Tartışılan kurum 22 yaşında
Abone ol2547 sayılı yasa ile Prof Dr. İhsan Doğramacı'nın başkanlığında kurulan YÖK 22 yıldır sürekli tartışmanın merkezinde.
YÖK, 6 Kasım 1981 yılında kuruldu. 2547 sayılı yasa ile Prof.
Dr. İhsan Doğramacı'nın başkanlığında kurulan YÖK, 22 yıl boyunca
hep sürekli tartışmaların merkezi oldu. YÖK bugün de yine hükümetle
sürtüşme ve kavga halinde kuruluş yıldönümünü kutlayacak. YÖK'ÜN
TARİHİ Türkiye'de ilk üniversitenin tarihi, 1924 yılında İstanbul
Darülfünun ile başlıyor. Darülfünun, Mustafa Kemal Atatürk'ün
İsviçre'den çağırdığı Prof. A. Malche'nin hazırladığı rapor
doğrultusunda kapatılarak, yerine 1933 yılında İstanbul
Üniversitesi kuruldu. Demokrasiye geçişle birlikte 1946 yılında
yeni bir üniversite yasası çıktı ve üniversitelere 'bilimsel ve
yönetsel' özgürlük verildi. 1946 Üniversiteler Kanunu 27 Mayıs 1960
askeri müdahalesi ile değişti ve üniversite özerkliği ilk darbesini
yemiş oldu. Darbe sonrası çıkan 1961 Anayasası üniversite
özerkliğini tekrar güvence altına alsa da 1960'lı yılların sonunda
baş gösteren öğrenci olayları ve arkasından gelen 12 Mart 1971
darbesi yeniden üniversiteler üzerinde etkili oldu. 1973 yılında
çıkarılan 1750 sayılı üniversiteler kanunuyla YÖK kuruldu, ancak
Anayasa Mahkemesi bu kurumu kaldırdı. Bu dönemde üniversitelerin
hepsi kendi aralarında ayrı ayrı kanunlara tabiydiler. 12 Eylül
askeri müdahalesinden sonra ortaya çıkan ihtiyaç ve boşluklar
gerekçesi ile MGK, 6 Kasım 1981'de YÖK Kanunu olarak bilinen 2547
sayılı yasayı çıkardı. Böylece, 22 yıldan bu yana her zaman
tartışma konusu yapılan YÖK dönemi başlamış oldu. YÖK'ÜN İLK
BAŞKANI DOĞRAMACI YÖK'ün ilk başkanı, üniversitelere çeki düzen
vermek amacıyla o dönemde yurtdışında bulunan (Paris) ve Türkiye'ye
çağırılan Prof. Dr. İhsan Doğramacı oldu. 1933'teki büyük
üniversite reformundan sonra 1981 yılında gerçekleşen en kapsamlı
reform niteliğindeki Yükseköğretim Kanunu ile Türkiye'de,
yükseköğretim, akademik, kurumsal ve idari yönden önemli bir
yeniden yapılanma sürecine girdi. Söz konusu kanun hükümleri ve
T.C. Anayasası'nın 130 ve 131'nci maddeleriyle kendisine verilen
görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine
sahip bir kuruluş olan Yükseköğretim Kurulu, tüm yükseköğretimden
sorumlu tek kuruluş haline geldi. YÖK'DE DOĞRAMACI DÖNEMİNİN SONA
ERMESİ Doğramacı 1981'den 1992 yılına kadar tam 11 yıl YÖK'ün
başında kaldı. Doğramacı döneminde YÖK sürekli eleştirildi ve
protestolara sahne oldu. Öğrenciler YÖK'e karşı eylemler yaptı.
Başörtüsü olayları ilk kez bu dönemde başladı ve üniversitede
'türban' kavramını ilk kez yerleştiren kişi Doğramacı oldu.
Doğramacı'nın getirdiği bu kavram ile birlikte Turgut Özal'ın
gayretleri ile çıkan kanunla birlikte üniversitelerde kılık kıyafet
serbest hale geldi. Doğramacı döneminde YÖK yasasında çok sayıda
değişiklikler oldu. Bu değişiklikler Doğramacı'nın YÖK
başkanlığından ayrılmasına neden oldu. Doğramacı, başkanlıktan
ayrılışını ve yapılan değişiklikler konusunda bir tanesini
kitabında kaleme şöyle alıyor: "7 Temmuz 1992 tarihli kanun
rektörlerin görevlendirilme sistemini değiştirdi. Böylece rektör
adaylarının üniversitelerin tüm öğretim üyelerince belirlenmesinin
yaratacağı sürtüşme, kırgınlık ve huzursuzluğun, üniversiteyi
yıllar sonra kendinden bekleneni yapamaz duruma getireceği endişem
nedeniyle 10.07.1992 tarihinde cumhurbaşkanının görevde kalmam
konusundaki bütün ısrarlara rağmen YÖK başkanlığı ve üyeliği
görevinden istifa ettim". YÖK'te Doğramacı dönemi 1992 yılında sona
ererken, Sağlam dönemi başladı. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Mehmet Sağlam, YÖK başkanlığına atandı. Bu
dönemde de bilinen tepkiler vardı. Ancak üniversitelerin ve öğretim
üyelerinin talepleri doğrultusunda gittikçe iyiye doğru da bir
rüzgar vardı. Ancak Sağlam dönemi, Sağlam'ın siyasete girmesiyle
birlikte 1995 yılında başkanlığa KTÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Gürüz
atandı. Gürüz ile birlikte YÖK, yeni ufuklara yelken açan bir kurum
olarak tarihi sayfalarında yerini almaya başladı. YÖK, en çok
tartışılan icraatların devreye girdiği bir kurum olarak arşivlere
geçmeye başladı. ÜNİVERSİTELERİN NEFESSİZ YAŞAMI YÖK ile ilgili
eleştirilen ve iddiaların ortak noktası, üniversitelerin YÖK'ten
habersiz ve bilgisi olmadan nefes dahi alamaz olmaz noktası oldu.
Üniversite rektörleri alacakları araştırma görevlilerine kadar her
şeyi YÖK'ün onayını almak zorunda idi. Bütün üniversiteleri aynı
şablon içine alan Yükseköğretim Kanunu'nun temel özellikleri, bütün
yetkilerin YÖK'te ve başkanında toplandı. Üniversitelerde akademik
kurulların etkisi azaltılırken rektörler aşırı yetkiyle donatıldı.
Kişisel yönetim, öğretim üyelerinin üniversiteden kaçışını
hızlandırdı, Onları kurumlarına yabancılaştırdı. Yöneticilerin
göreve gelmesinde seçim yöntemi terk edildi, atamaya geçildi.
1992'ye kadar rektörleri, YÖK'ün önerdiği 3 aday arasından
cumhurbaşkanı atadı. Dekan atamaları da rektörlerin önerdiği 3 aday
arasından, YÖK tarafından yapıldı. 1992'den itibaren öğretim
üyelerine 6 rektör adayını belirleme hakkı verildi. YÖK Genel
Kurulu'nda adaylar 3'e indirilerek Cumhurbaşkanı'na sunulmaya
başlandı. Ancak YÖK, her zaman en çok oyu alan öğretim üyelerini,
cumhurbaşkanına sunmadı. Bu uygulama, son rektörler krizinde olduğu
gibi cumhurbaşkanlığı makamıyla YÖK'ü karşı karşıya getirdi. YÖK
KİMLERDEN VE NASIL OLUŞUYOR 22 üyeden oluşan YÖK Genel Kurulu, 7
üye cumhurbaşkanı, 7 üye Bakanlar Kurulu, 1 üye Genelkurmay
Başkanlığı, 7 üye ise Üniversitelerarası Kurul tarafından öğretim
üyeleri arasından 4 yıllığına seçiliyor. YÖK'ün organları Genel
Kurul, Başkan ve Yürütme Kurulu'ndan oluşuyor. YÖK'ün görevleri ise
kanunun 7. maddesinde 17 başlık halinde öğrenci sayılarından tutun
da bir üniversite içinde bir dersin kaç saat yapılacağına kadar
anlatılıyor. Bu YÖK'e merkeziyetçilik özelliği kazandırıyor ve
üniversiteler adeta bağımsız hareket edemez hale getiriyor. 22
YILDA 50'DEN FAZLA DEĞİŞİKLİĞE UĞRADI YÖK kanunu, 22 yılda 50'den
fazla değişikliğe uğradı. Ancak bu değişikliklerin hiçbiri öze
dönük olmadı. Sadece bir koordinasyon kurulu olarak kalması istenen
YÖK, aşırı merkeziyetçi özelliğini hep korudu. Öğretim üyesi
yönünden kan kaybeden üniversiteler, bir de kaynak yetmezliğiyle
sürekli darbe yedi. Üniversitelerde rekabet ortadan kalktı ve
'çağdaş düzeyde bilimsel araştırma yapılamaz oldu' iddiaları
sürekli dile getirildi. Öğretim üyelerinin karar süreçlerine
katılamadığı üniversitelerde doğal olarak öğrenciler de bu sürecin
dışında kaldığı söylenip durdu. YÖK, siyasi partilerin seçim
programları ile hükümet programlarının da değişmeyen vaadlerinden
biri oldu. Oy toplamak için YÖK'ü değiştirme sözü veren siyasi
partiler, taslaklar hazırlamalarına rağmen bunu hiçbir zaman
gerçekleştiremediler. 3 Kasım 2003 seçimlerinden Anayasayı
değiştiricek gücü elde ederek çıkan 59.Cumhuriyet AK Parti Hükümeti
YÖK'ü parti programına hemde hükümet programına dahil etti. YÖK
Kanun taslağı çalışmalarına start verdi. Hükümet tüm icraatlarını
kamuoyu, sivil toplum örgütleri ve muhalefet partilerinin
katılımıyla bir konsensus dahilinde çıkarmayı amaç edindi. Ancak
aradan tam 1 yıl geçmesine rağmen YÖK Kanun Taslağı çalışmalarında
yol alınamadı. Bir zamanlar YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün değişiklik
yapılması gereken yükseköğretim sistemine ilişkin sarfettiği
sözlerin arkasında durmayarak, fikir değiştirdiği görüldü ve YÖK
Kanun taslağını kabul edilemez olarak nitelendirdi.