Ülkemiz son yıllarda, özellikle de son günlerde "varlık" ve
servet üzerinden büyük tartışmalara sahne oluyor. Yıllardır en zor
badirelerden yüz akıyla çıkan muhafazakâr camia maalesef varlıkla
olan imtihanda kıblesini (doğru yolunu) şaşırmış durumda.
Kürşat Ayvatoğlu özelinde yaşanan ve ortalığa saçılan
"varlık" tartışmaları artarak devam ediyor. Bir büro elemanı olan
Ayvatoğlu’nun yaşadığı hayat tarzı ve sahip olduğu
varlığın savunulacak bir tarafı yok.
Ben bütün bunların dışında bir noktaya dikkat çekmek
istiyorum.
Aslında bu konuda daha önce defaatle birçok üstat ve yazar
tarafından yazıların kaleme alınmış olması ve uyarı mahiyetinde
çaba sarf edilmesine rağmen “varlık” tuzağına düşülmüş olması beni
derinden etkiliyor.
Aliya İzzetbegoviç’in çok vecizane bir şekilde ifade
ettiği “Davalar acılar içinde doğar, refah içinde
ölür.” sözünün “refah içinde ölme”
kısmına acı bir şeklide tanıklık ediyoruz maalesef.
Ne mutlu bana ki “acılar” kısmına da şahitlik ettim. Özellikle
gençler tarafından yazılan destanları görme bahtiyarlığına erişti
bu gözler. Müşahede ettiğim medeniyet inşa edebilecek potansiyele
sahip gençler oldu.
O zamanlar o acıları çeken insanların yakın bir gelecekte
kıblelerini şaşıracaklarını söyleseler asla inanmazdım. Ama çürüme
ve kokuşma çok çabuk başladı maalesef.
Peki bunun önüne geçilebilir mi?
Tekrar o eski şuurlu gençlerin mücadelesi verilebilir mi?
Kıbleyi şaşırtan varlık şatafatı tuzağından kurtulunabilir
mi?
Elbette ki evet…
Yeter ki yaşananların farkına varabilelim.
Yaşanan kokuşmuşluğu görebilelim.
İnsanların kıblesini şaşırdığını, kendine yeni putlar edindiğini
anlayabilelim.
Yok eğer bunları yapmak yerine tozları halının altına saklamayı
tercih edersek;
“Bizim mahallenin hırsızı iyidir” körlüğüne kapılırsak;
“Bizim çocuklar yanlış yapmaz” gafletine kapılırsak;
İşte o zaman vay halimize…
Koskoca Osmanlı Devlet-i Aliyyesi’ni yutan tarihin o karadeliği
bizi de yutacaktır.
Bundan asla şüpheniz olmasın.
Bizi düşmanlarımızın top ve tüfekleri değil ama kendi
içimizden insanların ayağımızın altına koyduğu çakıl taşları yok
edecektir.
Düşman ne yaparsa yapsın, kimle iş birliği yaparsa yapsın zerre
kadar bize zarar veremez ama bizim kendi etrafımızda olan
bitenlere karşı olan körlüğümüz, nemelazımcılığımız bizi tarihin
darağacında sallandıracaktır.
Maalesef bugün siyasetçimiz de alimlerimiz de hocalarımız da
ailelerimiz de topyekûn üç maymunu oynamaktayız:
Görmüyoruz, duymuyoruz, konuşmuyoruz…
Eğer Kürşat Ayvatoğlu ile birlikte ortalığa saçılan
pisliklere karşı da aynı tavrı sürdürmeye devam edeceksek
gelin hep birlikte acılar içinde doğan davamızın ruhuna
birer el-Fatiha okuyalım.
Lütfen ama lütfen,
Ey siyasetçiler,
Ey alimler,
Ey hocalar,
Ey anne-babalar,
Yalvarıyorum size…
Ne olur bu sefer bari sessiz kalmayın.
“Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı kurtaramaz
hiçbirimizi…
Yarın “ben demiştim” demek de fayda etmeyecek.
Eğer hep birlikte kıblesini şaşıran bu haddini
bilmezlere biz bir çeki düzen vermezsek yarın başkaları bizi nizama
sokmak için sıraya girecektir.
Köprüden önce son çıkış olan bu vahim durumu da
es geçersek eğer, önümüzdeki uçurumdan aşağı yuvarlanırken
atacağımız çığlıkların bir faydası olmayacak…