Türkiye'de Hepatit B virüsü gerçeği
Abone olTürk Gastroenteroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Birol Özer, Türkiye'de kanında Hepatit B virüsünü taşıyanların oranının yüzde 4 civarında bulunduğunu, aşılamanın, HBV'ye karşı başlıca korunma yöntemi olduğunu belirtti.
Özer, Dünya Hepatit Farkındalık Günü dolayısıyla yaptığı
açıklamada, gıdaların metabolizma, depolanma, detoksifikasyon ve
protein üretimi başta olmak üzere 500'den fazla vücut
fonksiyonundan sorumlu, kompleks bir organ olan karaciğerin,
vücuttaki pek çok diğer organdan farklı olarak kendisini
yenileyebildiğini, sağlıklı bir karaciğerin yüzde 75'i
çıkartıldığında, geri kalanının birkaç ay içerisinde karaciğeri
kendi orijinal boyutuna getirebildiğini anlattı.
Hepatitin karaciğerin iltihabı olduğuna değinen Özer, karaciğer
hasarının derecesini belirleyebilmek için karaciğer biyopsisi
yapıldığını, biyopsi işleminin yararı düşünüldüğünde risklerinin
çok az olduğunu belirtti.
NASIL BULAŞIR?
Özer, dünya üzerinde kronik HBV enfeksiyonu taşıyan insanların
sayısı 350 milyon iken, 2 milyar kişinin hayatının bir döneminde
virüse maruz kaldığını kaydederek, şu bilgileri verdi:
"Ülkemizde kanında hepatit B virüsünü taşıyanların
oranı yaklaşık yüzde 4 civarındadır. HBV ayrıca son derece
bulaşıcıdır, HIV virüsünden 100 kat daha fazla bulaşıcıdır. HBV
insandan insana enfekte kan ya da vücut sıvılarına temasla bulaşır.
En yaygın bulaşma şekli coğrafi bölgelere göre farklılık gösterir.
Batı Avrupa'da enfeksiyonların büyük bölümü enfekte kişiyle cinsel
temas ya da iğne ve enjektör paylaşımı yoluyla bulaşır. Ancak, Asya
ve Ortadoğu'da HBV en yaygın olarak anneden çocuğa ya da çocuktan
çocuğa geçer. Diğer yaygın bulaşma yolları ise enfekte bireylerle
diş fırçası, tıraş bıçağı gibi kişisel eşyaların ortaklaşa
kullanılması ve dövme ve piercing için sterilize edilmemiş alet
kullanımıdır. Enfekte anneler virüsü doğum sırasında bebeklerine
geçirebilir, ayrıca kazara batan iğneler yoluyla enfekte kana maruz
kalabilecek sağlık personeli de risk altındadır."
Hepatit B ile enfekte çoğu bireyin herhangi bir belirti veya
semptom göstermediğini, ancak siroz ve karaciğer kanseri açısından
çok daha büyük risk taşıdığına işaret eden Özer, hastalığın
yenidoğan döneminde enfekte olan bireylerin yaklaşık yüzde 90'ında,
çocukluk döneminde enfekte olanların yüzde 20, erişkin dönemde
enfekte olanların yüzde 5'inde kronik (müzmin) hale geldiğine
dikkati çekti.
Özer, Hepatit B virüsü açısından inaktif taşıyıcı olarak
adlandırılan bireylerde virüsün çoğalma hızının oldukça düşük ve
karaciğer testlerinin normal oluğunu ifade ederek, bu gruptaki
hastaların tedavisiz izlendiğini kaydetti.
Enfekte kişilerin yüzde 15-25'inde virüsün çoğalma hızının yüksek
olduğunu ve HBV kaynaklı karaciğer hastalığının geliştiğini anlatan
Özer, virüs yüküne bağlı olmakla birlikte genç yaşta enfekte
olanlarda 15-20 yılda, ileri yaşta enfekte olanlarda 7-8 yıl
içinde, normal karaciğer dokusunun yerini ölü skar dokusunun alması
demek olan sirozun ortaya çıktığına işaret etti.
HASTALIĞI TEŞHİS EDİLMEMİŞ MİLYONLARCA HBV'Lİ
VAR
Prof. Dr. Özer, HBV'nin tüm dünyada kronik karaciğer
hastalıklarının ve karaciğere bağlı ölümlerin baş sebebi olduğunun
altını çizerek, Hepatit B tedavisine ilişkin şunları sıraladı:
"Kronik HBV'yi vücuttan tamamen yok edecek bir tedavi
seçeneği günümüzde yoktur, ancak daha ağır ve hayati tehdit
oluşturan komplikasyonların gelişmesini önlemeye yardım eden iki
tip tedavi bulunmaktadır. İnterferon tedavisi antiviral ve
bağışıklık sisteminin enfeksiyona yanıtını güçlendirmek yoluyla
etki gösterir ve iğne şeklinde uygulanır. Direk etkili antiviral
tedavi ise virüsün kendini kopyalarken kullandığı sürece doğrudan
müdahale ederek, böylece kandaki virüs miktarını azaltmak suretiyle
etkili olur ve tablet şeklinde kullanılır. Tedavi, kandaki virüs
miktarının azaltılmasını, bu miktarın zaman içerisinde mümkün olan
en düşük seviyede tutulmasını hedefler. Tedavinin sonlandırılması
ise HBsAg'ye karşı antikorun (Anti-HBs) oluşması ile
gerçekleşir."
Aşılamanın HBV'ye karşı başlıca korunma yöntemi olduğunu vurgulayan
Özer, "Aşı sadece daha önce virüse maruz kalmamış bireylerde
etkindir. Aşının birer ay ara ile 3 doz uygulanması genellikle
yeterli olmaktadır. HBV riski taşıyan kişilerin, teşhis için basit
kan testleri hakkında hekimlerine danışmaları gereklidir.
Yaratabileceği ciddi sağlık sorunları açısından olduğu gibi,
enfekte kişi belirti göstermediği halde hastalığı başkalarına
bulaştırabileceği için de HBV enfeksiyonunun tespiti kritik
önemdedir. Semptom görülmemesi nedeniyle, hastalığı teşhis
edilmemiş milyonlarca HBV'li insan vardır. HBV'nin yayılmasını
önlemek için risk faktörlerini anlamak ve virüse maruz kalmaya yol
açabilecek durumlardan kaçınmak gerekir" bilgilerini paylaştı.
ÜLKEMİZDE HEPATİT C SIKLIĞI YAKLAŞIK YÜZDE 1
CİVARINDA
Prof. Dr. Birol Özer, dünyada 170 milyondan fazla insanın Hepatit C
ile yaşadığına değinerek, şöyle devam etti:
"Ülkemizde Hepatit C sıklığı yaklaşık yüzde 1
civarındadır. HCV bulaşan kişilerin yaklaşık yüzde 15-20'si 6 aylık
bir sürenin sonunda tamamen iyileşir, geri kalan yüzde 80-85'i ise
kronik Hepatit C ile infekte birey haline gelir. Bu kişilerin yüzde
20'sinde ise sonunda karaciğer kanserine dönüşme riski olan siroz
gelişir. Tanı, ancak bu hastalığı aramaya yönelik testler
yapıldığında konulabilir. Çünkü bireylerin çoğu hastalıklarının
farkında değildir. Önce anti-HCV testi yapılır. Bu testin
pozitifliği, kişinin hepatit C virüsü ile karşılaşmış olduğunu
gösterir. Anti-HCV pozitif bireylerde eğer virüsün çoğalmasını
gösteren HCV RNA testi pozitif ise HCV infeksiyonundan
bahsedilebilir. Eğer anti-HCV pozitif bireyde HCV RNA testi tedavi
ile ya da doğal olarak negatifleşti ise kişi hastalığı geçirmiş
demektir. Ancak anti-HCV pozitifliği kişide bağışıklığın geliştiği
anlamına gelmez. Bireyde ileride yeniden HCV bulaşı olur ise tekrar
hasta olabilir."
HCV'nin yayılma yollarını, "iğne ve şırıngaların ortaklaşa
kullanılması", "kontamine kan ile yapılan kan nakilleri ya da
enfekte kişilerden alınan organ nakilleri" ve "anneden çocuğa
aktarma" şeklinde sıralayan Özer, Hepatit C virüsü taşıyan annenin,
mikrobu bebeğine bulaştırma olasılığını yüzde 5 olarak
açıkladı.
Özer, HCV ile enfekte olan kişilerin çoğunun herhangi bir belirti
veya semptom göstermediğini, kronik HCV'nin zamanla siroza ve
karaciğer yetmezliğine yol açabildiğini belirtti.
Hepatit C'li hastaların sadece küçük bir kısmının tedaviye
erişebildiğini ifade eden Özer, şunları kaydetti:
"Avrupa'da tahmin edilen ortalama tedavi oranı yüzde
3,5'tir. ABD'de Hepatit C infeksiyonu olduğu bilinenlerin yüzde
10'undan daha azı tedavi edilmiştir. Tedavinin öncelikli hedefi
hastanın vücudundan virüsün yok edilmesi ve tam iyileşmenin
sağlanmasıdır. Ancak yapılan başarılı tedavi mikrobun yeniden
bulaşması ve reenfeksiyonu önleyemez. HCV, çeşitli genotipleri ve
birçok farklı alt tipleri belirlenen son derece karmaşık bir
virüstür. Bu durum, HCV tedavisi önünde bir sorun oluşturur, çünkü
farklı genotipler kombinasyon tedavisine farklı yanıtlar oluşturur.
Çok sayıda genotipin varlığı ayrıca tek bir HCV aşısının
geliştirilmesini de zorlaştırmaktadır. HCV genotipleri doğrudan
tedavi edilebilir, fakat Avrupa'da ve ülkemizde en yaygın HCV
tipini (genotip 1) taşıyan hastalar da tedavi biraz daha zordur.
Ancak son yıllarda geliştirilen direk etkili antiviral ilaç
kombinasyonları ile tedavide yüzde 95-100'ye yakın kalıcı başarılar
elde edilmiştir. Bu yeni tedaviler ağızdan hap olarak
kullanılmaktadır. Tedavi süresi de 12-24 hafta sürmektedir. Bu
ilaçlar tedaviyi etkileyecek anlamlı bir yan etkiye de neden
olmazlar. Yeni geliştirilen ilaçlar, haziran itibarıyla ülkemizde
kullanılmaya başlanmıştır."
Özer, aşısı bulunmayan HCV'den korunma yollarını "risk faktörlerini
anlamak" ve "virüse maruz kalmaya yol açabilecek durumlardan
kaçınmak" şeklinde sıraladı.