyi
okuyup, bunu analiz edip, ona göre davranıyor Özkök. Entrikayı illa
kötüye yormayın. Arka sayfa güzeli uygulamasını nasıl buluyorsun?
Bence gayet saçma. Kadının orada bir meta olarak çıplak bir şekilde
durması, erkeklerin de buna aptal aptal bakması, bu kadar bir
saçmalık yok. Neden bu fikrini uygulamaya koyup kaldırtmıyorsun?
Ama buna birtakım kadınlar da baktıklarını söylüyorlar. Bence o
kadar önemli değil. Çok büyütülüyor arka sayfa güzeli. Aptalca
buluyorsun; ama gene de önemsiz diyorsun. Aptallık önemli bir
şeydir yani. Hayır, benim şahsiyetime göre aptalca bir şey. Ama
gazete okurları da okuyor ve memnun oluyorlar o resimleri
görmekten. Hürriyet’i açar açmaz ilk okuduğun kim? Cevap veremem.
Emin Çölaşan nasıl bir yazar sence? İyi bir yazar. Ancak, bana göre
birtakım şeylerde kendini tekrar ediyor. Mesela biz yayın
ilkelerini yaptık, uyguladık, en büyük sorun, Emin Çölaşan İ. Melih
yazacak mı, yazamayacak mı olayı oldu. Bu tür şeylerde Emin Çölaşan
daha sorumluluk sahibi olabilir. Yani İ. Melih yazmaması gerekir.
Uzun bir zamandır yazdığını görmedim. Ayşe Arman’ı nasıl
buluyorsun? Bayılıyorum. Çok keyifli yazıyor. Bence iyi bir okur
kitlesi de var. Harika röportajlar yapıyor. Bana geçen dedi ki
mesela “Cem Uzan’la röportaj yapmak nasıl bir şeydir?” Vallahi
dedim, Cem Uzan’la röportaj yaparsan, herkes Cem Uzan’a âşık olur.
Çünkü Ayşe’nin röportaj yaptığı herkese, herkes bayılıyor. Pakize
Suda?.. Pakize’ye de bayılıyorum. Mış, muşlarını okumadan
yapamıyorum. Aydın Doğan ailesi nasıl bir aile? Çok birbirine
bağlı. Beş tane kadının mevcut olması, aynı zamanda da çok romantik
bir babanın mevcut olması aileye müthiş bir duygu seli veriyor.
Bizim kızgınlıklarımız da, mutluluklarımız da doya doya yaşanır.
Babam çok romantiktir, edebiyata düşkündür. Benim ismimi de kendisi
seçmiştir, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinden. Bizim yemek
masalarımızda, öylesine bir gün, tıklayıp geldiğinizde kapıyı,
görürsünüz. Bir bakarsınız Aydın Bey, Sema Hanım’ın gözünün içine
baka baka şiir okuyor, kızlar ağlıyor falan. Bu neydi dersiniz,
öyle bir yemek, akşam yemeği yeniyordur. Hani herkes havaya
girmiştir. Böyle bir gece yaşanıyordur. Sizi nasıl büyüttü anneniz
ve babanız? Bizi öncelikle ayaklarımızın üstüne basmamız için
büyüttüler. Tek başına sen kalacaksın ve yaşayacaksın bu dünyada.
Mücadeleci, rekabetçi büyüttüler. Annem çok genç yaşta evlenmiş.
Hayali Amerika’ya gidip okumakmış. Ama sonra babamla
tanıştırılmışlar, evlenmişler. Annem onun için okumaya çok önem
verdi. Okulda 90 aldım deyince her zaman niye 100 değil derdi, bu
şekilde bir rekabetçilik vardı. Çok başarılı olmamız ve rekabetçi
olmamız için kışkırttı. Bunun dışında “En önemli şey şeref, namus,
sağlık, sonra mutluluk” derdi babam. Şeref kavramı çok önemlidir
bizim ailede. Ben Bilkent’i kazandığımda çok çok üzülmüştüm. Benden
çok da babam üzülmüştü. Çünkü babam, dizinin dibinde okumamı
isterdi. Her baba gibi... Evet. Ben de Boğaziçi’ni çok istiyordum.
Yatay geçiş için çok uğraştım ve 3,55 not ortalaması tutturdum.
3,60’ta transfer edebilirdim. Hiç unutmuyorum, Milliyet
Gazetesi’nin Ankara bürosunda Derya Sazak’ın o zamanki ofisinde
babam oturuyor masasında, ben de karşısında salya sümük ağlıyorum
ve diyorum ki, “Ne olursun sıfır nokta beş, bir telefon aç, bir şey
yap”. Gerçekten de eşek gibi çalışmıştım ve hak ettiğimi
düşünüyordum. Kendisi de istediği halde, “Vuslat” dedi, “Yarın öbür
gün, sen bu okuldan mezun olursun, birisi geçmişini deşmeye kalkar,
der ki bak 3,55 ile oraya gitti, diplomanı bile kabul etmezler”
dedi. Ve çok istediği halde böyle bir şey yapmadı. AK Parti
iktidara geldiğinde bayağı bir ürküntü vardı. Şimdi birinci yılını
doldurmaya az bir zaman kaldı. Sence bu ürküntüler azaldı mı,
çoğaldı mı? AK Parti’nin rejimi tehdit edecek kadar akılsızca
davranacak bir parti olduğunu zannetmiyorum. Sen ürkmüş müydün en
başta? Geçmişine, Erbakan’ın partisinden kopup geldiğine baktığımda
Türkiye’de toplumsal şeyleri ne kadar değiştirir diye bir ürküntüm
vardı belki; ama ben rejimi tehdit edecek bir parti olduğunu hiç
düşünmedim. Nasıl değerlendiriyorsun şu anki performanslarını? Irak
konusunda çok deneyimli davranmadılar. Ama IMF ve Avrupa Birliği
konularını iyi götürüyorlar. On üzerinden bir puan versen Tayyip
Erdoğan’a kaç verirdin? Benim lider olarak görmek isteyeceğim,
gıpta edeceğim bir lider değil. Senin gönlündeki lider kim? Bence
Türkiye’nin en iyi lideri Özal’dı. Şu anda yok. Aydın Doğan’ın
değil de Dinç Bilgin’in kızı olsaydın, ne değişirdi hayatında?
Taşıdığım değerlerin hiçbirini taşımazdım herhalde. Dinç Bilgin’in
kızı olsaydım babama çok kızardım. Çünkü bence ahlaki değerleri, iş
anlayışları çok yanlış. Doğan ailesinin bir bireyi olmasaydın ne
yapıyor olurdun bugün? Bu soruyu kendime çok soruyorum ve çok güç
buna yanıt vermek. Her zaman akşam yemeğine birlikte otururduk.
Önceden atıştırsak bile babamı beklerdik. Babam da dokuzdan evvel
gelmezdi. Hayatımız boyunca o kadar çok işle büyütüldük ki ben ve
kardeşlerim. O yüzden bundan kendimi ayırmam çok güç. Doğan
soyadını taşımasan, başka bir holdingin başkan yardımcısı olabilir
miydin bu kadar genç yaşta? 32 yaşında, Hürriyet’in tepesinde
oturuyor olamazdım tabii. Bu bir gerçek. Bu şansı iyi
değerlendirdiğimi, hak ederek buraya geldiğimi düşünüyorum.
Doğuştan sahip olduğum bu ayrıcalık olmasaydı da mutlaka başarılı
bir iş kadını, iyi bir yönetici, topluma çok veren birisi olurdum.
Doğan soyadı, aşk hayatında neler yaşattı sana? Vallahi aşk
hayatımda çok zorluklar yaşattı. Çünkü babam, tutucu bir babaydı.
Arkadaşlarım sokağa çıkarken akşamları bizim çıkmamızı yasakladı ve
her zaman “Sen Aydın Doğan’ın kızısın, ona göre ayağını düz at”
dendi. Onun için de çok kolay olmadı. Flörtlerim oldu. Ama her
zaman ölçülü oldum. Eşinle bir partide mi tanıştın? Eşimin
ablasıyla ablam çok yakındı. Onun için Türkiye’de yüz kişilik bir
partide, Demirörenler’in evinde tanıştık. Ama daha sonra Amerika’da
aynı okulda okuduk. Okuldan arkadaşız. Columbia Üniversitesi? Evet.
Ben uluslararası ilişkiler, medya ve iletişim; o iş idaresi. Para
parayı çeker diye Türkçede bir deyim var. Evlenmenizde onun bir
Sabancı olmasının rolü ne oldu? Bir rolü olmadı. Belki
kolaylaştırdı. Annemle babam, Ali’nin annesiyle babasıyla uzun
zamandan beri dosttu. Biz evlenmek istediğimizi söylediğimizde
ailelerimize, ben Amerika’da final imtihanlarına giriyordum. Ancak
buraya gelecektik ve hemen evlenmek istiyorduk Kayınvalidemle
kayınpederim beni tanımıyorlardı. Annemlere istemeye gittiler.
Tabii onların dost olması mutlaka bir kolaylıktır. Nasıl bir aile,
‘çok mu benim ailemden farklı?’ gibi soruları getirmedi. Bu tabii
bir lükstü. En büyük fark nedir, Doğan ailesiyle Sabancı ailesinin?
Sabancı ailesi çok büyük bir aile. Çekirdek aileden söz edelim,
Ali, annesi, babası. Bizim ailede herkes işin içindedir. Çok fazla
iş odaklı yaşıyoruz. Ali’yle evlendikten sonra bunu fark ettim.
Dışarıdan gelen bir insan için aslında o kadar renkli değil, biraz
da sıkıcı. Onlarda böyle değil. Onlarda sofraya oturunca daha başka
şeylerden konuşuluyor. Ali’nin annesi babası, 20 yıldan uzun bir
zamandan beridir yurtdışında yaşıyorlar. Şu an İngiltere’deler. İlk
Almanya’da Sabancılar’ın işlerini kurmak için gitmişler. Avrupa’da
yaşıyor olmanın getirdiği mesela şu tür âdetler var, benim annemde
babamda görmediğim. Kayınvalidemle kayınpederim, iş günü, öğleyin
birlikte yemek yerler. Tekrar işe dönerler. Bizde böyle bir şey
vaki değildir. Bir de çok daha kendi hallerinde yaşayan insanlar.
Evlenme kararı verirken seni en zorlayan şey neydi? Çok zor karar
vermek. Ali’ye de her zaman söylüyorum, Ali iyi ki bu kadar ısrarcı
oldun. Yoksa ben bu kararı çok zor verirdim. Bende panikleme
yaşandı. Evlilik mutlu bir şey mi, değil mi, bir kişiyle bir ömür
boyu yaşamak, bunları çok yaşadım. Ali “Eminim çok mutlu olacağız
Vuslat” dedi. Bir Doğan’ın bir Sabancı’yla evlenmesinin, iki gönlün
bir olmasının dışında başka anlamları da yok mu? Ne tür anlamlar
olabilir? Yani sizin gücünüze güç katmış diye nitelendiremez miyiz?
Hayır. Tamamen bir rastlantı ve bir lüks. O da ailelerimizin aynı
yapıda olmasından, aynı şekilde yetiştirilmemizden dolayı gelen bir
şans. Yani ben Ali’ye çok âşık olabilirdim, Ali bambaşka bir aile
hayatından, bambaşka gelenek, göreneklerden geliyor olabilirdi. O
zaman daha zorlanırdım kendi hayatımızı kurarken. Doğan Grubu
medyasında, Sabancı Grubu haberlerine özel bir muamele var mıdır?
Hayır, asla. Benim Sabancı soyadından biriyle evli olmanın
getirdiği bir şey yok grupta. Ali Bey, sizi hakikaten bu kadar
kolay alabildi mi babanızdan? Kız evi, naz evidir. Babanız hiç mi
direnmedi? Babam şöyle yaptı. Biz anneme söyledikten sonra bunu,
babam uzun süre aramadı beni. Ben de babama bu konuyu açamadım.
Daha sonra ciddi olduğumu öğrenince, Ali babamın ofisine gitti. Ali
böyle aklına gelen her şeyi söyler, anormal apolitik bir insandır,
apolitik derken.. Anladım, politicly correct değildir. Evet. Ben de
eyvah dedim. Ama iyi bir konuşma geçti. Daha sonra babam beni
aradı. “Vuslat ne kadar tanıyor olabilirsin ki bu adamı, evlenmek
istiyorsun?” dedi. Öyle bir soru ki bu, “Baba çok iyi tanıyorum”
desem, bana dönecek, “Nereden tanıyorsun bu kadar iyi?” diyecek.
“Baba hiç tanımıyorum” desem, “O zaman nasıl evlenme kararını
verdin?” diyecek. Tam beni köşeye sıkıştırdı. Ama ben politicly
correct bir laf ettim orada. “Ortam izin verdiği kadar iyi
tanıyorum baba” dedim. Daha sonra onlar beni istemeye geldiğinde
işte ben finalden çıkmıştım, evdeyim, telefon açtılar. Bir baktım,
Ali’nin annesi, babası, ablası, eniştesi, bizimkiler hepsi orada.
Telefon elden ele gidiyor. Babam bana şiirler okuyor. Kayınvalidem
hüngür hüngür ağlıyor. Böyle bir ortamdı. Kardeşler arasında
rekabet nasıl yaşanıyor? Dördümüzün de kız olması ciddi bir şans.
Aksi takdirde başka türlü de olabilirdi. Aynı duygusal bağ olmuyor
erkekler arasında. Şimdi ben iki erkek çocuk yetiştiriyorum, buna
da çok dikkat ediyorum; ama kızlarla çok kavga ettiğimiz oluyor.
Eskisi kadar olmuyor tabii. Büyürken daha çok olmuştu ama, bizde
üçüncü kişiye karşı cepheleşme gibi bir şey var. Küçükken
annemlere, anneanneme karşı cepheleşirdik. Birimize kızardı,
hepimiz bir cephe olurduk. Onu yaşatıyoruz hâlâ. Hangimiz babamızın
şirketlerine daha çok sahip çıkabiliyoruz diye bunu babaya
kanıtlama gibi bir psikolojiniz var mı? Bence hepimizin kendini
babaya kanıtlama gibi bir şeyi var. Mutlaka hepimiz böyle bir şey
içindeyizdir. Onun yarattığı bir gerilim oluyor mu? Çok olmuyor.
Hepimiz hayatımızın farklı farklı dönemlerindeyiz. Ablam Arzu’nun
iki çocuğu var, büyüğü 12 yaşında.. 15 yıllık evli. O hayatın başka
bir döneminde. Ben iki tane küçük çocukla bir başka dönemindeyim. 7
yıllık evliyim. 7 yıllık iş hayatındayım. Hanzade henüz bekar. İş
hayatına gireli 3–4 yıl oldu. Begüm daha okuyor, şu anda ‘nereye,
nasıl geleceğim, ne yapacağım’ onları sorguluyor. Biz bunları sık
sık tartışıyoruz. Herkes kendi bildiğinin en iyi olduğunu
düşünüyor. Begüm geldiğinde nerede çalışmaya başlasın konusunda
bile herkesin çok iyi bir fikri var. Nedir o fikirler? Mesela
Hanzade diyor ki “Begüm gelsin benimle birlikte Milliyet’te
başlasın.” Ben diyorum ki “Acaba Begüm medya dışında mı bir yerde
çalışsın?” Begüm, “Kendi başıma bir şey mi başlatayım?” diyor. Bunu
destekleyenler de var. Yani hepimiz için bu hayati bir konu oluyor.
Büyük aile bizi çok zorluyor. Baba ne diyor bu işe? Babam daha
fikrini belli etmiş değil. Hanzade Hanım’ın nasıl bir evlilik
yapacağını düşünüyorsun? Herhalde daha olgun biriyle evlenir diye
düşünüyorum. Hanzade’nin gönlünü alacak, take care edecek, ama aynı
zamanda da ona özgürlüğünü verecek vs. Onun için sanki bana biraz
böyle yaşlı, birazcık daha Hanzade’den beş–altı yaş büyük gibi. O
kaç yaşında? 30 yaşında. Begüm? 26 yaşında. O da şu anda
Stanford’da okuyor. Bir senesini doldurdu. Bir senesi daha var.
Niye hepiniz grubun medya ayağıyla ilgilendiniz, neden başka dala
yönelmediniz? Burası çok çekiyor. Babam da medya aşkıyla yaşayan
birisi. Onun bize verdiği bir şey var. Hep iş konuşuluyor falan
deyince, bizde iş, alınmasın diğerleri; ama daha çok medya
ağırlıklı. Çünkü güç medyada daha iyi görünür. Belki de güç
istiyorsunuz. Burada değil de, ben grubun başka bir şirketinde
genel müdür olsaydım, aynı şekilde yine ön planda olabilirdim. İlla
ki bu güç isteği mi bilmiyorum. Bence medya çok seksi, çok keyifli.
Çok büyük bir challenge. Aynı zamanda da bizim de ana işimiz bu
gibi düşünüyoruz. Ara sıra babanıza diyor musunuz, “Baba, bütün
şirketleri sat, biz sadece gazetecilik yapalım”? Iıh. Gerçekten
ailede böyle bir tartışma yok mu? Eeeee böyle bir tartışma... Çok
iyi fırsatlar geldiğinde yani, iyi bir iş varsa o işi de, iyi iş
kadınları olarak reddetmiyoruz. Tabii ailenin diğer fertlerinden en
azından bir kişinin, diğer şirketlerde olması iyi olurdu. Belki
Begüm girer diye umut ediyorum. Babana “Baba, Dışbank’ı sat Allah
aşkına, bu baş belası, Petrol Ofisi’ni sat, biz gazeteciyiz,
gazeteci olarak kalalım” demediğine emin misin? Evet, eminim. Niye
satalım ki? Çünkü onlar da iyi işler. Maalesef banka yönetimi o
kadar cazip bir iş değil bana göre. Keşke aileden birileri de orada
olsa. Şimdi sen Hürriyet’in başındasın, Arzuhan Kanal D’nin
başında. Hanzade Milliyet’te, Müthiş bir harmoni. Aydın Bey’in
kızları arasında bir iktidar mücadelesi var gibi de okunabilir mi
bu “harmoni”? Bence burada iktidar mücadelesi yok. Hepimiz grubun
çok önemli şirketlerinin başındayız ve buraya da hak etmiş bir
şekilde geldik, iyi de yönetiyoruz. Bu da müthiş büyük bir şans. Bu
paylaşım nasıl oldu? Babanız mı, “Kızım sen buraya git, kızım sen
de şuraya git” dedi, yoksa erken davranan mı kazandı? Erken
davranan kazandı diye bir şey yok. Hanzade, Doğan Online’ı kurdu
geldiğinde. Milliyet Gazetesi’nin başına yeni geldi. Arzu, ben daha
Amerika’dayken, Kanal D’ye başlamıştı. O televizyonculuğu çok
seviyordu. Ve Kanal D’nin bütün kuruluş aşamasından itibaren
içindeydi. Ben okurken de buraya gelmiştim, gönlüm hep
Hürriyet’teydi. Babam Hanzade’ye “Gel Milliyet’e. Milliyet’in sana
ihtiyacı var” dedi. Ama ben babamın “Vuslat Hürriyet’e gel,
çalışmaya başla” dediğini hatırlamıyorum. O tamamen benim
seçimimdi. Arzu’nun ise hiç hatırlamıyorum. Çünkü o zaman ben
Amerika’daydım. Sen eşitler arasında birinci misin de, kaptan
gemisi sana verildi? Hayır öyle bir şey yok. Ben gazete idaresinde
olmak istiyorum diye karar verdiğimde Hürriyet bizim grubumuzda
değildi. Ben Amerika’ya gittim, New York Times’ta çalıştım.
Mastırımı yaparken Hürriyet’i aldık. Geldiğimde Hürriyet vardı,
Milliyet vardı. Hürriyet tabii en cazibiydi, ben de Hürriyet’e
girdim. En tepeye çıkmak için kaç basamağınız kaldı? Bir defa bizim
aramızda bireysel kavgalarımız yok. Bunları aştık ve aşmaya da
çalışıyoruz. Hayatımızı birbirimizle paylaşıp, önemli şeylerde de
birbirimizin fikrini aldığımız için böyle bir şeyimiz yok.
Bakarsanız aile şirketlerine, ikinci jenerasyonda yüzde atmış beşi
gidiyor. Üçte bir ancak kalıyor üçüncü jenerasyonda. Bunun en büyük
sebebi aile kavgaları. Biz şanslı bir grubuz. Önümüzde yaşanan
tecrübeleri görebiliyoruz. Bugün, yarın için önlem alarak
ilerliyoruz. Onun için benim ve kardeşlerimin hiçbirinde “en tepeye
çıkacağım ve en tepede bir tek ben olacağım” gibi bir yönetim
anlayışı yok. Aşmaya çalışıyoruz dedin. Zaman zaman kişisel şeyler
oluyor. Mesela zaman zaman kızlar bana kızıyor. “Amma Hürriyetçi
şapkanı giyiniyorsun Vuslat. Çıkar bu şapkayı” diye. Çünkü
profesyonel olarak bu kurumda çalıştığım için zaman zaman Hürriyet
şapkasını belki grubun üzerinde tutabiliyorum. Hemen ikaz alıyorum
kızlardan. Aynı şeyler kızların başına da gelebiliyor. Birbirimizi
ikaz ediyoruz. Burada hafif çaplı, doğal bir kıskançlık da var.
Çünkü hakikaten Hürriyet hepsinin en tepesinde. Çocuklarınızı
otomatikman üçüncü jenerasyon, idareci adayı olarak mı
yetiştireceksiniz? Hayır, ne olmak istiyorlarsa o olur. Çok serbest
yetiştireceğiz. Eminim bir ikisi, üçü, beşi girmek ister mutlaka.
Mümkün değil hepsinin dışarıya gitmesi. Hiçbirinin bu kadar iyi bir
işin içinde olmak istemeyeceğini zannetmiyorum. Misyonu doğal
olarak alırlarsa alırlar, ama çocuklarımızı doğal yetenekleri
doğrultusunda yetiştireceğiz. Hülya Avşar topluma kötü örnek oluyor
Eşin Hacı Ömer Sabancı Holding’de strateji ve iş geliştirmeden
sorumlu Proje Daire Başkanı. Bir iş rekabeti oluyor mu aranızda?
İkiniz de hırslı, başarılı, az çok aynı tür aileden gelen iki
insansınız. Başlarda oldu. Birbirimizle yarışmaya kalktık. Şu anda
da hâlâ oluyor. Ama idare etmeyi öğrendik. O zaman idare etmeyi
bilmiyorduk. Çok fazla konuşuyorduk, fazla paylaşıyorduk. Şu anda
hiçbir şekilde konuşup paylaşmıyoruz. Çünkü o zaman rekabet etmeye
de başlıyoruz. Doğan Grubu’nun girdiği birtakım işlerle, Sabancı
Grubu’nun girdiği birtakım işlerin rekabet halinde olduğu durumlar
oluyor. Bire bir rakip iki grup değil; ama mutlaka oluyor. Mesela
Petrol Ofisi ihalesine Sabancı Grubu da girmişti. Enerji ihalesine
girmişti. Nasıl etkiledi sizi? Bu tür şeylerde ben zevkten dört
köşe oluyorum. Eğer biz kazanırsak, o da fevkalade üzgün bir
şekilde eve geliyor. Eğer onlar kazanırsa, tam tersi. Onu da
dizginledik şimdi. İlk günlerde şu çok oluyordu. O çalışıyor, o
çalışırsa ben de çalışabilirim, ben çalışırsam o da çalışır
diyerek, daha da tırmandırıp hırslarımızı, bir bakıyoruz ki, sadece
işimiz var ve koridordan geçerken, merhaba Vuslat, merhaba Ali
yapıyorduk. Onu dizginlemeyi, kendimize vakit ayırmayı öğrendik.
Hatta evlendik, balayından geldiğimizin ertesi günü ben müthiş
heyecanla Hürriyet’e geldim. Hürriyet’ten çıkıp eve gittiğimde saat
dokuzdu. Ali’yi aramayı bile unutmuştum. Ali’nin suratı beş karış.
Evliliğimizin ilk günü. Onu unutamaz, hâlâ söyler. O an o kadar
savunmaya geçtim ki, yani bir dakika, evlendin Vuslat, hemen
ipleri, dizginleri eline alman lazım psikolojisiyle, “Ben gazeteden
asla gazeteyi almadan çıkmam, gazete sekizde dönüyor, bunu böyle
bil” dedim. Evli erkeklerin çapkınlıklarına hoşgörüyle mi bakarsın,
nefretle mi? Nefretle. Yani eşin seni aldatsa, Hülya Avşar gibi
davranmazdın. Bence fevkalade de topluma kötü bir örnek oluyor
Hülya Avşar. Bunu açık açık söylüyor: Her erkek aldatır, siz paşa
paşa oturun. Kesinlikle katılmıyorum ve çok kızıyorum Hülya
Avşar’a. Kadın iki ayağının üzerinde durmaya çalışmalı, eşi
aldatırsa da ayrılmalı. Kendini dindar biri olarak nitelendirir
misin? Allah’a inancım var, dua ederim, ara sıra oruç tutarım. Ama
dindarım diyemem. Nurcan Akad ayrıldığında üzüldün mü çok? Çok
üzülmedim. Çünkü Nurcan’ı çok severim. Nurcan için iyi deneme
olacağını, Hürriyet için de başka fırsatlar açabileceğini düşündüm.
Nitekim oldu. Enis Berberoğlu geldi, çok iyi bir değişim oldu.
Neyire yazı işleri müdürü oldu. Başka arkadaşlar katıldı. Ara sıra
bu tür değişikler kurum içinde yararlı. Onun yaptığı Akşam’ı nasıl
buluyorsun? Çok daha iyi olmasını umut ederdim; ama olmadı. Bence
cesareti, pırıltısı eksik. Beli bükük bir grubun gazetesi olduğu
belli. Nurcan’ın yapabileceği pek bir şey yok.