Türkiye'nin AB'ye girmemesi Allah'ın lütfu
Abone ol22 yıl başbakanlık görevini üstlendiği Malezya’nın kalkınmasında büyük katkısı olan Mahathir Muhammed'den ilginç açıklamalar.
Gelişen Türkiye’nin İslam dünyası için örnek ve kriz
içindeki AB’ye girmemiş olmasının Allah’ın lütfu olduğunu söyleyen
Mahathir’e göre İslam dünyasının en büyük problemi değerlerini
kaybetmiş olması ve iç ihtilaflar.
Mahathir Muhammed, 22 yıl başbakanlık görevini üstlendiği
Malezya’nın kalkınmasında büyük katkısı olan ve küresel ekonomiden
Filistin meselesine ses getiren çıkışlarıyla sürekli adından söz
ettiren bir siyasi lider. Aktif siyasetten ayrılmış olsa da
ülkesinde hâlâ ‘bir bilen’ olarak kabul ediliyor.
Ülkesinin dönüşümündeki rolü, reformculuğu, ekonomistliği ve
muhafazakâr kimliğiyle Turgut Özal’la karşılaştırılan Mahathir
Muhammed, İstanbul’da yaptığımız röportajda Türkiye ile
ilişkilerden Arap Baharı’na, küresel ekonomik krizden yükselen
Çin’e bakışına ve Malezya’nın geleceğine dair birçok konuda
görüşlerini paylaştı. Malezya’nın İslam ile demokrasinin uyumlu
olduğunu ispatladığını söyleyen Mahathir, ülkesinde demokrasi
olmadığı eleştirilerini kabul etmiyor. İsim vermiyor; ama eski
yardımcısı ve Maliye Bakanı Enver İbrahim’in başını çektiği
muhalefetin Malezya’nın kazanımlarına zarar vermesinden
endişeli.
Arap Baharı denilen süreçte Ortadoğu ülkelerinin demokrasiye uyum
sağlamalarının zaman alacağını ifade eden Mahathir Muhammed,
ABD’nin kendisiyle uyumlu olmayan yönetimleri devirme eğilimine
karşı. Güçlenen Çin’le ilgili korkulara katılmayan Malezyalı
siyasetçi, Batı’nın karşı karşıya olduğu krizi, kazandığının çok
üstünde tüketmesine bağlıyor.
Mahathir Muhammed’in Cihan Haber Ajansı’nın sorularına verdiği
cevaplar şöyle:
- Malezya ile Türkiye siyasi ilişkileri çok iyi ama
Malezya’nın dış ticaretinde Türkiye’nin payı binde yarımdan az. Çok
iyi siyasi ilişkilere rağmen ekonomik ilişkiler neden bu
düzeyde?
Temel olarak bunun sebebinin, iki ülke arasındaki mesafenin
uzaklığı ve yetersiz taşımacılık olduğunu söyleyebiliriz. Malezya,
Avrupa ile ticaret yapıyor; ancak onların taşımacılık sistemleri
çok iyi. Bu iki bölgede yük gemileri sürekli mal taşıyor. Ancak
ulaştırma sisteminin yetersizliği sebebiyle Türkiye ile ticaretin
hacmi küçük. Taşıma sisteminin desteklenmesiyle daha çok ticaretin
mümkün olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca Türkiye’den neler
alabileceğimizin ve Türkiye’ye neler sunabileceğimizin
araştırılması gerekiyor. Bu anlamda iki ülkenin ürün
karşılaştırmasını yapan gerçek bir çalışma henüz yok.
- İki ülke ekonomisinin karşılıklı fayda sağlayabileceği
işbirliği alanları veya üçüncü ülkelere dönük ortak stratejileri
neler olabilir?
Hâlihazırda Türkiye ile savunma sanayisinde işbirliğine yönelik
bazı girişimler var. Bunun dışında eminim ki inşaat gibi başka
alanlarda da yatırım ortaklığı söz konusu olabilir. Çünkü bizim
bulunduğumuz bölgede çok ciddi inşaat projeleri var. Bizim kendi
inşaat deneyimimiz var, Türkiye’nin de bu alanda tecrübesi var.
İnanıyorum ki bu alanda ortak yatırımlar yapabiliriz. İki taraf da
bu inşaat çalışmalarından fayda sağlayabilir. Bunun yanı sıra
hammadde ve yarı işlenmiş malların temini konusunda da birbirimize
yardımcı olabiliriz.
- 55 yılda Malezya büyük gelişme kaydetti. Bu sürenin 22
yılına başbakan olarak siz liderlik yaptınız. Bu gelişimin
devamlılığı ve Malezya’nın geleceğiyle ilgili sizi endişelendiren
hususlar nelerdir?
Liderlik konusu gelişmekte olan ülkelerde hep büyük bir mesele
olmuştur. Yanlış liderleri seçiyoruz. Sonrasında pişmanlık da
yaşıyoruz. Halkların iyi liderler seçecek kadar akıllı olmaları
gerekli. İyi konuştuğu veya karizma sahip olduğu için aniden ortaya
çıkan birini seçmek yerine siyasetin içinden, tabandan gelen
birisini seçmeleri lazım. Böyle kişiler lider olduktan sonra çok
iyi performans gösteremiyor. Liderlik ve sistem çok önemlidir.
Ticaret, kalkınma ve sanayileşme konuları iyi değerlendirilmelidir.
Bunlar yapıldıktan sonra ülke ilerler.
ABD, MALEZYA’DA KENDİ ADAYININ İKTİDARINI
İSTİYOR
- Blogunuzda Ortadoğu’daki gelişmeler paralelinde
Malezya’da da rejim değişikliği olabileceğine dair endişenizi
yazmışsınız. Böyle endişeleriniz var mı? Yoksa bunları söyleyerek
sadece halkı mı uyarıyorsunuz?
Bu konuda endişelerimiz var. Çünkü ABD, kendine taraf olmayan
yönetimlerde rejim değişikliğini desteklediğini açık bir şekilde
ifade etti. Bu rejimlerin bazıları gerçekten iyi olmayabilir ve
değişmeleri gerekebilir. Ancak bir başka gücün taleplerini
karşılamaya yönelik kurulan bir hükümet, kendi devleti ve halkının
refahını düşünmeye odaklanamaz. Kendi bakış açılarına göre iyi bir
lider olma özellikleri taşıdığı iddia edilen kişiler gerçekte bizim
bakış açımıza sahip olmayabilir. Bu sebeple bizi kimin
yöneteceğinin başkaları tarafından belirlenmesi kabul edilemez bir
şey.
- Şu anki Malezya hükümetinin Amerikan yanlısı olmadığını
mı söylüyorsunuz?
Benim dönemimde Malezya, Amerika ile her zaman iyi ilişkiler içinde
olmuştur. Benim kişisel çabalarım da bu ilişkilerin artmasına
yönelik olmuştur. Ancak onların kendi adayları var. Onlar bu
adaylarının hükümeti devralmasını istiyorlar.
- Bu adayın ismini açıklayabilir misiniz?
Hayır
DEMOKRASİ, YENİLGİYİ KABULLENEBİLMEKTİR!
- Siz yalnızca bir siyasetçi olarak değil İslam dünyasının
sorunlarına kafa yoran bir fikir adamı olarak da görülüyorsunuz.
Arap Baharı denilen süreçte Ortadoğu iyiye mi yoksa daha kötüye mi
gidiyor?
Müslüman ülkeler genelde otokrat. Bir zümrenin ya da bir diktatörün
yönetimi altındalar. Bu kişiler kendi halklarıyla
ilgilenmediklerinde haklı olarak insanlar bu yönetimlere karşı
gelecek ve birleşecekler. Ancak asıl problem diktatörlerin
devrilmesinden sonra yerine gelecek yöneticinin belirlenmesi. Çünkü
her grup iş bu noktaya gelince ayrılıyor ve kendi liderini
destekliyor. Bu durumda karşıtlık oluşuyor. Demokrasinin
esaslarından biri de sandıktaki yenilginin kabullenilmesidir.
Seçimden yenik çıktığında diğer taraf hile yapıyor diye
düşünmemelisin. Her yerde bunu görüyorum. Seçimden sonra yenilen
parti hemen diğer tarafın hile yaptığını öne sürüyor ve tartışma
başlatıyor. Ancak bu parti kazanmış olsa bu kez diğer parti onun
için aynı şeyi söyleyecek. Gelişmiş demokrasilerde seçim sonuçları
kabul edilir ve bu sorgulanmaz.
Arap Baharı sürecine olumlu bakmak gerekiyor. Ancak demokrasinin
getirdiği bazı kısıtlamaları, zafiyetleri ve zorlukları öğrenmeleri
ve kabul etmeleri biraz vakit alabilir. Anladıkları zaman en uygun
liderlerini seçebilirler. Bu durumda sonuç kabul edilir. Böylelikle
durumlarını düzeltebilirler.
- Ülkenizde muhalefet Malezya’daki yönetimi eski Arap
yönetimleriyle karşılaştırıyor. Bu makul bir karşılaştırma
mıdır?
Aslında tam olarak karşılaştırılamaz. Çünkü biz bağımsızlıktan bu
yana, yani 55 yıldır demokratik bir ülkeyiz. Şu ana kadar 12 seçim
yaşadık. Her seçimde muhaliflerin kazanması da ihtimal
dâhilindedir. Yalnızca kazanma ihtimali değil, şu anda 5 eyaletin
yönetimini de elinde tutuyorlar. Federal hükümeti yöneten iktidar
partisi muhalefetin kazandığı yerlerde yerel yönetimlere hakkı
olduğunu inkâr edemez. Seçim yapılan bazı ülkelerde tek parti
kazanıyor ve her yerde onun sözü geçiyor. Bu çok demokratik
değil.
ASYA KRİZİ VE MALEZYA…
- Aslında ülkenizdeki siyasi tartışma, 1990’larda Asya’yı
ve Malezya’yı vuran ekonomik krizin nasıl yönetileceğine dair
tartışmayla başladı. O zamanki yardımcınız, şimdiki muhalefet
lideri Enver İbrahim, IMF’li bir çıkış öneriyordu. Sizin farklı
yaklaşımınız vardı. Ekonomi açısından zaman kimi haklı
çıkardı?
Kabinede bile bazı farklılıklar olabilir. Ancak sizin mi yoksa
diğer tarafın mı haklı olduğunu görmeniz için meseleleri
tartışmanız gerekir. Zamanın başbakan yardımcısının fikirleri
ülkenin ekonomik durumunu daha da kötüye götürebilirdi. Aynı
zamanda sahip olduğu fikirlerle bir süre politika yapmasına izin
verildi. Ancak sonucu ülke için kötü olmuştu. Temel olarak o
kişinin görevinden alınmasının başka sebepleri de vardı ancak bir
başbakan olarak konumumu koruyabilmem ve bana bağlı olan kabine
üyelerinin kriz durumunu yönetebilmem için fikirlerime güvenmeleri
ve desteklemeleri gerekiyordu. Ekonomik krizle ilgili planım işe
yaradı ve başarılı oldum. Kabul etmem gerekir ki bu süreçte çok
korktum. O günlerde ekonomistler yaptıklarımı eleştiriyor ve
yapmamam gerektiğini söylüyordu. Yine de yapmak istediğimizi yaptık
ve başardık.
- O zaman Asya’da sizin yaşadığınız gibi büyük bir krizi
bugün Batı yaşıyor. Krizin kaynağı ne, sizce çözüm nasıl
olmalı?
Şimdi yaşanan krizde, Batılılar o zaman bize yapmayın dedikleri
şeyleri kendileri yapıyorlar. Amerika da İngiltere de bunları
yapıyor. Batan şirketlerin ve bankaların batmasına izin
vermelisiniz. Ben bunu yaptığımda bana bunun yanlış olduğunu
söylemişlerdi. Şimdi aynı şey onların başına geldi. Hükümetler bu
bankaları kurtarmak için hazineden 300 milyar dolar verdi. Görüyor
musunuz? Onlara dedik ki döviz ticareti ekonomiye zarar veriyor.
Bunu sorgulamamız lazım. Şimdi kendileri aynı şeyi sorguluyorlar.
Başka şeyler de var örneğin açığa satış gibi. Açığa satışın, pazara
zarar veren bir etkisi var. Onlara bunun yanlış olduğunu anlatmaya
çalıştık. Ancak bize ekonomiden anlamadığımız söylediler. Yıllar
sonra kendileri benimle aynı kanıya ulaştılar.
BUNLARIN YAPTIĞI, KUMAR OYNAMAK…
- Şu anki global krizin aşılması için sizin önerileriniz
neler?
Financial Times da bu konuda benim fikrimi sordu. Buradaki mesele,
Batı ülkelerinin karşılayabileceklerinin ötesinde harcama yapıyor
olmaları. Kazandığından daha fazlasını harcıyorsun. Örneğin bu
ülkelerde çalışma saatleri kısa, tatil süreleri uzun ve
çalışanların birçok hakları var. Bu durum onların ürünlerini daha
pahalıya üretmelerine sebep oluyor. Sonuç olarak ürünleri pazarda
rekabet edemiyor. Pazarda rekabet edemedikleri için de
büyüyemiyorlar. Finans piyasası, gerçek bir ticaret değildir.
Gerçek bir ticarette üretir ve ürettiğini satarsın ya da bir hizmet
verir karşılığında ücret alırsın. Ancak bunların yaptığı şey kumar
oynamak. Bunlar fiyatların artışını bekleyerek aldıkları ürünleri
fiyatlar yükseldiğinde daha pahalıya satmayı düşünüyorlar. Elbette
bir şeyi satın aldığınızda onun fiyatı yükselir. Sattığınızda ise
bunun fiyatı düşer. Yani piyasayı manipüle ediyorlar ve döviz
kurları üzerinde spekülasyon yapıyorlar. Bir gün içinde alıp
satılan döviz hacminin 4 trilyon dolar olduğu söyleniyor. 4 trilyon
dolar demek Almanya’nın bir yıllık üretim miktarına denk geliyor.
Almanya’da bir yıllık bu üretim insanlara ticaret, ulaşım, sigorta
vb. iş imkânları oluşturuyor. 4 trilyon değerindeki bir döviz alım
satımı ise hiçbir iş gücü üretmiyor. Hiçbir şeyin taşıması ya da
üretilmesi anlamına gelmiyor. Bunlar sadece bankalar arasındaki
değişimler. En azından bu tür döviz alım satımlarının düzenlenmesi
gerekiyor. Ancak ekonomistler piyasanın kendini dengeleyeceğini
söylüyorlar. Bunu söyleyenler sadece para kazanmak amacındalar.
Başka hiçbir şeyi umursamıyorlar.
- Kararlarınızdan bir tanesi de milli rezervlerinizin bir
kısmını dolardan Euro’ya çevirmek olmuştu. Ancak şu an Euro da
krizde.
O zamanlar Euro güçlüydü. Rezervlerimizi, Euro, Japon Yeni, Sterlin
ya da altın gibi farklı dövizlerde tutmak gerekiyordu. Bunlardan
birisi düştüğünde diğeri yükselecek ve durumu dengeleyecektir.
BİZİ ÇİN DEĞİL, BATI KORKUTUYOR
- Çin hakkında Batılı birçok uzmandan farklı görüşleriniz
olduğunu biliyoruz. Batı’da Çin korku kaynağı olarak ele alınıyor.
Oysa siz Çin’in yükselişinden faydalanabileceğimizi söylüyorsunuz.
Çin’in geleceği ve yükselişi hakkındaki değerlendirmeniz
nedir?
Çin, 4 bin yıldır var olan büyük bir ülke. Biz Çin’le 2 bin yıldır
ticaret yapıyoruz. Bize hiçbir zararı olmadı. Avrupalılar 1509
yılında geldiler ve sadece iki yıl içinde ülkemizi işgal ettiler.
Bu sebeple asıl korkmamız gereken Avrupa. Çin bizi korkutmuyor.
Avrupalılar bizi korkutuyor. Diğerleri gibi ticaret yapmıyorlar.
Pazarı tamamen ele geçirme ve tekelleşmeyi hedefliyorlar. Ne
yaparsanız yapın Çin büyüyecek. Büyük, güçlü ve zengin bir ülke
olacak. Bunu önleyemezsiniz. Biz Çin’den vazgeçemeyiz. Bizim için
de büyük bir pazar. Biz, Çin’e mal satabiliriz. Çin, aşırı komünist
bir yapıdayken çok fakirdi. Hiçbir şey alamıyordu. İyi tarafından
bakalım. Zenginleştikçe alım gücü de artacak. Çin, iyi bir
pazar.
- Çin endişesi, abartılan bir tez mi?
Çin’in bir pazar savaşı başlatmak istediğini sanmıyorum. Çünkü
savaş hiç kimseye bir fayda getirmez. Amerikalara da getirmez. 10
yıldır Afganistan’da ve Irak’ta savaştalar. Ne kazandılar? Hiçbir
şey. Şu anki durumları on yıl öncesine göre daha kötü. Bugün bir
savaşı kazanabilirsiniz. Hükümeti sizinle bir anlaşma yapması
konusunda ikna edebilirsiniz. Ancak halk ikna olmayacaktır.
İnsanlar sizi yolda gördüklerinde vurmak, canlı bomba olup sizi
öldürmek isteyeceklerdir. Bugün, bir ülkeyi gidip orayı işgal
ederek orada kalıcı olamazsınız. Önceden koloniler vardı. Hangi
ülke olursa olsun insanlar bugün işgalcilere karşı savaşacaktır. Bu
sebeple Çin bunu aklından bile geçirmeyecektir.
- Birçok insan Çin’in ekonomide kapitalizm ile siyasette
komünizmi bir arada götürüp götüremeyeceğini sorguluyor. Bu çelişki
sizce de sorun değil mi?
Çin, Rusya’dan daha akıllı bir ülke. Rusya, politika ve ekonomisini
aynı anda değiştirdi ve birçok sorunla baş başa kaldı. Çin ise
siyasete dokunmadı; ancak yavaşça ekonomisini değiştirdi. Çünkü
merkezi ve güçlü bir yönetime ihtiyaçları var. 1,3 milyar nüfusun
yaşadığı bir ülkeyi yönetmek kolay bir şey değildir. Bu sebeple
merkezi ve güçlü bir yönetim anlayışı konusunda ısrarcılar. Ancak
inanıyorum ki zamanla yavaşça bazı yönleriyle demokratik değişimi
kabul edeceklerdir.
AMERİKALILAR FAKİR OLDUKLARINI KABUL ETMELİLER
- Amerika, ekonomik problemlerini çözmekte zorlanıyor. Bu
ülkeyi karamsar bir gelecek mi bekliyor?
Amerikalılar fakir olduklarını kabul etmeliler ve fakir gibi
yaşamayı öğrenmeliler. Amerikalılar ve Avrupalılar ikisi de
fakirler. Çünkü onlar sahip olmadıkları bir parayı harcıyorlar.
İşçilerine yüksek ücret ödüyorlar, ekstra ikramiyeler veriyorlar
vs. Tüm bunlar üretim fiyatlarını da yükseltiyor. Uluslararası
piyasada rekabet edemiyorlar. Bu sebeple maliyet ücretlerini
düşürmeliler. Bunu yapmak için de fakirlere davranır gibi
davranmaları gerekiyor. Daha az zengin olup daha çok çalışmaları
gerekiyor. Oraya buraya savaş gemileri gönderip rejimleri
değiştirmektense üretmeye odaklanmaları lazım.
- Sizce Amerika ve Avrupa gibi gelişmiş ülkelerde bu
düşünceyi yeniden oluşturmak mümkün müdür?
Belli bir seviyede olması kaydıyla bunu çoktan ekonomik
programlarında denemeye başladılar. Kemer sıkma politikaları bunun
delili. Bazıları buna karşı. Ancak sahip olmadığınız parayı
harcayamazsınız. Onların yaptıkları borç para alıp bunu harcamak.
Size gelir olarak dönecek bir yatırım yapmıyorsanız borç
aldığınızda bunu ödeyemezsiniz. Ancak onlar harcamak için borç para
alıyorlar. Bugün onların başına gelen olay bu. Borçlarını
ödeyemiyorlar.
- Türkiye, ekonomik kalkınması ve demokratik gelişimi ile
İslam dünyasına örnek gösteriliyor. Sizce Türkiye özellikle
Ortadoğu’da Müslüman ülkeler için model bir ülke olabilir
mi?
Elbette. Son başbakanın hükümeti kurduğundan bu yana sürekli
gelişmekte olan bir ülke. Erdoğan, doğru bir yönetim biçimi
sergiliyor. Elbette, karşı görüşler ve yüzleşmesi gereken
demokratik problemler de var. Bu problemlerle mücadele etmesi
gerekecektir. Ancak bence Türkiye modeli, Arap ülkeleri için güzel
bir örnektir.
İSLAM DÜNYASI, ASIL DEĞERLERİNİ KAYBETTİ
- İslam dünyasının sorunlarına ve geleceğine kafa
yoruyorsunuz. Çin’in yükselişi, Batı’nın düşüşü vb. konuşulabilir;
ama İslam dünyasının durumu nasıl? Karşı karşıya olduğu en ciddi
tehdit unsurları neler?
Benim fikrimce biz değerlerimizi kaybettik. Dinin temel
öğretilerini takip etmiyoruz. Dini liderleri takip ediyoruz ve bu
liderler birbiri arasında farklılık gösterdiklerinde biz de bunlara
uyuyoruz. Böylelikle yüzlerce farklı gruba bölünüyoruz. Şii, Sünni
ve benzeri ayrılıklar sebebiyle birbirimizle kavga ediyoruz.
Kur’an’ın öğretilerine geri dönersek inanıyorum ki daha az ihtilaf
olacaktır. Üzerinde uzlaşılan genel bir kurul olması gerekir ve bu
kurulun da Kur’an üzerine kurulmuş olması gerekir. Kur’an’da
doğrudan bize hitap eden birçok mesaj var. Bir de bilgiyi alıyoruz;
ancak bunu uygulamıyoruz. Şayet Kur’an’a geri dönersek aramızda
böyle farklılıklar olmayacak. Böylelikle daha az uyuşmazlık
yaşanacak. Şimdi her biri diğer tarafı suçlarken Şiiler Sünnileri,
Sünniler Şiileri katlediyor.
BOSNA KRİZİ İLE SURİYE AYNI DEĞİL
- Bosna krizinde Malezya Başbakanı olarak sorunla yakından
ilgiliydiniz. Bugün Suriye’nin durumu da Bosna’ya benzetiliyor.
Ancak Malezya’dan Suriye hakkında pek ses yok. Neden?.. Suriye’de
yaşananları nasıl görüyorsunuz?
Fark şu ki, Bosna’da Müslümanlar Sırplar tarafından katlediliyordu.
Bu genel bir soykırımdı. Bizler Müslümanlar olarak Sırpların
uyguladığı soykırıma karşı sesimizi duyurduk. Suriye’ye gelince
durum farklı. Suriyelilerle Suriyeliler karşı karşıya. İki taraf da
Suriyeli taraflardan destek görüyor ve aralarındaki anlaşmazlık
büyüyor. Arada şiddet ve vahşet içeren bir çatışma var. Birilerinin
bunu durdurması ve tarafları bir araya getirmesi, bir anlaşma
sağlaması gerekiyor. Esed rejimine karşı olursanız aynı zamanda Çin
ve Rusya gibi iki devletle de karşı karşıya gelmiş olursunuz. Aynı
zamanda bireysel olarak ülkelerin sürece müdahale olmaları hoş
karşılanmaz. Ancak BM tarafından yapılacak bir müdahale herkesin
onay verdiği bir durum olur. Tek tek ülkeler kendi çıkarları
doğrultusunda bölgedeki duruma müdahale etmemelidirler.
TÜRKİYE’NİN AB’YE GİREMEMESİ, ALLAH’IN LÜTFU
- Bugün AB ciddi bir krizin içinde olsa da Türkiye uzun
süredir bu birliğe üye olmak istiyor. Bu sürece bakışınız
nasıl?
Türkiye’nin AB’ye üye olmak için kendine göre geçerli sebeplerinin
olduğunu düşünüyorum. Ancak şu ana kadar birliğe üye olmadığınız
için kendinizi şanslı saymalısınız. Tek para birimi olarak Euro
kullanan AB üyesi ülkelerin krizden nasıl etkilendiklerini
görüyorsunuz. Bunun yanında Euro’ya bağlı yaşanan bu kriz yalnızca
Avrupa’nın fakir ülkelerini değil zengin ülkelerini de etkilediğini
görüyorsunuz. Eğer bugün Avrupa Birliğine üye değilseniz bu
Allah’ın bir lütfudur.
- Demokrasi ve İslam arasındaki ilişki açısından Türkiye
bir örnek teşkil ediyor. Malezya da başka bir örnek. İki örneği siz
nasıl karşılaştırıyorsunuz? İki ülke birbirinden yararlanabilir
mi?
Sanırım biz, demokrasinin İslamiyet ile uyumsuz olmadığını
ispatladık. Gerçekte İslam demokratik bir dindir. Hz. Muhammed
(sas) vefat ettiğinde yerine birini göstermedi. Soyundan gelen
birisi de başa geçmedi. Onun halifesini halk seçti. Halife de
yardımcılarını seçti. Muaviye dönemine kadar bu böyle devam etti.
Bu dönemde yaşanan ayrışmalar İslam dünyasının bugün yaşadığı
ayrışmanın da temelini oluşturuyor. Bu sebeple demokrasiyi tam
uygularsak İslami öğretilerle de örtüşen bir yönetim biçimine sahip
oluruz.