'Türk-Kürt birdir ve kardeştir!'
Abone olŞeyh Said, isyanı başlatmadan önce Bediüzzaman'dan destek istedi. Said-i Nursi'nin verdiği cevap, Türk-Kürt kardeşliğinin belgesi olarak tarihe geçti. İşte o tarihi cevap:
Said Nursi 1923'ün mayıs ayında sadece Ankara'yı değil eski
yaşamını da geride bırakarak Van'a gelmişti. Artık yeni bir Said
olacaktı. İki yıl boyunca yazları Van'ın Çoravanis köyünde ve Erek
dağındaki bir manastır harabesinde geçirdi. Kış aylarında Van'da
oturan kardeşi Abdülmecid'in yanına gidiyordu. Kendini dini
düşünceye ve derslerine vakfetmişti. Savaş arkadaşı Ali Çavuş ve
Molla Hamid ona hem talebelik ediyor, hem de yardımcı oluyordu.
SİYASET YAKASINI BIRAKMADI Molla Hamid o günlerle ilgili anılarını
anlatırken birkaç ilginç noktaya değinmiştir. Mesela bir keresinde
hocası şöyle demişti: "İstanbul'dayken arkadaşlarım beni takip
etmiş. 'Bakalım söylediği gibi mi davranıyor' diye... Sonunda benim
özü sözü bir insan olduğumu anlamışlar. İstanbul'da onca sene
kaldım, bir kere dahi kadınlara bakmadım." Bir başka gün ise Van
gölündeki Akdamar adasına uzun uzun bakmış ve kendinden emin bir
biçimde, "Şu adada 10 yıl boyunca 50 talebe yetiştirsem, İslam'ı
bütün dünyaya yayabilirim" demişti. Bu iki olayı birbirine
bağladığımızda şunu görüyoruz: Said Nursi dünyevi zevklerden uzak
durarak, bütün enerjisini kendi İslam yorumuna verecekti. Zaten
öyle de oldu. Said Nursi içine kapanmıştı ama tarih devam ediyordu.
3 Mart 1924'te Hilafet kaldırılmıştı. Din yerine milliyetçiliği öne
çıkaran, laikliğe doğru ilerleyen yeni rejim Kürt grupların hoşuna
gitmiyordu. İsyan hazırlıkları vardı. Günün birinde Kürt aşiret
ağalarından, zamanında İkinci Abdülhamid'in kurduğu Hamidiye
Alayları'nda görev yapmış olan Kör Hüseyin Paşa kapısını çaldı.
"TÜRK İLE KÜRT KARDEŞTİR" Said Nursi'ye para getirmişti. "Adamlar
ve silahlar hazır; emrini bekliyoruz" diyordu. Niçin? "Mustafa
Kemal ile savaşmak için!" Bediüzzaman köpürmüştü: "Asker vatanın
evladıdır. Senin benim akrabamdır. Müslüman Müslüman'a silah çeker
mi?" Kör Hüseyin Paşa fena halde bozulmuştu. "İtibarımı beş para
ettin" diye söyleniyordu. Said Nursi geri adım atmıyordu: "Kullar
arasında beş para ol. Allah katında makbul ol." Ayaklanmaya
hazırlanan Kürt gruplar Said Nursi'nin manevi gücünü arkalarına
almak istiyordu. Derken Şeyh Said'den bir mektup geldi. Özetle
"İsyanımızda bize yardım edin" diyordu. Said Nursi yine bir
mektupla ona cevap verdi: "Türk milleti asırlardan beri İslam'ın
bayraktarlığını yapmıştır. Bu yolda çok şehit vermiştir. Böyle bir
milletin torununa kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Türk-Kürt birdir,
kardeştir. Bizim asıl büyük düşmanımız cehalettir. Teşebbüsünüz bir
işe yaramaz. Olan masum insanlara olur." Tabii Şeyh Said, adaşına
kulak asmadı. Dini temalarla, Ağlasun Çeltikçi İstanbul Isparta
Ankara Yakaören temalarla, Kürtçülük temalarının iç içe geçtiği
ayaklanma 13 Şubat 1925'te başladı. Asiler Elazığ kentini ele
geçirdi. Ardından Diyarbakır'a doğru indiler. Ankara hükümeti
olayın 'yerel' olduğunu düşünüyordu. Ancak isyan yayıldı. Bunun
üzerine Fethi Okyar başbakanlıktan gitti, yerine İsmet İnönü geldi.
Takrir- i SükKanunu devreye girdi. Devlet bir yandan bütün gücüyle
Şeyh Said'in üstüne giderken, diğer yandan ülkenin diğer
bölgelerindeki, özellikle de İstanbul'daki muhalefeti susturdu.
Sonuçta Şeyh Said yakalandı ve idam edildi. Said Nursi açısından
tarih tekerrür ediyordu. Hem Kürt'tü, hem de din adamı. Aynı 31
Mart'taki gibi, değil isyana katılmak, tersine engellemeye
çalışmasına rağmen hükümetin kararı ona da uygulandı: Diğer Kürt
ileri gelenleri gibi o da Batı'ya gönderilecekti. 1926'nın şubat
ayında askerlerin eşliğinde yola çıktı. Önce Erzurum'a, sonra da
Trabzon'a geldiler. Gemi ile İstanbul'a vardılar. Said Nursi bir
süre İstanbul'da kaldı. Sonra tekrar gemiye binip İzmir'e, ardından
da Antalya'ya ulaştı. Yedi ayı burada yaşadı. Ardından Burdur'a
götürüldü. MAREŞAL KORUMAYA ÇALIŞTI Bu dönemde Said Nursi
siyasetten uzaktı. Sadece okuyor, düşünüyor, ibadet ediyor ve
dersler veriyordu. Ancak bu kadarı da yönetimde rahatsızlık
uyandırıyordu. Mesela Burdur valisi, Bediüzzaman'ı Mareşal Fevzi
Çakmak'a şikâyet etmişti: "Bizi dinlemiyor, din dersleri veriyor."
Mareşal "Ona ilişmeyin, bir zararı olmaz" demişti ama devletin
kuşkusu devam etmekteydi. Sonunda Said Nursi, Burdur'dan alındı ve
Isparta'nın Eğirdir ilçesine götürüldü. Burada jandarma eşliğinde
Eğirdir gölü yelkenli bir kayıkla geçildi ve Barla'ya ulaşıldı.
Bediüzzaman, Barla'ya vardığında bir elinde içinde çay demliği, iki
üç bardak, bir seccade bulunan bir sepet; diğer elinde ise bir
Kuran vardı. Bir de parmağında gümüş yüzük... Tüm eşyası bundan
ibaretti. Artık zorunlu olarak burada oturacaktı. Takvimler
1927'nin mart ayını gösteriyordu. Barla'da, Said Nursi'ye bağlı
olan kişilerden biri de marangoz Mustafa Çavuş'tu. Bediüzzaman için
bir ağacın üstüne küçücük bir kulübe yaptı. Said Nursi burada hem
ibadet ediyor, hem de tefekküre dalıyordu. Said Nursi yıllarca
Barla'da kaldı. Fikirlerini kah kendi kaleme alıyor, kah Şamlı
Hafız Tevfik, Hafız Halit, Muallim Galip Bey gibi talebelerine
yazdırıyordu. Önce 'Sözler' isimli kitabını tamamladı. Ve ilk kez
çalışmalarına 'Risale-i Nur' adını koydu. (Ara notu: Risale
kelimesinin iki anlamı vardır: 1. Mektup, 2. Küçük kitap. Her iki
anlam da bu yazılar için geçerlidir. Çünkü Said Nursi sadece
'kitap' değil, 'mektup'lar da yazmıştır ve külliyata tümü
dahildir.) 12 SAATTE 150 SAYFALIK KİTAP Risale-i Nur'un yazılış
süreci de ilginçti. Mesela Hz. Muhammed'in ortaya koyduğu
'mucize'yi anlattığı 19'uncu Mektup, 12 saatte yazılmıştı. Said
Nursi talebeleriyle birlikte dağda bayırda dolaşıyordu. Yağmur
yağdığında bir şemsiyenin altına sığınıyorlardı. Hoca söylüyor,
talebeleri bunu kayda geçiriyordu. Bediüzzaman sıra dışı
hafızasıyla, hiçbir kitaba başvurmadan 'alıntıları' belleğinden
yazdırıyordu. Böylece ortaya 150 sayfalık bir kitap çıkmıştı. Daha
sonra Said Nursi yazılanları okuyup düzeltiyordu. Ayrıca kendisine
gönderilen mektuplarda sorular oluyordu. Said Nursi bunlara da
cevap veriyordu. Böylece Barla'da, bugün 'Nur Hareketi' diyeceğimiz
oluşum başlamış oldu. Yazı: Emre Aköz-Nevzat Atal Kaynak: Sabah
Gazetesi