Yazı yazmaya başladığım dönemlerde niyetim çok fazla siyasi ve
güncel konulara ilişmek değildi.
Lakin bunun da bir hizmet olabileceği kanaati ile bu konuları da
yazmaya çalışıyorum.
Bugünkü yazım asıl hedefime yönelik bir muhteviyata sahip.
40 yaşına geldikten sonra daha yeni yeni İslam'ı anlamaya aday
olduğumu müşahede ediyorum.
“Vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum
sesimi.”* “Müslümanım!” demek ne kadar da kolay
geliyordu dilime.
Bu kelimenin ne kadar ağır anlamlar içerdiğini anlayabilmem için
Rabbimin beni ağır imtihanlardan geçirmesi gerekiyordu belki
de…
Hem ahlaki müflisliği hem ekonomik müflisliği tecrübe etmiş biri
olarak artık bu kelimenin iyi kavranması gerektiğini fark
ediyorum.
Kişinin Allah'a teslim olması, sadece O'nu İlâh ve Rabb bilip
O'na kulluk etmesinin adıdır Müslümanlık.
Ayağı kayma, sürçme, yamulma, çamura batma, dibe vurma, günaha
girmek olacaktır, çünkü insanın fıtratında vardır bu.
Kulluğa mugayir işler yapmış olsak bile asıl önemli
olan, tekrar geri dönüş yapıp tek İlâh ve Rabbin kapısına
yönelmektir.
Dar ve en kısa anlamıyla din bir yaşam tarzı ve gidilen
yol demektir.
Bu bağlamda kişi nerede, ne için, nasıl, kiminle, nereye
yürüyorsa dinide o yol üzerinedir.
Gidilen yolun ve yaşantı tarzımızın İnd-i İlâhi'de adı
İslâm, bu yol ve tarz üzerine olanlara ise Müslüman
denir.
Müslüman için ibadet sadece namaz, oruç, hacc gibi emirler
değildir.
Yaşamın bütünü ibadet esaslı bir kulluktur. Kulluk,
hayatı Allah'a teslim etmektir.
Bundan önceki yıllarım, Rabbim haricinde, genel olarak dünya
güzelliklerini “İlâh” bilmekle geçti.
Evet, onlara “İlâh-Rab” demiyordum, onlara ibadet etmiyordum ama
onlar benim vazgeçilmezlerimdi.
Çevremde, özelde kendimden yola çıkarak dini değerlerin dar bir
alana hapsedildiğini görmekteyim.
Din özel anlarda yaşanılası, özel durumlarda geçerliliği olan
bir olgu haline gelmiş durumda. Ramazan günlerini yaşadığımız bu
günler en büyük örnek!
Günümüz fotoğrafında çok net bir şekilde görülen;
Türkiye'de namaz kılan, dini değerler hassasiyetine sahip
olduğunu söyleyen ve kendisini inançlı bireyler olarak atfedenler,
bu söylemlerin tam tersi bir eylem içerisindeler.
Toplum olarak dünya ve içindeki güzellikler bizim için esas gaye
halini almış durumda.
Günümüz Müslümanları dünyacı ama ahiret
iddialı…
Kimin kuluyuz ve bizim gerçek Rabbimiz kim sorusunu sormak
gerekiyor kanaatimce?
Bir düşünelim, çok sevdiğimiz, arkasında yürümekten onur
duyduğumuz, aralıksız takip ettiğimiz, kıymet verdiğimiz
şahsiyetlerin, kuruluşların, yapıların söyledikleri, bizim için
adeta bir ayet hükmünde değil mi?
Allah bizden koşulsuz bir teslimiyetle iman etmemizi ve O'na
tamamen teslim olmamızı istiyor.
Bunca Kelime-i Tevhit çekerken, imanla alakalı ayetlerin
gündelik hayatta boğazımızdan aşağıya inmiyor oluşunu nasıl
açıklayabiliriz ki?
Ayet okuyanı inşa etmiyorsa neden okunuyor?
Müslümanlar olarak ideallerimizle, eylemlerimizle
uygulamalarımız arasında ne kadar benzerlik var?
Merkeze aldığımız kişinin tarzı hangisidir?
Medyanın, siyasilerin ve starların sunmuş oldukları mı yoksa
bizi terbiye eden gerçek ve tek olan İlâhımızın sunmuş olduğu tarz
mı?
Bize nasıl düşünmemiz, eğlenmemiz, giyinmemiz-yememiz
gerektiğini, hâsılı nasıl yaşamamız gerektiğini pompalayan ve bunu
da bütün silahlarıyla destekleyen güçlü bir elden bahsediyorum.
Siz buna kapitalizm deyin, illuminati, mason locaları, Amerika
ve İsrail, emperyalizm deyin her ne derseniz deyin bilmemiz gereken
şu ki; arkasından gidip
takip ettiğimiz ve yaşamaktan büyük haz duyduğumuz her bir şey
bizim dinimiz olmakta.
Rabbimizin yaşam tarzımız için bizlere söyledikleri ve
öğütledikleri var iken, bunun karşısında alternatif olarak bize
sunulan siyaset, müzik, diploma, kariyer, konforlu yaşam, moda. vs.
gibi birilerinin vadettiği bu din dışı yaşam tarzı ve buna boyun
eğerek koşulsuz itaat eden biz
“Müslümanlara” soruyorum...
Dinimiz nedir?
*İsmet Özel dizesinden