Aynı zaman diliminde iki önemli olaya şahit olduk-oluyoruz.
Birisi Vatan Şaşmaz’ın bir otel odasında
öldürülmesi, diğeri ise Arakan’da
binlerce insanın katledilmesi olayı idi.
Vatan Şaşmaz’ın öldürülmesinin hemen
ardından Türkiye’nin gündemi adeta bu olaya kilitlendi.
Bütün televizyonlar, gazeteler, sosyal medya kaynakları olay
hakkında yoğun bir haber bombardımanına ve bildirim paylaşımına
girdi.
Bir arkadaşımın ifadesiyle söyleyecek olursam “Gelen 50
bildirimden 45 tanesi” Vatan Şaşmaz’ın
öldürülmesi olayı ile ilgiliydi.
Toplum kendisini ilgilendiren konu hakkında gereken
reaksiyonu göstererek olayı tüm boyutlarıyla gündemine
taşıdı.
Televizyonlar, gazeteler görevlerini yaptı, izleyici ve
okuyucularını bilgilendirdi. İnsanlar bu trajedi karşısında
duyarsız kalmadı, olaya tepki gösterdi.
Vatan Şaşmaz şahsiyet olarak hem medya
dünyasında hem de toplum nazarında sevilen, sayılan muteber bir
isimdi. Hepimiz üzüldük... Dahası ölüm şekli
üzüntümüzü katmerleştirmiş oldu.
İlgilendik, alaka gösterdik, buğzettik, ailesinin
acısını paylaşmaya niyet ettik.
Olması gereken buydu ve toplum yapılması gerekeni
yaptı. Her şey normaldi yani…
ÜMMET ŞAŞTI
Normal olmayan şey ise ikinci olay olan
Arakan’da binlerce insana yapılan zulme,
soykırıma karşı gösterilen tavırdı. Zulmün başladığı ilk günlerde
bu vahşetten kimsenin haberi olmadı adeta.
Vatan Şaşmaz olayında devreye giren
hassasiyet maalesef burada devreye girmedi. Oysa öldürülen,
zulmedilen, işkence edilen kişi sayısı bir değil, on değil, yüz
değil binlerce insandı.
Bir kişinin ölümünde devreye giren tepki ve toplumsal
hassasiyetin burada da devreye girmesi gerekmiyor
muydu?
Maalesef girmedi, giremedi, giremedik…
Sadece biz mi? Sadece Türk halkı mı?
Hayır! Sayıları 2 milyarı bulan
Müslümanlar da sağır, dilsiz ve kör oldular.
Katar’a bir anda ambargo uygulayan Arap
dünyası bu konuda lal kesildi. Hâlâ da öyleler…
Hemen yanı başlarında katledilen insanların çığlıklarını ve
yalvarmalarını duyacak kadar yakın olan Bangladeş
ve Endonezya adeta sağır ve kör kesildi. Hâlâ da
öyleler…
Ümmet olarak, Müslümanlar olarak ne oluyor bizlere… Bir kişinin
ölümü karşısında devreye giren insani tarafımız, toplumsal
duyarlılığımız nerede kaldı…
Niye hâlâ Arakan’daki kardeşlerimiz
acı ve zulüm altında inliyorlar?
Yüz milyar dolarlarını ABD’ye gözünü kırpmadan
veren petrol şeyhleri ne yapıyor?
“Komşusu açken kendisi tok olan bizden
değildir” diyen bir Peygamberin ümmeti olanlar hemen
yanı başlarında yapılan katliama niçin sessiz kalıyorlar, niye
sınırlarını, kapılarını açıp komşularına sahip çıkmıyor, onları
misafir etmiyorlar…
Küçük sabilerin katledildiği, annelerin yüreklerinin
dağlandığı, babaların çaresizce bakışları olduğu bir dünyada
Müslümanlar masum sayılmaz.
Bu zillet ve utanç Müslümanım diyebilen her insana yeter…
ARAKANLI KURBANLAR
Mübarek Kurban bayramı geliyor Müslümanlar
için.
İnancımızda Kurban olma ya da etme kavramı
Hz. İbrahim'in Hz. İsmail'i kurban etme
hikâyesiyle girer inanç ve hayat sistemimize...
Yani Kurban serüvenine bakıldığında
Kurban ilk olarak insan üzerinden tasarlanmış olarak çıkar
karşımıza.
Bile isteye inandığınız şey için varlığınızı fiziki anlamda da
feda etmeyi gerektirir.
“Kurban” kelimesi köken itibariyle
"Yakınlaşma, yakın olma" (kurbiyet) anlamına
geliyor.
Yakın olmak ne demektir?
Yakın olmayı ne ile ölçebiliriz?
Bir şeyin varlığı size ne kadar yakınsa sizin de ona o denli
yakın olabilme kabiliyetine haiz olmanızı gerektirir ki yakınlık
elde edilebilsin.
Yakınlık birimi elinizdeki en değerlinizle noktalanabilecek bir
durumdur.
Çünkü yakınlaşma (kurbiyet) arada bir perdenin
olmamasını gerektirir.
Arakan’da bu kadar çocuk, kadın, bütün
bir insanlık kurban edilirken yaşayacağımız
bayramlardaki Kurbanlarımız bize kurbiyet kazandırabilecek
mi?
“Kurban bayramınız mübarek olsun” demek gelmiyor,
gelemiyor içimden. Çünkü bu bayramda kurban
olan; Arakanlıların nezdinde ümmetin
kendisi.
Ve maalesef bu kurbanlar bile bizi birbirimize
yaklaştırmıyor…
Ümmetin şaşmadığı, şaşırmadığı günlerin bir an önce
gelmesi dilek ve temennileriyle…
SOSYAL MEDYA TAKİP
İÇİN!