Ufuk Güldemir'i korkutan röportaj
Abone olGüldemir röportaj başladıktan bir süre sonra, söyleşiyi yarıda bıraktı ve çekti gitti.. Nedenine gelince..
O nedeni, Nuriye Akman köşesinde şöyle açıklıyor: Bitmeyen
röportaj da çok şey öğretir Karşılaştığım olay biraz kurt–kuzu
hikâyesine benziyor mu sizce? Hani derenin başında duran kurt,
yemek istediği kuzuya, derenin alt kısmında bulunmasına rağmen,
“Suyumu bulandırıyorsun.” demiş ya. Ben ne yapsaydım da ‘kurt’u
ikna edip bu söyleşiyi tamamlayabilseydim? İletişim fakültelerinde
ders olarak okutulabilecek şaşırtıcı bir deneyim yaşadım.
Öğrencilerimle ilk fırsatta paylaşacağım. Onlara önce şöyle
soracağım: Çocuklar, röportaj ne için yapılır? “Bir insanı tanımak
için diyecekler.” Peki yapamadığınız bir röportajla, o insanı daha
iyi tanıyamaz mısınız? Şaşırıp yüzüme bakacaklar. İçlerinden,
“Nasıl yani? Hoca kafayı mı yedi?” diye geçirecekler. O zaman tane
tane anlatmaya başlayacağım: Habertürk adlı bir TV kanalı ve
internet sitesi var. Onun patronu Ufuk Güldemir 30 yıllık
gazetecidir. Yaklaşık iki yıl önce medya patronlarıyla röportajlar
yapmak için hepsinden randevu istedim, Güldemir’i de ayırmadım.
Önce gazeteci, sonra patron olduğu için, söyleyecekleri benim için
daha önemliydi. O zaman randevu vermedi. Ben de üzerinde durmadım
ve tamamen unuttum. Geçenlerde bizim gazeteden bir muhabir
kendisiyle konuşmak istemiş. “Eğer Zaman’a bir mülakat vereceksem,
bu Nuriye Akman olmalı. Zaten bende bir başvurusu vardı.” mesajını
haber müdürü kanalıyla bana iletti. Memnuniyetle kabul ettim.
Randevu gününü ve saatini birlikte kararlaştırdık. Beni güleryüzle
karşılasa da tedirgin olduğunu hemen anladım. Bana, “Biraz evvel
Ertuğrul Özkök’le konuştuk, senin geldiğini söyleyince ‘Allah
kolaylık versin’ dedi.” diyerek bu duygusunu açığa vurdu. Ben de,
“Bana da Ufuk Güldemir’e gittiğimi söyleyince ‘gazan mübarek olsun’
dediler.” diye şakayla mukabele ettim. Beni çok şaşırtan bir
teklifte bulundu. Konuşmamızı kameraya alacaktı. Ondan daha
şaşırtıcı olanı, gerekçesinin bana güvenmiyor oluşuydu. Ya ben onun
için stratejik önemde olan bir lafı kesersem n’apardı? Ben bu
güvensizliğinin hoş olmadığını, kamerayı kabul edemeyeceğimi, ancak
dilerse konuşma metnimizi yayından evvel kendisine
gönderebileceğimi, bir eksiklik bulursa düzeltmeye hazır olduğumu
söyledim. Bu bir iyi niyet gösterisiydi ancak ikna olmadı. O zaman
iki teyple çalıştığımı, birini röportajdan sonra kendisine teslim
edebileceğimi söyledim. Kabul etti. Buna rağmen tedirginliği beni
incitecek şekilde artarak sürdü. Dedi ki teybi açmadan önce: “Eğer
bana dedikoduya dayalı bir soru sorarsan, ben de derim ki, ‘Senin
annen Londra’da hırsızlık yaptı.’ Bu da kayda girmeli ve
yazmalısın.” Bütün iyi niyetimle, “Peki.” dedim. Teybi açtık. İlk
sorumdan itibaren sergilediği tavır çok saldırgandı ve sebep de
beni ‘saldırgan’ olarak algılamasıydı. Toplam beş dakika bile
süremeyen konuşmamızı olduğu gibi yazdım. Soramadığım soruları
metne koyup koymamakta tereddüt ettim ve yayımlamamaya karar
verdim. Sevgili gençler, size beş dakika veriyorum. Lütfen okuyun
ve soranla sorulanın durumlarını analiz edin. Öğrencilerime kendi
tespit ve yorumlarımı hemen belirterek onları etkilemeyeceğim. Ama
bu olaya ilişkin zihnime takılan soruları okurlarımdan ve
meslektaşlarımdan gizleyemem: 1) Bu olay biraz kurt–kuzu hikâyesine
benziyor mu sizce? Hani derenin başında duran kurt, yemek istediği
kuzuya, derenin alt kısmında bulunmasına rağmen, “Suyumu
bulandırıyorsun.” demiş ya. Ne yapsaydım da ‘kurt’u ikna edip bu
söyleşiyi tamamlayabilseydim? Einstein’ın, ‘Önyargıları kırmak,
atomu parçalamaktan daha zordur.’ sözünün bu durumla kurulabilecek
bir paralelliği var mı? 2) Korkuyor muydu? Neden? En baştan beni
çağırdığına pişman olmuş ve sözünden dönememiş miydi? Neden? Çareyi
bu karşılaşmanın böyle gerçekleşmesini kurgulamakta mı bulmuştu? Bu
soruya bulunacak cevaplar için ek soru vereyim: Olaydan sonra
randevumuza aracılık eden Habertürk yetkilisi, bana, “Bu bir oyun
olamaz mı, neden üzülüyorsun?” dedi. 3) Diğer soruların sorulmasına
müsaade etmeyerek, kendini ucuz kurtulmuş mu sayıyordu? Ucuz
kurtulunacak bir durum mu vardı? Neydi o durum? 4) Sabah’ta iken
bir dönem benim genel yayın yönetmenimdi. Kısa röportajımızda
okuyacağınız üzere benim huzurlu çalışmamı istediğini söyleyerek,
“Seni enjekte edenlerden biriyim.” dedi. Ben Hürriyet’te en parlak
zamanımda Sabah’a geçtim. Bana hayatımın şansını vererek kariyer
yapmamı sağlayan Ertuğrul Özkök bile bu ‘enjekte’ kelimesini
kullanmadı. Bu ayrılıştan çok üzüldüğü halde bir beyefendi gibi
davrandı ve benim, “Ben sizin sayenizde gazeteci oldum, teşekkür
ederim.” sözlerime, “Hayır, ben herkese şans verdim, sen bu şansı
kullandın. Biz ruh arkadaşıyız. Seninle yine günün birinde
çalışırız.” diye beni uğurladı. Sabah’taki Güldemir dönemi benim
açımdan Kalabalıklar adlı sayfamın kaldırıldığı dönemdir. Bu
durumdan siz hangi soruyu! çıkarıyorsunuz? 5) Bu olayda benim hatam
nedir? Acaba avcılık yerine başka bir konu ile söyleşiye
başlasaydım durum değişir miydi? Mesela üçüncü sorum şuydu: “Patron
olmaya karar verip işe internet sitesinden başladığınızda, medyanın
ancak bağımsız olursa güçlü, objektif ve adil olabileceğini
söylüyordunuz. Hedefinize ulaştınız mı, ulaşmadıysanız sizden ve
sistemden kaynaklanan hangi nedenleri sıralayabilirsiniz? 6)
Karşımdaki insan çok akıllı ve kül yutmaz olduğunu söylemek
ihtiyacı hissetmişti. Ben daha onun gerçeğini tespit edemeden, o
bende ‘vahşi bir surat’ görebildiğine göre, acaba ona kendisini
gösteren ayna mı olmuştum? Güldemir: Ben kelimelerin efendisiyim
Otuz senemi kelimelere verdim ben. Senin her kelimenin karekökünü,
her kelimenin logaritmasını ben okuyabiliyorum senden. Senin bu
sorunun nasıl bir saldırgan amaç taşıdığını görüyorum. Dolayısıyla,
saldırgan olduğun zaman, ben de saldırganlaşacağım, doğal olarak.
19 yaşından beri avlanıyorsun, değil mi? Bu seni nasıl formatladı,
kişiliğine ne kattı? Seni nasıl bir insan yaptı, daha atak mı
yaptı, daha cesur mu yaptı? Daha, ‘vahşi’ mi yaptı? Çünkü avlanmak
deyince insanın aklına çoğu kez negatif duygular geliyor. Sen bunu
işte erkeklerin genetik yapısında bu doğal olarak var diye
açıkladın daha önce. Mesela, sen avcı değilsin ama vahşisin.
Avcılıkla bunun bir alakası yok yani. Sorularından ben görüyorum,
saldırıyorsun insanlara. Dolayısıyla, mesela bu sorunda bile ben
saldırgan bir hava gördüm. Dolayısıyla, demek ki sadece avcı
olanlar değil, avcı olmayanlar da vahşi olabiliyor. Ben bunu gördüm
mesela sende. O kadar fazla gardını almışsın ki, ben de burada
pipirik bir Ufuk Güldemir portresi gördüm. Çünkü, avcılığın pek çok
boyutu var. Maceracı olduğunu gösterebilir, başarmaya kodlu,
tehlikeyi seven yanını gösterebilir. Vahşi bir yanı da vardır.
Nereden baktığına bağlı. Bu seni nasıl formatladı diye, gayet düz
bir soruyu bile sen bir vahşet olarak algılıyorsan, bundan sonraki
sorularda epey kan çıkacak demektir. Valla sorular senin, cevaplar
benim. Peki, nasıl bir insan yaptı seni? Benimle bu işin bir
alakası olmadığını düşünüyorum. Yani kedi fareyi tutarken,
düşünmüyor. Avcılık konusunda sana entelektüel düşünceler
sunmayacağım. Bakın, yaptığımız her iş kişiliğimizi yoğurur.
Avcılık seni nasıl bir insan yaptı, dümdüz bir soru. Bu kadar
etrafında dolanmaya, evelemeye gevelemeye gerek yok. Mesela bu
meslek beni çok atak yaptı, ben çok daha dingin bir insanken… O
manada seni nasıl bir insan yaptı? Ben bu mesleğe otuz yılımı
verdim. Sadece cümleleri, satırları değil, satırların aralarını
okuma kabiliyetim var. Senin satır aralarında, ben avcılık
seziyorum, saldırganlık seziyorum. Bu saldırganlık beni
saldırganlaştırır. Sen bunu, şu anda tabii bu sayfayı, bu röportajı
okuyanlar, senin o saldırganca ifadeni, o yazılı basında
göremeyecekler. Çünkü bu yazıya dökülüyor. Sen bunu gayet masumane
bir şekilde sormuş gibi duruyorsun. Oysa sorarken, vahşice bir
ifade var yüzünde. Ama bu vahşice ifade senin, ne yazık ki, soruna
yansımayacak. Çünkü sadece soğuk kelimeleri bu gazetede bulacak
insanlar. Dolayısıyla, ben, bazı insanlar, bazı şeylerin efendileri
olabilir, Nuriye’ciğim. Ben de kelimelerin efendisiyim. Otuz senemi
kelimelere verdim. Senin her kelimenin karekökünü, her kelimenin
logaritmasını ben okuyabiliyorum senden. Senin bu sorunun nasıl bir
saldırgan amaç taşıdığını görüyorum. Dolayısıyla, saldırgan olduğun
zaman, ben de saldırganlaşacağım, doğal olarak. Peki, o halde
okurlara bırakalım. Tabii ki okurlar benim yüz ifademi burada
görmeyeceklerdir ve bana haksızlık yapıyorsun. Hiçbir vahşet yok
yüzümde. Ben sana gülümseyerek bakıyorum dediğimde, bunu kimse
anlamayacak. Ama bu kadar düz bir soruyu böyle algılamak, tabii ki
senin karakterinle ilgili okurlarımıza epeyce ipuçları vermekte.
Olabilir. Ama bu soruyu, şimdi söylediklerini teybe geçsin diye
söylediğini bilecek kadar da zekiyim. Yani, “Benim yüzümde
saldırgan bir ifade yok.” lafını teybe, bu röportaja kayda geçsin
yani on the record olmak için söylediğinin de inşallah farkında
olurlar. Pekala, öldürdüğün bir hayvan için hiç gözyaşı döktüğün
oldu mu? Yani bu sorunun da ben abesle iştigal olduğunu
düşünüyorum. Yani, biraz daha böyle devam edersen röportajı
bırakacağımı söyleyeyim sana. İstersen şimdi bırak. Çünkü... Şimdi
bırakıyorum o zaman. Çünkü benim kim olduğumu, ne tarz sorular
yönelttiğimi insanlara, en iyi bilenlerden birisiniz. Hayır ben
bilenlerden birisi değil, tam aksine, seni enjekte edenlerden
birisiyim. Bilenin ötesindeyim. Enjekte etmek ne demek? Yani, e
şöyle, şu kelimeyle ifade edeyim. Var olmanı arzulayanlardan, bir.
İki, yönettiği gazetede huzurla yaşamandan yana tavır almış
birisiyim. Dolayısıyla senin düşündüğünden daha ötede bir düşüncem
var, seninle ilgili. E ama bu düşüncemi daha fazla değiştirmek
istemiyorum. O yüzden bu röportajı burada bırakıyorum. Neden
çağırdın beni peki, neden kabul ettin? Sen, bu röportajı istedin.
Ben de kabul ettim. Ama bana deseydin ki, “Ufuk ben saldırgan
sorular soracağım. Buna rağmen, sen benimle konuşur musun?”
Etmezdim. Bana röportaj talebinde, “Ben saldırgan olacağım, bu
şartla kabul ediyor musun?” demedin. Ben sana saldırmadım ki şu ana
kadar. Saldırıyorsun. Ben de konuşmayacağım. Yani öldürdüğün bir
hayvan için gözyaşı döküp dökmediğini sormam saldırganca mı? Bir
insan siyah ve beyaz değildir ki. Siyahların içinde beyaz noktaları
vardır, beyazların içinde de siyah noktaları vardır. Sen mutlak bir
gerçeklik değilsin ki, sen de ben de değiliz. Dolayısıyla bir insan
avdan çok zevk alabilir, ama içinde de bir başka boyutu olabilir.
Ben onu arıyorum. Bunda nasıl bir saldırganlık sezebiliyorsun? Bu
röportaj bitti benim için. Ben kendi kasetimi almak istiyorum.
Bence korktun yani. Niye korkuyorsun, hiçbir şey söylemedim ben
sana. Kasetime almak istiyorum.