Hepimizin bildiği gibi 2. Dünya Savaşı’nda Nazi kampları,
insanlara işkence ve zulüm yapılmasa dahi ölüme sebebiyet veren
ortamlardı.
Birçok insanın tecrit edilmesi ile birlikte maruz bırakıldıkları
bu kamplarda kaptığı hastalıklar, açlık ve yetersiz beslenme gibi
sebeplerle de hayatlarını kaybettiklerini biliyoruz.
Her bir kurşunun boş yere telef edildiği düşüncesi ile
silahlarını dahi kullanmamaya özen gösteren cani Hitler’den
bahsediyoruz.
Bu düşünceyi
haklı bir sebep
olarak görüp zalimlikleri
adına insanları zehirli
gazlarla veya
fırınlarda yakarak
öldürmeyi etmişlerdi.
Zira belirttiğimiz gibi bu koşullarda insanlar kendi hallerine
bırakıldıklarında bile birtakım hastalıklara yakalanarak
ölüyorlardı.
İşte tam da bundan bahsetmek istiyorum.
Çünkü yukarıda
yazmaya çalıştığım
100 yıl
öncesinin tarihsel
açıdan bakıldığında
malzeme birikintisi
olarak da
düşünülebilir ve
etki ölçeği
yetersiz
kalabilir!
Lakin ben günümüzden ve dahi yanı başımızdaki komşumuzda yaşanan
henüz taze
bilgilerle yazılan
insanlık dışı
tarihten
bahsediyorum.
Suriye’de öyle şeyler yaşanıyor ki 2.Dünya Savaşı’nda Hitler’in
yaptığının katmerlisini zalim Esad kendi halkına karşı yapıyor.
Esad rejimi,
Hitlerin yolundan
gidiyor!
Suriye’deki iç savaşta mevcut pozisyonda açlık, susuzluk ve
katliam yok mu?
Çocuk-kadın demeden herkes öldürülmüyor mu?
Geçmişe baktığımızda zulmün tekerrür ettiğini görmüyor
muyuz?
Altı yıllık iç savaş süresince binlerce ölü ve yaralı var!
Rusya ve İran destekli katil rejim uçakları İdlib’in güneyinde
muhaliflerin elindeki Han Şeyhun’a zehirli gaz yağdırarak bir
vahşete daha imza attı!
Esad yaşlı-genç, çocuk-kadın demeden 7’den 70’e cinayetlerine
devam ediyor!
Kimyasal gazların kullanıldığı saldırıda yaklaşık 100 kişi
yaşamını yitirirken 250’den fazla kişi de yaralanmış durumda.
Çocukların çaresizce
yerde yatan
cesetleri ve
ağızlarından köpükler
çıkararak acılar
içerisinde kıvranmaları
yüreklerimizi
dağlıyor.
Söz konusu ölen çocuklar olunca her söz her beddua yetersiz
kalıyor, kalbimizin acısı dinmiyor!
Anneler, ah anneler…
Yol gözleyen
gözlerini hangi
dünya süsü
güldürür ki
artık.
Sırtını sıvazlayıp
dudağında duasını
eksik etmeden
büyütüp kolladığı
evlâdını, bir
daha dünya
gözüyle göremeyecek
olması nasıl
anlatılabilir,
nasıl
anlaşılabilir?
Sabah giderken gülerek, koklayarak, öperek uğurladığı kocasının,
erinin cansız bedeniyle karşılaşan eşi, çocuğu, nasıl anlayabilir
ki bir daha geri gelemeyecek oluşunu?
Bir veda
cümleciği bile
diyemeden gözleri
arkada gitmek
midir Ortadoğu’da
yaşamın adı?
Ateş düştüğü yeri yakar diye bir söz var bilirsiniz…
Ateş düştüğü ocağı yakıyor. Geride yaşlı gözlerle anneler,
babalar, eşler, çocuklar kalıyor.
Diğerleri unutuluyor!
Toplum olarak balık hafızasına sahip olduğumuz için böyle
olacağını öngörerek söylüyorum.
Peki, kimyasal saldırılar savaş suçu sayıldığına göre Esad
rejimini bu saldırıyı yapacak kadar cesaretlendiren nedir?
Ortadoğu’da her taş kımıldadığında müdahale eden Amerika’nın
şimdi sessiz kalması mı?
Yoksa özgürlük getireceğiz teranesiyle müdahale edip “Arap
Baharı” adı altında bütün bir coğrafyayı karıştıran gavur Avrupa
Birliği’nin ses çıkarmaması mı?
Sözüm ona her coğrafyaya özgürlük getirmeye çalışan Avrupa ve
ABD sessizliğini korurken Esad
krallığını pekiştirmek
için çocukları
öldürmekten,
çığlıklarını işitmekten
zevk
duyuyor!
Bugünün sözcüğü
“ah”
olsun o
zaman!
Birden çok cümlenin anlamını karşılayabiliyor bu tek sözcük.
Acı, ıstırap, esef, özlem, üzüntü, öfke, feryat-figan…
Mazlumların ahını
alanlar bir gün
bedelini de
ödeyecekler
elbet.
Bu gidişata en azından dualarımızla da olsa bir dur demek, bir
çözüm üretmek zorundayız.
Ulaşamadıklarımız bizim
olmadıkları gibi
mevcut elimizde
var olanları da
kaybetme tehlikesiyle
karşı
karşıyayız!