Afrin’de kahraman ordumuzun ilerleyişi ile
birlikte çoğalan şehit sayımızın üzüntüsü ve kahrı ile dolu günler
yaşıyoruz. Lakin askerlerimiz ilkeli ve ahlaki
duruşları ile hassasiyet perspektifinde sivil halka zarar
gelmemesine özen göstererek ilerliyorlar.
Bu davranış önce bir Müslüman olarak sonrasında
da Türkiye olarak övünç ve gurur kaynağımız
oluyor.
Haberlerde verilen pasajları ya da enstantaneleri
kanıksamamak adına bazı hassasiyetlerimizin pür
dikkat devrede olması gerektiği kanaatindeyim. Bu minvalden
hareketle birkaç örneklem ile teyakkuzda olunması
gerektiğini önce nefsime sonra sizlere paylaşmak isterim.
Paylaşmaya çalıştığım bu hassasiyetin sadece ordu merkezinde
değil “her alanda” göndere çekilmesi gerekir. Bu
“her alanın” karşılığına denk düşen boşlukları
herkes cürmünce doldurabilir.
Askerlerimizin duruşlarından mülhem genel manada hem Vatana hem
Dine hizmet etmenin formülü üzerinde durmak istiyorum.
Tirmizi ve Ebu Davud’un naklettiği bir
Hadis-i Şerif'e göre “İnsanların üzerine öyle
bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda
sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş
tutan kimse gibi olacaktır.”
Zannımca Hadis-i Şerif'te bahsedilen
zamanları yaşamaktayız. Son ve mükemmel
din olan İslam’ın gereklerini yerine
getirmekte hem toplum olarak hem de fert olarak büyük zaaflar
gösteriyoruz.
Dünya menfaatleri karşısında maalesef
dinimizin emrettiği şekilde dik ve dirençli
duramıyoruz. Gerek ibadet gerekse ahlak konusunda
güzel örnekler sunamıyoruz dünya toplumlarına.
Bunun son örneklerini toplum olarak birlikte yaşayıp gördük.
Güya İslam adına hareket ettiğini iddia eden ama
televizyon ekranlarında dinimizin yasakladığı görüntüler sergileyen
bir gruba devlet müdahale etmek zorunda kaldı.
Dünya hayatının menfaatleri uğruna ahlak
kurallarından ödün vererek yaşamaya çalıştığımız da dinimize ve
vatanımıza büyük zararlar veriyoruz lakin bunun farkına
varamıyoruz. Oysa ki ahlaklı bir yaşam karşısında dine ve
vatana yapılan hizmetlerin örnekleri hem geçmişte hem de
günümüzde yaşanıyor.
Hz. Ali, savaş meydanında alt ettiği düşmanının
öldürmek üzereyken yüzüne tükürülmesi karşısında rakibini
öldürmekten vazgeçer. Hz. Ali bunun nedenini soran
düşmanına şu cevabı verir: “Seni Allah için
öldürecektim, lakin sen yüzüme tükürünce sinirlendim ve devreye
nefsim girdi. Bunun için seni öldürmekten vazgeçtim.”
Hz. Ali’nin bu cevabı karşısında “Ey
Ali, eğer senin dinin bu kadar hassas bir din ise işte ben de
Müslüman oluyorum” der ve İslamiyet ile
şereflenir.
Tarihte sayısız örnekleri yaşanan bu ve benzeri güzel ahlak
olaylarının bir benzeri de yakın tarihte yaşanır.
Mısırlıların ve Arapların
övüncü Muhammed Ali Rişvan başarılarını çok
insanın bilmediği Mısırlı bir judocudur. 1984 yılı
Los Angeles olimpiyatlarında judoda altın
madalyayı hak ettiği halde gümüş madalya kazandı.
Rişvan, şampiyonluk maçında
Japon rakibiyle karşılaşır. Japon
sporcunun sol ayağında tendonlarda yırtılma olur. Bu yüzden sol
tarafı zayıftır. Müsabakada antrenörü Rişvan’a
ısrarla rakibinin sol bacağına saldırmasını bağırıyordu.
Fakat o hiç buna çabalamadı ve yenildi. Gümüş madalyayı kazandı.
Bu durumu röportajda soran gazeteciye şunları söyledi:
“Benim dinim yaralıya vurmayı yasaklıyor. Eğer o
durumdayken sol bacağına yüklenseydim sakat kalabilirdi; madalya
için bunu ona yapamazdım.”
Onun bu tavrı ayakta alkışlandı ve UNESCO dünyanın en
ahlak sahibi sporcusu üstün ödülüne layık gördü. Japonlar
onu bir kral gibi ülkelerinde karşıladılar.
İstatistiklere göre onun bu tavrından etkilenip
İslam’ı inceleyip dünyada elli bin kişi
Müslüman oldu. Hatta bunlardan biri olan Müslime
Japon Riko hanım ona âşık oldu ve evlendiler.
Günümüz Müslümanları olarak eğer mutlak manada
İslam kimliğimizin hakkını vermek istiyorsak dünya
hayatının cazibelerinden sıyrılıp ahlak üzerine şekillenmiş bir
hayat yaşamamız lazım. Yoksa dinimizin emrettiği ahlak üzere
olmayan bir yaşamın ne bize, ne topluma, ne vatana, ne de
İslamiyet’e bir faydası olmayacaktır vesselam…