Soruyu doğru sormak lazım:
-Ülke sevgisi için ne gerekiyor?
Söz konusu ülkede yaşayanların ve daha sonra yaşayacakların
“utanmayacakları” bir geçmiş bırakmak, ülke sevgisi olan her
insanın hissedeceği bir duygudur.
Bunu en iyi anlatan örneklerden biri geçtiğimiz günlerde Hasan
Pulur’un Milliyet’teki köşesinde yayınlandı.
Hasan Ağabeyin ülke sevgisinden, Türkiye Cumhuriyeti’ni olan
bağlılığından, milli ve manevi değerlere karşı gösterdiği saygından
kimsenin kuşkusu olamaz her halde…
Pulur, kaleme aldığı her “6-7 Eylül Olayları” konulu makalesinde
olduğu gibi Güz Sancısı filminden sonra yazdığı yazısını da aynı
yargıyla bitirmişti:
-6-7 Eylül Olayları Türkiye’nin utanacağı bir tarih
sayfasıdır!
O tarihte genç bir polis muhabiri olan Hasan Pulur yaşanan
vahşeti gözleriyle görmüş, gazeteci ahlakı içinde izleyip
yazmıştır. Hala da aynı dürüstlükle yazmaktadır.
Çünkü Hasan Pulur ülkesini çok seven bir insan gözüyle bakmıştır
1955 yılında yaşanan “6-7 Eylül Olayları” diye bilinen Rumların ev
ve işyerlerinin yağmalanmasına…
***
Ülkesini seven böyle davranır.
Gelecek yıllarda “utanılacak işler” yapılmasına daha başından
karşı çıkmak gerekir.
Geçen hafta 11 Şubat Çarşamba günü Mardin’in Midyat ilçesinde,
ilerde yüzümüzü kızartacak işler arasında yer alması kuvvetle
muhtemel bir duruşma yapıldı.
Temelleri M.S. 375 yılında atılan Mor Gabriel Manastırı’nın
tapulu varlığına göz dikenler, olmadık işlere girişmişlerdi.
Akıllarını peynir ekmekle yiyenlerin, kışkırttığı bir grup köylü
“Manastır işgalcidir, onun sahip olduğu topraklar aslında bizimdir,
hatta manastırın bulunduğu arazi bile Süryani toplumun değildir”
diyerek mahkemelere davalar açtılar.
İlkokul sıralarında oturan çocukların ezbere bildiği basit
tarihten bile habersiz olanların peşinden gidebilir miyiz?
Nereden sizin olabilir?
Süryanilerin dini mabedi M.S. 375’te yapılıyor, Türklerin
Anadolu’ya gelişiyse 1071 yılına denk düşüyor. İlkokul 5. sınıfta
çocuklar şarkı halinde ezberliyorlar:
-Bin yetmiş bir yılındaaaa/ Malazgiiiiit Savaşındaaaaa/
Alpaslanınııııı orduları….
Arada 700 yıllık fark var. Üstüne bir de yaşanmış 1000 yıl
ekleyelim, geldik 2000’lere… Kesintisiz olarak Süryanilerin olan
Mor Gabriel Manastırı için sormak lazım:
-Nasıl sizin olabilir ki?
Tabii bunun için önce insanın içinde, tarih bilgisinden ziyade
ülke sevgisi olması lazım.
***
Utanılacak şeyler asla unutulmaz, yıllar geçer gider, ayıplar
olduğu yerde kalır.
Pazar günü BirGün’de Feza Kürkçüoğlu’nın Derkanar adlı
sayfasında Çetin Altan vardı. 19 Şubat 1968 günü Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde bütçe görüşmeleri yapılırken Türkiye İşçi
Partisi’nin 8 milletvekilinden biri olarak parlamentoda bulunan
Çetin Altan, yerinden kalkarak, dönemin içişleri bakanı Faruk
Sükan’ın yüzüne karşı şöyle haykırıyor:
-En büyük şair idi, Nazım Hikmet!
İşte o anda kıyamet kopuyor, Adalet Partili milletvekilleri bir
anda Çetin Altan’ın üstüne çullanıyorlar. Kafa göz, tabanca
kabzalarıyla yarılıyor. Altan linç edilmekten son anda ve şans
eseri kurtuluyor.
O sırada başbakan olan Süleyman Demirel arkadaşlarına karşı en
ufak bir müdahalede bulunmuyor. Hepsi vazifesini yapmış insanların
huzuru içindeler!
Çetin Altan bugün milletvekili değil.
Sağcı bir hükümet olan AKP, Nazım Hikmet’in vatandaşlığını iade
etti.
Şimdi Çetin Altan ile “adamlarını” onun üzerine salan Süleyman
Demirel yan yana gelseler, kimin yüzü kızarır dersiniz?
Demirel’in adamları o tarihte yaptıklarıyla sadece Çetin Altan’ı
ve TİP milletvekillerini yaralamadılar, Türkiye’nin demokrasi
tarihine de koca bir leke oturttular.
Asla silinemez…
İnsan ülkesini seviyorsa, kararını şimdi açıklamalı:
-İlerde utanacağımız hiçbir şeye izin vermemeliyiz!