Today's Zaman yazarından Cemaat eleştirisi
Abone olGülen Cemaati’ni savunan dolaysız ve açık ifadeleriyle dikkat çeken İhsan Yılmaz, Gülen Cemaati’ni dört konuda eleştiriyor.
İhsan Yılmaz, özellikle son haftalarda AK Parti-Cemaat
gerilimini konu edinen tartışma programlarında ekranlara misafir
oluyor.
Gülen Cemaati’ni savunan dolaysız ve açık ifadeleriyle dikkat çeken Yılmaz, Fatih Üniversitesi’nde siyaset bilimi üzerine dersler veren bir öğretim üyesi aynı zamanda.
Ünlü İslam dünyası uzmanı John Esposito ile birlikte Gülen Cemaati üzerine yazdığı ve Batı’da çok ses getiren kitabı yakında Türkçe yayımlanacak olan ve uzun yıllar Oxford Üniversitesi’nde de siyaset bilimi dersleri veren Doç. Yılmaz, Todays Zaman’ın köşe yazarları arasında da yer alıyor.
Yılmaz, geçen hafta katıldığı bir tartışma programında Gülen Cemaati’ni savunurken katılımcılardan biri kendisine “Cemaatin hiç mi kabahati yok? Siz hiç mi hata yapmadınız?” diye çıkışınca, “Cemaati de eleştireyim o zaman” diye söze başladı ama moderatör, “Şimdi konumuz o değil” diyerek Yılmaz’ın sözünü kesti.
Yılmaz’a o programda ifade edemediği eleştirileri
Agos gazetesinden Fatih Balancar
sordu. İhsan Yılmaz’ın, ‘Hizmet Hareketi’ olarak
tanımladığı Gülen Cemaati ile ilgili ‘içeriden bir
bakış’la söyledikleri günümüzde yaşana gerilimle ilgili
önemli ipuçları içeriyor.
- Öncelikle AK Parti-Cemaat kavgasının nedenlerinden başlayalım. Bu kavganın ilk belirtileri 2011 seçimlerinden sonra görünmeye başladı? Ne oldu da ilişkiler bozulmaya başladı?
- Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, ben buna ‘üçüncü dönem zehirlenmesi’ diyorum. Buna güç zehirlenmesi veya iktidar sarhoşluğu da denebilir. İngiltere’de Margaret Thatcher’ın ve daha sonra Tony Blair’in üçüncü dönemlerinde de gördük bunu. Yani bu sadece Türkiye’ye has bir şey değil. Üç kez seçim kazanmayı başaran siyasi partilerde bu tür belirtiler oluyor. Bu da onların sonunu hazırlıyor. İkincisi, Hizmet Hareketi’ne baktığımız zaman bu hareket, sivil İslam’ı temsil ediyor. Onun karşısında devlet-din ilişkilerine daha farklı bakan İslamcılık var. İslamcılık daha devlet merkezlidir. Tepeden inmecidir. AK Parti son dönemlerde İslamcılık anlayışına daha fazla ağırlık verdi.
Fethullah Gülen “İnsan hak ve özgürlüklerinin olduğu bir
toplumda, İslam devleti kurmak lüzumsuz bir uğraştır” der.
Bu hareketin gönüllüleri 1970’lerden bu yana dönemin İslamcı
partilerine pek rağbet etmediler. Gülen’in fikirleri, İslamcılığa
mesafeli durduğu için bu hareketin tabanı da mesafeli durmuştur.
Milli Görüş partileri yerine merkez sağ partilere oy vermişlerdir.
Ancak 2001-2002 yıllarında Milli Görüş’ten kopan yenilikçiler
“Gömlek değiştirdik” diyerek sivil İslam
anlayışına yakınlaştıklarını beyan edince Hizmet Hareketi’nin
tabanı da AK Parti’ye yöneldi. Yapılan kamuoyu araştırmaları Hizmet
Hareketi’nin tabanının yüzde 80 oranında AK Parti’ye oy verdiğini
gösteriyor.
- Peki, şimdi ne değişti?
- Özellikle 2010’daki anayasa referandumundan sonra ‘güç
zehirlenmesi’ dediğim şey oldu. Referandumdan sonra Anayasa
Mahkemesi’nin değişmesiyle birlikte Mili Görüş partilerinde var
olan ‘kapatılma sendromu’ kalkmış oldu. İkincisi, Ergenekon
soruşturmaları sayesinde darbe korkusu da büyük ölçüde atlatıldı.
Bir başka faktör de Hizmet Hareketi’nin güçlenmesinin AK Parti’nin
bazı aktörlerini korkutmasıdır.
- Geçenlerde katıldığınız bir TV programında Gülen Cemaati’nin de eleştirilmesi gereken tarafları olduğunu söylediniz. Ne tür eleştiriler bunlar?
- Öncelikle şunu belirteyim, Hizmet Hareketi’ndeki herkes bu eleştirilerde benimle aynı fikirde değil ama ben bunları her yerde söylüyorum. Erzurum’da 2 bin 500 kişinin katıldığı bir toplantıda da dile getirdim. Benim Hizmet Hareketi’ne yönelik eleştirilerim, daha doğrusu özeleştirim dört başlıkta toplanıyor.
Bunlar, devletçilik, milliyetçilik, diyanetçilik ve empati yoksunluğu. Türkiye’de devlet eliyle 100 yıldır süren tepeden inme ulus-devlet ve vatandaş inşası sürecinin ürettiği devletçilikten Hizmet Hareketi’nin tabanı da Türkiye toplumunun geneli gibi etkilenmişlerdir. Devletçilikle birlikte milliyetçilikten de uzak değillerdir. Bu hastalıklardan arınmaya çalışsalar da yine de etkilenmiş oldukları açıktır. Sünni İslam anlayışındaki ‘en kötü devlet devletsizlikten, anarşiden iyidir’ anlayışı, devletçiliği beslemiştir.
Öte yandan ‘devlet baba’ anlayışı bütün toplumda egemendir. Milliyetçilik ise en çok Kürtlerle ilişkilerde ön plana çıktı. Mesela Hizmet Hareketi’nin öğrenci evlerinde Kürt öğrenciler, dışlanırız korkusuyla yıllarca Kürtçe konuşmaya çekindiler. Ne kadar acı bir şey bu. Kürtler, kimliklerinden ötürü sıkıntı çekerken onlara gerekli destek verilemedi. Bunda milliyetçiliğin aşılamaması rol oynadı.
Diyanetçilik de bir üçüncü hata. Diyanet’in en azından özerkliğinin yıllar öncesinden savunulması gerekiyordu. Bunu da yapmadık. Diyanet kadroları devlet memuru olarak, siyasi iktidarların her yaptığını halkın gözünde meşrulaştırmak için uğraş verdi. Şimdi Hizmet Hareketi her üç alanda da ciddi bir mücadele veriyor. Devletin başında dindar kardeşleriniz de olsa size cephe alabiliyor. Toplumdaki milliyetçilik duyguları harekete geçirilerek Hizmet Hareketi yıpratılmaya çalışılıyor. Diyanet ise fetvaları ve Cuma hutbeleriyle Hizmet’e karşı mücadelenin aracı oldu.
Dördüncü eleştirim ise empati yoksunluğu. Ne Kürtlere, ne Ermenilere ve Rumlara yönelik yeterince empati yapmadık. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 2011’de TBMM Anayasa Komisyonu’na Kürtçenin, Türkçenin yanı sıra eğitim dili olarak kullanılmasının bir hak olduğunu ifade etti. Ama bu tür tutum değişiklikleri için biraz geç kalındı. Bunlar daha önce olmalıydı. Aynı şekilde Ermenilerin 1915 ile ilgili acılarıyla ilgili de empati yapmakta ağır davrandık. Bugün geçmişe göre ve Türkiye toplumunun değişik kesimlerine göre Hizmet camiası daha ileri bir noktadadır ama elbette yeterli değildi.
-Cemaate yönelik en sık duyduğumuz eleştiri ‘devlet içinde örgütlenme’. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- İnancımıza ve değer yargılarımıza göre inancı, düşüncesi ne
olursa olsun her insan, liyakat çerçevesinde devletin her yerine
gelebilmeli. Ama söz konusu olan devlet içinde grup çıkarını
gözeterek hareket etmek ise, bu yasalara aykırı olduğu gibi dine de
aykırıdır. Prensip budur ama uygulamada insanlar sonuçta melek
değildir. Bu tür suçlar işleyenler varsa bunun kalıcı çözümü,
devletin şeffaflaşmasıdır. Hizmet Hareketi eskiden beri AB sürecine
destek veriyor. Eğer AB süreci başarılı olursa devlet kurumları
şeffaflaşacak. Hizmet Hareketi, devlet içinde örgütlenerek devleti
ele geçirmek isteseydi AB sürecine destek
vermezdi.
-Neden Cemaat’ten bu kadar çok insan devlet kurumlarında çalışıyor?
- Bu, bir eğitim hareketi. 40 yıldır okullar açıyorlar. Yıllar
geçtikçe, eğitim düzeyi yüksek bu insanlar devlet kurumlarında
çoğalıyor. Batı’da da bunun örnekleri vardır. Dindarlar uzun yıllar
devlet kurumlarından uzak tutuldular. Bu nedenle bu eğilim normal.
Ama bunların içinde yanlış yapan, hukuka aykırı davranan varsa,
devlet veya yargı gerekeni yapsın. Dediğim gibi devlette şeffaflık
olursa, AB reformları yapılırsa, bu tür yapılanmalar da tehdit
olmaktan çıkar.
- Cemaat, siyasi parti kurar mı?
- Kesin şeyler söylemek zor. Bu Cemaat için bir kriz dönemidir.
Kriz dönemlerinde bu tür hareketlilikler, arayışlar normaldir.
Ancak kriz dönemi bittiğinde bu tür arayışlar geride kalabilir. Öte
yandan kriz bitse de bu hasarsız olmaz. Bazı şeylerin geriye dönüşü
yoktur. AK Parti-Hizmet ilişkileri hiçbir şey olmamış gibi devam
etmez. Mesela Kürt hareketini artık kimlik taleplerinden
vazgeçiremezsiniz. Hizmet hareketi de yeni koşullara kendini
uyarlamayı bilen bir harekettir. Bence Hizmet bundan sonra daha
görünür işler yapmaya başlayacak. Kamuoyunda daha aktif olacak.
Henüz kamuoyuna duyurulmadı ama buradan söyleyeyim. AB sürecini
takip etmek için AB Platformu kurulacak. Bu platform aracılığıyla
AB süreci yakın takibe alınacak. Bu bir sivil toplum faaliyetidir
ama siyasi bir tutumdur. Bence bu tür etkinlikler artacak. Öte
yandan AKP’de bir çoğulculaşma olacağını tahmin
ediyorum.
- Sözünü ettiğiniz çoğulculaşma AKP’nin içinden yeni bir parti çıkarır mı?
- AKP’nin aldığı yüzde 50 istisnai bir durumdur. AKP bir koalisyondu ama bunu bir arada tutmak gittikçe zorlaşıyor. Bu gidişle AKP’nin oyu yüzde 30’lara inecek. Geriye kalan yüzde 20 ise başka yerlere kanalize olacak. Eğer Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ü emekliliğe zorlarsa, Gül bu süreçten bir partiyle çıkar. Ama görünen o ki Erdoğan-Gül ittifakı yeniden canlanıyor. Ama böylece Gül’ün itibarı da düşüyor. Bu ittifak sürse bile Erdoğan ve Gül beraber eriyecekler. AKP bundan sonra yüzde 50 oyu asla göremez.