Ulubatlı Hasan balon mu?
Abone olAraştırmacı-yazar Erdoğan Aydın İstanbul'un fethini farklı bir bakış açısıyla anlattı.
Bugün, İstanbul'un fethinin 553'üncü yıldönümü...
Araştırmacı-yazar Erdoğan Aydın İstanbul'un fethini farklı bir
bakış açısıyla anlattı, tartışma yaratacak iddialarda
bulundu...
• 553 yıldır tartışılıyor: Fatih'in Başveziri Çandarlı Halil
Paşa, divan görüşmelerini oklarla Bizans tarafına gönderdi mi;
Bizans'tan içi altın dolu balıkları rüşvet olarak kabul etti
mi?
Tamamen mizansen. Çandarlı, aç gözlülük yapmayacak kadar kendisini
Osmanlıyla özdeşleştirmiş birisi.
• O zaman Çandarlı'nın bir karalama kampanyası sonucunda idam
edilmesi "derin devlet" işi mi?
Güncel dile çevirirsek, evet. Çünkü iki temel hizip var; bunlardan
biri Zağanos Paşa'nın devşirme hizbi, diğeri de Çandarlı Paşa'nın
Türk geleneği hizbi. Birincisi fetihçiliği, ikincisi varolan
egemenlik alanının niceliği yerine niteliğinin arttırılmasını
savunuyor. Çandarlı için çıkarılan rüşvet söylentileri de karşı
hizbin bir oyunu.
• Geçelim gemilere; gemiler karadan mı yürütüldü, uçuruldu mu,
ne oldu?
Gemilerin karadan yürütülmediğini artık neredeyse herkes kabul
ediyor. Bu bir masal.
• Aslında gemi yürütmek daha önce Venediklilerin yaptığı bir
şey; yani çok da imkansız değil?
Ama onlar ovada yürütmüş ve aylarca sürmüş. Burada ise iki geceden
bahsediliyor. Üstelik alan düz değil, yokuş. Tümsekler ve
çukurlarla dolu. Sık bir ormanlık alan. Sadece yol üzerindeki
ağaçları kesmek bir ay alır. Eğer gemiler Kasımpaşa'dan indirilmiş
olsaydı zaten Bizanslılar da daha yoldayken gemilerin gelişini
görürdü.
Okmeydanı'nda yapıldı
• Peki Bizans'ın 22 Nisan sabahı birden bire karşısında görünce
paniğe kapıldığı o 72 gemi nereden çıktı?
Evliya Çelebi ve Müneccimbaşı'nın da söylediği gibi o gemiler
Halic'in ormanlık bölgesinde kalan, iç taraftaki Okmeydanı'nda
yapıldı. Muhtemelen topların ve hisarın inşasında olduğu gibi
yapımına kuşatmadan 7-8 ay önce başlandı.
• Peki Ulubatlı Hasan var mı; burçlara bayrak dikti mi; yoksa bu
da mı hayâl?
Tıpkı gemilerin geçirilmesi gibi, aslında olmayan bir şey. Fatih
daha saldırı öncesinde burçlara ilk bayrak diken askere tımar
vereceğini ilan ediyor. Ama kayıtlarda bu nedenle tımar almış bir
asker yok. Dönemin tarihçilerinin hiçbirinde de Ulubatlı Hasan diye
birinden söz edilmez.
• O zaman Francis "Şehir düştü" adlı kitabında nereden
yazıyor?
Francis, o kitabı savaştan 25 yıl sonra ve tamamen bir senaryo gibi
yazıyor. Öyle bir yeniçeri olsa bile adının Ulubatlı Hasan olduğunu
Francis nereden bilecek? Ayrıca tam Malkoçoğlu filmi gibi. Kafasına
taş gelmesine, binlerce ok göğsüne saplanmasına rağmen bayrağı
diken bir askerden bahsediliyor. Ne yazık ki Edison'larımız
Pasteur'lerimiz olmayınca bu tip mitolojik kahramanlara ihtiyaç
duyuyor, çocuklarımızı Ulubatlı Hasan olmaya özendiriyoruz.
• İyi de, kafısma kızgın yağ dökülenler ya da surlara çıkarken
elleri kesilenler de yeteri kadar "Ulubatlı Hasan" değil mi?
Ben de tam olarak bunu söylüyorum: 1453'te binlerce Ulubatlı Hasan
var, binlerce Ulubatlı Yorgo, binlerce kahraman var. Tek bir
Ulubatlı Hasan aramaya zaten gerek yok.
• Ulubatlı sancağı dikmediğine göre o zaman aslında açık kalan
Kerkoporta kapısından girildiği doğru mu?
Fatih'in tarihçisi Kritovulos böyle diyor. Kerkoporta kapısı
Topkapı tarafında. İstanbul'un surları çift sur. Birinci surlar
aşılınca, Bizanslılar içteki sura çekiliyorlar. Ama onlar bu kapıyı
kapatamadan arkadan gelen Osmanlı askerleri şehre giriyor.
• Fatih'in aslında barışla girdiği iddiası?
Evet, pek çok tarihçiye göre deniz tarafından (Haliç-Unkapanı)
savaşla, kara tarafından (Aksaray-Topkapı) barışla girilmiştir.
Nitekim deniz tarafındaki kiliselerin camiye çevrilmesi, barışla
girilen yerdeki Aksaray-Topkapı arasındaki kiliselerin kilise
olarak kalması da bunun kanıtıdır.
• Barışla girildiyse askere üç gün yağma hakkı nasıl
veriliyor?
Deniz tarafından girenler, ki ilk Bursa Subaşısı Cuba Ali Bey
(Cibali adı buradan geliyor) girmiştir, yağmaya hemen başlıyor.
Gemideki Türkler de peşinden. Askerler yağmaya dalınca Topkapı
tarafını unutuyorlar. Oysa orada Bizans direnişi kuvvetli bir
biçimde sürüyor. Bunun üzerine Bizans askerleri Fatih'e haber
gönderiyor, "Bize can güvenliği sağlayacaksan kapıyı sana açalım"
diye. Molla Gürani ve Akşemseddin kabul etmiyor. Çünkü savaşla
girildiğindeki İslamlaştırma hakkından vazgeçmek istemiyorlar. Ama
Fatih kabul ediyor ve dediğimiz gibi Aksaray-Topkapı arasındaki
kiliseler, kilise kalıyor.
"İslambol" uydurmadır
• Diyelim ki gerçekten de barışla girdi; bunun sonucu etkileyen
herhangi bir tarafı var mı?
Elbette yok. Ancak fetihçi tarihçiler zannediyorlar ki barışla ya
da açık kalan Kerkoporta kapısından girdiysek bunlar bizi daha az
kahraman yapar. Bunu küçültücü buluyorlar. Oysa tarihe soğukkanlı
bakmak lâzım.
• Türkler, şehre girdikten sonra Ayasofya'nın içine saklanan
Bizans halkını kılıçtan geçirdi mi, geçirmedi mi?
Bu konuda da önemli bir tartışma var. Meselâ Evliya Çelebi
Ayasofya'nın kan gölüne dönüştüğünü; buna karşın Lamartin
kesinlikle Ayasofya'nın tabanına kan değmediğini söylüyor. Evet,
Ayasofya'nın dışında direnç gösteren bazı papazlar öldürülmüş
olabilir, ama bence Fatih Ayasofya'nın kapısı açıldığı ana yetişti
ve olabilecek bir katliamı önledi.
• Fetihten sonra İstanbul için hiç "İslambol" denmiş midir?
Fatih için ve Osmanlı'nın resmi belgelerinde İstanbul'un adı
"Konstantiniye"dir. İslambol lafı ise Fatih'i bize klasik İslamcı
bir otorite gibi tanıtmaya çalışan, Fatih'ten çok Fatihçilerin bir
uydurmasıdır. İstanbul adı "stanpolis"ten gelmedir.
• Fetih günü için 29 Mayıs diyoruz, ama aslında 7 Haziran olduğu
da iddia ediliyor?
Osmanlı tarihçileri arasında 6 Temmuz, hatta 1 Nisan tarihini
verenler bile var. İttihat ve Terakkicilere göre ise 11 Haziran.
Kuşkusuz bu noktadaki en doğru tarihi bulmalıyız, ama bence öz
itibariyle çok da önemli değil.
• Fetihle ilgili en yaygın iddialardan biri de Ortaçağı kapatıp
Yeniçağı başlatmasıdır?
Fethin dünyadaki etkisi konusunda kendi kendimize gelin güvey
oluyoruz. İşin doğrusu fetih, yarattığı psikolojik şok dışında
Batı'da dikkate değer bir etkide bulunmamıştır. Kaldı ki, Batı'nın
coğrafi keşifler sürecine başlaması fetihten 34 yıl öncedir.
Gütenberg'in matbaayı buluşu 1440'tır. Yani İstanbul fethinden önce
Batı istim almaya başlamıştır bile.
Fatih yaşasa Konstantin'in mezarı anıt mezar olurdu
• Çelik Gülersoy, "Madem ki bu şehri bunca seviyoruz, o zaman bu
şehir için canını veren Konstantin'in de bir köşeye, bir
heykelciğini koymak gerekir" demişti?
Doğrusu, Fatih bugün yaşasaydı, o da bunu söyleyebilir, en azından
anıt mezarını koruyor olurdu. Çünkü Fatih, Konstantin'in
öldürüldüğünü duyduğu anda hemen cesedini buldurttu ve onun kesik
başına bakarak 'Allah seni ne kadar yüksek yaratmıştı ve seni
imparator yapmıştı; niçin boş yere helak olmak istedin" dedi. Sonra
da Hıristiyan geleneklerine göre gömdürttü. Ancak sonradan gelen
şeriatçı zihniyet bu mezara da tahammül edemedi. Oysa ki Konstantin
tam Fatih'e layık bir rakipti, ikisi de İstanbul'u aşkla seviyordu
ve Fatih de bunu bildiği için onu takdir ediyordu. Bir açıdan
baktığımızda aynı sevgili için çarpışan iki erkek gibilerdi.
Fatih ile Atatürk çok benziyor
• Fatih'ten bahsettikçe aslında akla bir isim geliyor:
Atatürk?
Önemli benzerlikler var. İkisi de laik. İkisi de çağının çok
ötesinde. İkisi de bilimsel ve siyasal seviyeyi yükseltmek için
atılımlar yapmış. İkisi de içlerinden çıktıkları toplum ve hatta
kendi kadrolarıyla kavga etmek zorunda kalmış. Atatürk de önce
savaştığı Venizelos'la sonradan barış yaptı, takdir etti. Tıpkı
Fatih'in Konstantin'e yaptığı gibi.
• Fatih'in İstanbul'u aldığı 29 Mayıs 1453 mü daha önemli, yoksa
Mustafa Kemal'in İstanbul'u işgalden kurtardığı 6 Ekim 1923 mü?
6 Ekim; çünkü birincisi vergisini verdiğimiz, yurttaşı olduğumuz
devletin kuruluşu açısından; ikincisi de anti-emperyalizm
açısından, yani işgalcilere karşı çıkan bir gün olması nedeniyle 6
Ekim daha önemli.
• 29 Mayıs emperyalist mi?
Emperyalist değil, ama objektif baktığınız zaman sonuçta işgalci.
Fakat Ortaçağ'da yaşanması nedeniyle de normal. Bizim bunu çok
fazla yüceltmemiz bir Ortaçağ geleneğini olumlamak da oluyor.
• 29 Mayıs'la 16 Mart 1920'yi (İstanbul'un işgali) de bir
tutmuyorsunuz, değil mi?
Asla tutmuyorum. Çünkü insanlık 1453'te çok daha ilkeldi; oysa
1920'ler insan haklarının telaffuz edildiği bir dönem. O yüzden
1920, işgal devletlerinin tarih önünde siyasi sorumluluğu olan bir
olaydır, ama 1453 için bunu söyleyemeyiz.
• 1453'ün 1492'den farkı?
Bu çok iyi bir örnek: Çünkü Batı'nın "Amerika'nın keşfi" diye
kutladığı gün, kıtanın yerlileri için "Amerika'nın işgali" ve
"soykırım" günüdür. Tüm insan haklarına inananların yorumu da
aynıdır. 1453'ün 1492'den en büyük farkı da bu zaten. Fatih,
isteseydi Avrupalıların înkaları yok etmesi gibi Bizans halkını yok
edebilirdi; ama yapmadı. Bence İstanbul fethinin en üstün yanı
bu.
Fetihçi olan Filistin işgaline de karşı çıkamaz
• Fetihçilik zihniyetiyle aramıza mesafe koyma fikri elbette
kabul; peki ama 1453 sayesinde İstanbul'da yaşıyor olduğumuza bile
sevinmeyelim mi?
İşte o zaman "Benim yerime İstanbul'da Nora yaşıyor olabilirdi"
diye düşünmek gerekiyor. Nora'yla empati kurmak, kalkıp buradan
gidelim demek değil. Ama empatinin şöyle bir faydası var:
Geçmişteki işgalleri kim yaparsa yapsın, istersek biz yapmış
olalım, 2006 yılında artık onları büyük şenliklerle kutlamayalım ki
bugün yapılan işgalleri de normal sayma hakkımız olmasın. Elbette,
Fatih'i tarih içindeki değeriyle, erdemleriyle anıp, sahiplenelim.
Ama 60 bin kişinin öldüğü, bir şehrin yakılıp yıkıldığı,
tecavüzlerin yaşandığı, insanların köleleştirildiği, kellelerin
karpuz gibi deniz üzerinde yüzdüğü tarihteki bir olayı bugün büyük
övgülerle anarsak ne İsrail'in Filistin işgaline karşı çıkabiliriz
ne de Amerika'nın Irak işgaline...
Kaynak: www.vatanim.com.tr