Siyasi gündemlerin ve gelecek ile ilgili planların bolca
yapıldığı günleri arşınlıyoruz millet olarak.
Gelecek her daim için mevcut gençlik üzerinden yapılmalıdır ve
yapılıyor da.
Lakin hamaset girdabında boğulmaların da bolca yaşandığı bir
döneme şahitlik ediyoruz.
İster kabul edin ister etmeyin, bu ülke zemini ancak ve ancak
Erdoğan gibi güçlü bir karakter ile merkeze oturabilir.
Konjonktür bunu ispatlıyor.
Birkaç yazı önce liberalleşen gençlikten bahsetmiş ve bunun bir
tehlike arz ettiğini kaleme almıştık.
Bu minvalden hareketle daha önce başka bir platform için kaleme
aldığım bir yazımın zamanlama olarak yeniden yayımlanması
gerekliliğini hissettim.
Ufak tefek dokunuşlarla yeniden yayımlamış oldum.
28 Şubata yetişmiş ve o dönemleri yaşamış biri olarak şunu
rahatlıkla söyleyebilirim ki; horlanan, dışlanan, ötekileştirilen
mütedeyyin insanlar için ülkede yaşam alanı bırakılmamıştı.
O günlerde Müslümanlar olarak birbirimize bugün olduğundan çok
daha fazla kenetlenmiş idik.
Baskıya karşı öncelikle elimizdekini koruyup muhafaza etmenin ve
sonrasında ise direnişin, kenetlenmenin en güzel örneğini
verdiğimiz zamanlar idi.
Bu direniş, şahsiyet ve karakterin ayrılmaz bir
parçasıydı.
Ve biz o zamanlar Allah ile münasebeti koparmamaya çalışan
Müslümanlar idik.
Mehmetçiğin yemin törenine örtülü annelerin alınmadığı,
İmam Hatip’lere kıskacın ve Kur'an Kurslarına yönelik baskıların
yaşandığı, ikna odalarında İslam'ın simgesi ve kimliği olan
başörtüsüne zulmün yapıldığı, dini sohbette bulunduğu için
gözaltına alınanların olduğu, kamuda İslami kimliğinden dolayı
memuriyetten sürgüne gönderilmelerin, atılmaların yaşandığı
zamanlar…
Evet, bizler zulüm altında idik ama kenetlenmenin yanında bizi
gören ve bilen yaratanın kapısını vuruyor, dualar ve
yakarışlarla yalnız O’ndan istiyorduk.
Yıllar sonra bu zorlukları çekenlerin iktidar olduğu ve
sıkıntıların peyderpey azaldığı günlere erdik.
Müslümanların ezildiği günlerden, hak ettiği konum ve sınıflara
geldiklerini gördük.
Biz Allah'a yöneldik ve O'nun emrettiği gibi yaşamaya
başladık.
O'da yaşantımıza göre bizi ödüllendirdi.
Ve bizden birisi ile bizim yönetilmemize müsaade etti.
Yeni nesil bu zulmü, Müslüman kimliği ve omurgalı şahsiyetin ne
olduğunu bilemedi.
İlkeler değişmeye, duruşlar gevşemeye başladı
zamanla…
Bu rahatlama ve konforun, yüreği nasır tutmuş günümüz
Müslümanlarında bıraktığı tesir ise çok farklı olmakta.
Bu rahatlık bizlere yaramadı!
Bizim hayat tarzımıza her türlü müdahaleyi yapanların
kimliğine bürünür olduk!
Kalplerimiz pişmiş değil, nefislerimiz ise hep daha fazlasını ve
dünyayı arzulamaya meyyal yaratılmış mahiyette.
Bu ortamlara uygun yetişmeyen bizlerin, bu yeni duruma uygun hal
ve eylem stratejileri belirleyemeyip dünyaya dalıvermemiz bende bu
algıyı oluşturmakta.
Bedelini ödemediğiniz şey sizin
değildir.
Bedelsiz elde edilen, yeni döneme gözlerini açan genç
neslimizdeki savrulma ve ölçüsüzlük sizce hangi sebeplerden
olabilir?
Bu günlerdeki Müslümanların yaşantılarındaki laçkalık, yozlaşma
ve bozulma ile bizden olan yönetimi alması da pek tabi mümkün değil
mi?
Rabbimiz dünyadan ve çekiciliğinden, Müslümanların
içinde bulundukları hal üzere kalmaları tehlike arz ettiği için
zahiren belâ gibi görünen şeyleri bizlere
gönderebilir.
Elimizden alabilir, zorluk günleri tekrar başlayabilir.
Sizce bunun sinyalleri verilmiyor mu?
Ne hal üzere isek başımıza öyle yöneticiler
gelecektir.
Bu hüküm doğrultusunda savrukluğumuz, dağınıklığımız, değişen
hassasiyet ve dünyevileşmemizle, bozulan kalp ve niyetlerimizle bu
halin devam edeceğini mi umuyoruz?
Ellerimizle yaptıklarımız yüzünden Allah'ın Tayyip Erdoğan'ı
bizden almasına hazır mıyız?
Tayyip Erdoğan'ı farkında olmadan öldürmeye niyetlenmiş gençlik
miyiz yoksa?
Ne dersiniz?..