Türk subayını tanıyalım...
Hakan Evrensel emekli bir subaydır. Güneydoğu
Anadolu’da terörle mücadele etmiştir. Evrensel
daha sonra istifa ederek, Güneydoğu Öyküleri-1,2,3 adlı üç kitap
yayınlamıştır. Üç kitapta defalarca basılmıştır. Şimdi üç cilt bir
arada "Güneydoğu Öyküleri" adı ile yayınlandı.
Oğullarının yiğitliğini anlamak isteyen bir milletin okuması
gereken bir kitaptır Evrensel’in kitabı. Bütün kitapçılarda bulmak
mümkün. Bugün size bu kitaptan bir hakimin anılarını aktarmak
istiyorum.
***
Güneydoğunun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim ilçe dışındaki
lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:
"Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir
aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi
geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha
büyük olacağı söyleniyordu. Yakın birliklerden timler getirildi,
karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler
yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı. En son gelen istihbaratta
baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile
veriliyordu. 22.10, beş yüz terörist. Karakol o gün basılmadı. Bir
gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan
izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin,
gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini
görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladığı yerde
olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı.
Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun
merkezi, telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini
istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap
veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif
ediyorlardı. Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin
üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste,
defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata
geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini
kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat
kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu:
"Yaralılarım var, yaralılarımı alın." Tüylerimiz
diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. "Tamam Suat 3,
sakin olun, az sonra birlik çıkacak." İlk yaralı haberi, bu
saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan
silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum
yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri, bu timde
şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı.
"Suat 3 , irtibatı kesme. Sakin olun!" Cevapta bir
değişiklik olmadı : "Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar.
Yaralılarımı alın!" Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika
arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü :
"Yaralılarımı alın" , "Sakin olun,
geliyoruz." Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini
çok iyi biliyorduk. Karakola düşen mermi sayısında azalma olmuyor,
aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe
artırıyorlardı. Kimsenin, değil karakolun dışına çıkmak, mevzi
değiştirebilecek fırsat dahi olmadığı apaçıktı.Bir süre sonra, Suat
3'ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik: "Hemen
gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü
tarayacağım." Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutan
devreye girdi. Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin
olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı
"Yaralılarımı alın!" dışında başka bir şey
demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat
kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla
yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da
şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık
olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim
komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline
mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da
kullanmadan, konuşmaya başladı : "Devrem ben Hüseyin.
Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri
yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur
mu?" Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz
Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına
gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : "Devrem,
bölük komutanı nerde?" Hepimiz derin bir
"Oh!" çektik. Telsizden, "İzinde
devrem" yanıt verildi. Suat 3 , artık tükenen bir sesle
konuşmayı sürdürdü : "Ne olur yaralılarımı alın. Bende
yaralıyım..." O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu
söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre
arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben
kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle
bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum. "Ben de
yaralıyım" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç
konuşmadı. Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun
şehit olduğuna ben de inanmıştım. Gün ağarırken hepimiz yorgun
düşmüş, telsizden yapılan "Suat 3, Konuşan Suat , cevap
ver!" çağrısından bıkmış halde bir köşede yıkılmışken,
birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah
sesleri geliyordu. Ve on on beş saniye sonra hayatım boyunca
unutamayacağım bir İstiklal Marşı dinlemeye başladım. Mandala
sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkanı durmuştu.
Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği
İstiklal Marşı’nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar
duyduğum en güzel İstiklal Marşıydı. Birinci dörtlüğü bitirdi.
İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı
söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak
okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen
orayı terk ettim. Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22
şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin
acısıyla söylediği İstiklal Marşı’nı ruhuma işleten tim komutanının
ölmediğine ise hala inanamıyorum..."
***
Hakimin anıları burada sona eriyor. işte benim Türk
subayından anladığım budur. Vücudunda yedi mermi olduğu halde
makamı ile İstiklal Marşı söyleyen adamdır. İstiklal Harbi’ni
kazanan, Kocatepe'den Mustafa Kemal ile İzmir'e akan ruh bu
ruhtur... Gazi Mustafa Kemal ile emperyalizmi Anadolu'da boğar.
Ve onlar göğüslerinde Kocatepe'de Atatürk'ü taşırlar...
Nihayet Genelkurmay Başkanlığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın
armasını değiştirmekle yaptığı hatayı anlayarak, Atatürk'e
dokunmama kararı almıştır.
Bu doğru karardır ve milletin isteğidir.
***
Kaynak: Ümit Özdağ