“Canım ömrüm Şehadeti söyle anneciğim, Şehadeti
söyle!
Canım bizi duyuyor musun?!
Allah duanı işitiyor. La ilahe İllallah de
Annem!
Şehadeti söyle, parmağını oynat canım!
La ilahe illallah de!
Yüreğin selamete ersin ey ömrüm!
Şehadeti söyle canım
La ilahe illallah de!
Allah bize yeter O ne güzel vekildir.
Ey Allah’ım senin hükmüne itirazımız
yoktur.
Allah’ım razı olana dek sana hamdolsun.
Rızandan sonra da sana hamdolsun.
Selamete eresin annem!”
Yukarıda yazdığım satırlar dün medyaya yansıdı. Halep’te iman
dolu yüreğe sahip bir anne, destansı telkinlerle evladını ahirete
uğurladı.
Öyle zannediyorum ki bu kısa video görüntüsünü haber
sitelerinden ya da sosyal medya üzerinden görmeyen kalmamıştır.
Ya da temennim o ki inşallah herkes görmüştür.
Huzura gönderirken yavrusunu, şehadet şerbetini yudumladığını
gözleri ile görmek, kulakları ile duymak isteyen bir annenin iman
dolu yürek sancısı.
Kimilerine göre ölüm; yaşamın sona ermesi, yok olma!
Ölünce her şeyin bittiği inanışı ürpertir ve ölüm düşünüldüğüne
hayat azaba bile dönüşebilir.
Oysaki ölüm, hayata gözlerimizi açtığımız dünyadan, planlanmış
ve programlanmış yaşam sürecinin bitiminde başka bir âleme
geçişimizdir.
Tahayyül sınırlarının zorlanacağı ebedi mutluluklar meydanı ya
da gözlerin gördüğü, kulakların işittiği, bedenin hissettiği dehşet
ile yüzleşme meydanına geçiş!
Bu videoyu seyredince kendimi muhasebeye çekmeye çalıştım. Bizim
başımıza gelse bu elim hadiseler ne yaparız diye.
Ürktüm kendimden!
Ürktüm imanımdan!
Ürktüm Allah ile münasebetimdeki
zayıflıktan!
Müslüman olarak aslında kendimize sormalıyız biz ne yapıyoruz
diye?
Cevabı ortada; çok konuşuyoruz artık
susalım!
Neden?
Çünkü konuştukça kendimizi tatmin ediyoruz!
Konuştukça yaşamamız gereken duyguları ve sorumluluğumuzu bizzat
değil ama zımnen bastırmış oluyoruz!
Yüreğin eylemini dil üstlenmiş oluyor!
Halepli Eymen’in, Halit’in, Ömer’in ümmet adına yüklendikleri
bedeli tartan ne olabilir?
Hangi organizasyon, hangi teşkilat çalışması, bu çileye eş değer
olarak anılabilir?
Suriyeli çocuklar ümmetin yükünü
taşıyorlar!
Küresel güçlerin tepiştiği adres değişmiyor. Rusya, dinamik bir
güç olduğunu göstermek istediğinde binlerce Halep’li annenin
yüreğine kor düşüyor.
Amerika, NATO dünyaya kendini göstermesi gerektiğini
düşündüğünde annelerin yüreğine ateş düşüyor!
Dünya devleri akortlarına Ortadoğu’da Suriye’de,
Halep’te ayar veriyor!
Güç odakları birbirleri ile Müslüman yüreklerin bamteline
dokunarak, yakarak tepişiyorlar!
Bir ara yıldız savaşları diye bir şey vardı hatırlarız
hepimiz.
Amerika’nın ve Rusya’nın soğuk savaş sonrası uzayda
çarpışmalarını ve tepişmelerini öngören bir savaştı.
Bu stratejiyle dünya insanı rahat bir nefes alabilirdi.
Fakat gelenek bozulmadı!
Öngörülen bu savaşın ve tepişmenin yer bulduğu nokta uzay değil;
zorbalıkla, zalimlikle, alçaklıkla annelerin mazlum yüreği!
Bizler yazanlar, konuşanlar, iş yapanlar, TV ekranlarında sesini
çıkaranlar varlığımız neyi karşılıyor!?
Biz yazıyoruz ve konuşuyoruz ama hayatlarımız o insanların
başlarına bomba yağdıranların yaşantısından farksız!
Onlar gibi yaşayıp sözüm ona Müslümanların başına gelen
dertleri yazarak konuşarak, dertleniyoruz!
Şu anda bu yazıyla bile kendimle çelişkiye düşmüş
durumdayım!
Bende sadece yazıyorum ya da konuşuyorum!
Konuştukça, yazdıkça sanki bir şeyin üstünü örtmüş oluyoruz!
Vicdanımızın ve insafımızın üstünü örtmüş oluyoruz!
Sabaha kadar konuşsak, sayfalar dolusu yazsak içimizdeki
bu boşluğun ve sorunun üstü örtülecek gibi değil!
Mazlumlara, insanlık adına yaşatılan acının her birimize
anlattığı bir şey var.
Ders çıkarana aşk olsun!