Lütfen yazının başlığını okur okumaz şu klasik cahilane savunma
aklınıza gelmesin: ‘Uluslararası hukuk diye bişey mi var ya?’
Kısa cevap şu: Evet, var.
Uzun cevap da şöyle: İç hukuk uluslararası hukuktan daha fazla
ihlal edilir. Sadece trafik kurallarının ihlallerine baksanız bile
Dünya genelindeki sayı binleri bulur. Ancak uluslararası hukuk
ihlalleri iç hukuk ihlallerinden daha fazla ses getirir ve tepki
toplar. Bu yüzden ‘uluslararası hukuk yok aslında’ gibi safsatalar
gündeme gelir.
Şayet uluslararası hukuk zannedildiği gibi ‘olmasaydı’ ABD, Çin
ve Rusya gibi güçler bu kadar yatırım yapmazdı bu disipline. Ve söz
konusu büyük güçler ve daha ufakları gerçekleştirdikleri her
uluslararası hukuk ihlali içeren fiilleri için uluslararası hukuka
başvurarak meşrulaştırma çabasına girmezlerdi.
Mesela ABD Bush Doktrini olarak literatüre geçen Bush Doktrini
saçmalığını kullanmazdı. Hatırlanacağı üzere bu doktrin önleyici
meşru müdafaa gibi çelişkili ve hukukun evrensel ilkelerine aykırı
bir şekilde tanımlanmıştı. Kısacası şuydu: Herhangi bir
kişiyi silah bulundurması ve size saldırması ihtimaline binaen
vurabilirsiniz!? Saçma ama gerçek. Daha sonra Irak’ta
silah falan da çıkmadı bildiğiniz üzere. Benzer şekilde Blair
Doktrini olarak literatüre geçen illegal ama meşru nitelemesi de
önemli bir örnektir zannımca. Kosova müdahalesi için BM Güvenlik
Konseyi’nden karar çıkmamış olması, operasyonu hukuka aykırı ama
meşru bir karaktere büründürmüştü Blair’a göre. Bu biraz daha
tutarlı ama yine de uluslararası hukukun sınırlarını zorlayan hatta
dışına çıkan bir görüştü. Son olarak 1950’de BM tarafından
gerçekleştirilen Kore Müdahalesi’ni hatırlayalım. ABD’li diplomat
Dean Acheson Güvenlik Konseyi’nden Rus vetosu yüzünden karar
çıkmamasına çok sinirlenmiş ve kararın Genel Kuruldan da
çıkarılabileceğini söylemişti. Nedense bir daha bu sistemi bir
türlü işletmedi Genel Kurul.
Uzun lafın kısası uluslararası hukuka başvurmak ile uluslararası
hukukun sınırlarını zorlamak farklı şeyler. Ama ortada bir gerçek
var: Uluslararası hukuk Dünya genelinde dikkate alınan bir
disiplin. Hem de bizim düşündüğümüzden çok daha fazla.
İkinci bir gerçek de şu: Biz gereken önemi göstermiyoruz.
Biz derken ilk etapta üniversiteleri kastediyorum.
AB Enstitüsü kurulmuş hatta AB’nin lisans bölümü açılmış olmasına
rağmen Uluslararası Hukuk Enstitümüzün olmaması tam anlamı ile bir
garabettir. Topu hep yukarı atanlar takkeyi önlerini koyup
düşünseler biraz iyi olur. Burada da yine her kesimden görüşü
bağrında barındıran akademimize laf atıyorum.
Gelelim sorumuza: Evet, Türkiye uluslararası hukuka uymalı.
Hatta uluslararası hukuktan daha fazla istifade ederek
argümanlarını her daim kuvvetlendirmeli. Kıbrıs’taki haklı
davamızdan Musul’da elimizden alınan doğal kaynak haklarımıza
kadar, Doğu Akdeniz enerji rezervlerinden Ermeni Meselesi’ne kadar
birçok konu uluslararası hukukun tam da merkezinde yer alıyor.
Bundan da öte Fetöcülere tek tip elbise giydirilmesinden idam
cezasının yeniden getirilmesine kadar daha da güncel konular yine
uluslararası hukuk merkezinde tartışılıyor.
Biz herhangi bir tartışmaya istinaden kendi içimizde devlet ve
millet olarak meşruiyeti sağlamış olabilir. Ancak bu
meşruiyeti uluslararası camiaya da kabul ettirecek argümanları
sonuna kadar üretmeliyiz. Belki bazıları bu argümanları
kabul etmez. Ancak hukuki dayanaklar her daim hazır bulunur ve
zamanla genişletilir.
Uluslararası hukuka uymak demek dayatılan uluslararası
hukuka uymak demek değildir. Ayrıca uluslararası hukuk
sadece Avrupa merkezinde neşet eden (Eurocentric) uluslararası
hukuk değildir. Örnek verecek olursak: Türkiye’de İdam tartışması
yapılırken AİHS ve ek protokolleri dayatanlara şu sorularak
başlanabilir: Halkın büyük çoğunluğunun talep ettiği bir husus
nasıl olur da insan haklarına aykırı olarak yorumlanır? Ya da şöyle
formülize edelim. Demokrasi=Halkın taleplerinin gerçekleştirilmesi;
İnsan Hakları=Demokratik devletin olmazsa olmazı; İdam
talebi=Halkın talebi; Ancak idam talebi insan haklarına aykırı ama
demokrasiye uygun. Nasıl oluyor? Ya da özgürlükler ülkesi ABD’de
idam cezası uygulanınca insan hakları da demokrasi de nasıl hiç
zarar görmüyor? ‘Koca koca’ raporlarda nasıl mükemmel demokrasi
olarak gösteriliyor? Örnek: Freedom House 2017 Raporu. Garip değil
mi?