Umur Talu medyayı suçladı
Abone olSon günlerin tartışma konusu olan gizli porno görüntüleri. Umur Talu'nun da bugünkü konusu bu oldu. Ancak Talu Medya'yı yerden yere vurdu yazısında.
Elimde bant var! Medya yöneticilerinin hakikaten samimi bir
karar vermesi lazım. "Başka türlü aydınlatılması kesinlikle mümkün
olmayan ve aydınlatılması kamu yararı açısından elzem olan"
olayların dışında... Şunun bunun video kayıtlarını, telefon
konuşmalarının bantlarını, özel hayatların zaaflarını, saldırıya
uğradıkları anları yayınlamaları doğru mu, değil mi? Kendi
başlarına gelmesini asla istemedikleri... Başlarına gelince; özel
hayatın kutsallığını, haberleşmenin gizliliğini, yasadışı dinleme
ve görüntü alma suçunu hatırladıkları bu meselede gerçekten samimi
olacaklar mı? Birisi sırf şöhretli diye... Birisine sırf gıcık
oldular diye... Birisi hakkında birileri böyle yayın istedi diye...
Ne bileyim, toplumun röntgenci reytingci piyasası bunları tüketiyor
diye... Herkese dokunamadıkları, herkese bindiremedikleri "sözde
cesur" medya ortamında, dokunabildikleri, mıncıklayabildikleri
bedenleri, sesleri, hayatları mütecavizle birlikte taciz edecekler
mi; müsait pozisyonlarda tecavüze yeltenecekler mi, tecavüzle bile
yetinmeyecekler mi? Bir karar versinler... Benimseyelim yahut
benimsemeyelim ama... Net bir karar versinler. Sözde etikçi olmuş,
sözde ibret olmuş, sözde ders çıkarmış, sözde konseyler kurmuş,
sözde ilkeler yayınlamış gibi yapıp ardından zırt telefondaki ses,
zart videolarda kendinden geçmiş beden saçmasınlar ortaya. Ayıplar
gibi durup tacizci, tecavüzcü, şantajcının bir kere yaptığını
"basın ve yayın yoluyla" bin kere yapmasınlar. Ceza kanunlarının
"basın ve yayın yolu" maddelerini haklı çıkarmak için
kıvranmasınlar. Bir karar versinler. Okur da, izleyici de, ahlakçı
da, röntgenci de, tacizci, şantajcı, derin devletçi, telekulakçı da
bilsin. Bilsin ki, bu medya, kardeşim, yakaladı mı parçalar;
kendisini, dostlarını, birtakım kudretlileri gizlerken,
yakaladığını oyar. Ya da bilsin ki... Olmuştur çok kere; lakin
artık olmayacak, bu puştluk dünyasına bir de medya; ortak,
kışkırtıcı, tüketici olarak, bir vahşi hayvan gibi katılmayacaktır.
"Puştluk dünyası" diye ağzımdan çıktı ve tekrarlıyorum, özür
dilerim; sadece daha müsait bir şey gelemedi aklıma. Bu ülkede,
bakın mesela çeyrek asır olmuş, 12 Eylül'ün yıldönümünde, ne çok
gencini kaybetmiş, asmış, içerilerde süründürmüş, mesleğinden
hayatından etmiş ve hala taksit taksit iç savaş yaşayıp kendisini
tüketmeye hep teşne olan şu ülkede... Neyin sanat, neyin şöhret,
neyin değerli, neyin önemli olduğuna dair... Elbette popüler kültür
de olur, elbette basitlik, süflilik, geyik, hava cıva da olur
ama... Ne yayıncılık, ne yayınlanmaya değer, bu ülkede hangi
hayatlar paylaşılmaya layık, kimler gerçekten emek, alın teri,
yaratıcılık, mesleki saygınlık, bireysel yetenek, toplumsal katkı
ile anılabilir, diye de küçük küçük kararlar verilmeli. Koştura
koştura şöhret basamağı çıkmış, burnu büyümüş de estetikle burnunu
küçültmüş, pek havalı, herkese tepeden bakar olmuş bir genç kız...
Kim olursa olsun, tepe üstü çakılmamalı. Yazık, çünkü maddi servet
ve manevi tatminin yolu bu şekilde açık tutulurken, o yolda, mutlu
mesut görünen nice ruh sefaleti, erken erken tüketilip bir posa
gibi pis dişlerin arasından tükürülüyor. Zaten o kadar büyük,
derin, yaygın hakiki sefaletimiz var ki... Servet ile şöhretin de
bu kadar sefil olması fazla, çok fazla ve çok ayıp! Gazetecilik
namına, hangi sefaletin gözcüsü ve sözcüsü olmalıyız; ona da bir
karar vermeli.