Siyaset-cemaat ikilemi, D.Baykal ve seçmenlerimiz….
Yakın görüşte büyük partiler olmasına rağmen, küçük patiler -desteklerle- yaşatılıyor.
Bir akademisyen/sanatçı olarak
belirtmek isteriz ki;demokratik parlamenter sistemde partiler
kurulabilir, ama yıllarca bir adım ileri gitmemiş %1‘in altında oy
almış partilerin, insanların maddi ve manevi güçlerini bölmeleri de
doğru olmasa gerek. Ülkemizde 70’in üzerinde parti olduğu
söyleniyor. Bu,maneviyatı bırakın, maddi olarak;
bina,çalışan,duyuru, kitapçık, malzeme v.b. demek…
Adımız "sağduyulu ve sosyal bir
kişi" olarak çıktığı için, siyasette de "sağduyunun" sesi olmak
gerekli…Nasıl mı? Örneklerle açıklayalım;
1/Rahmetli N.Erbakan’ın kurucusu
olduğu Saadet Partisi 6. Olağan Kongresi'nde, Temel
Karamollaoğlu yeni genel başkan seçildi ve "Başkanlık
sistemini benimsediklerini, bu konunun bölünme ile alakası
olmadığını,biz 1969’daki bağımsızlar hareketinden itibaren ilk
başlangıçta başkanlık sistemini benimsemiştik, bizim başkanlık
sistemi ile prensipte bir itirazımız yok, ancak nasıl bir başkanlık
sistemi onu görmek isteriz” dedi. Bakalım hangi başarılara
ve oy yüzdesine imza atacak!… Albert Camus’un güzel bir sözü var;
“Olmayacak insanlarla, olmayacak hayaller kurduğum için, en çok da
kendimden af diliyorum”
2/“Harun olmaya geldiler, Karun
oldular. Biz AKP gibi firavunlaşmayacağız.” sözünü, Has
Parti Genel Başkanı olarak Sn. Numan Kurtulmuş siyasete
sokmuştu. Ve bir süre sonra Sn.Kurtulmuş, AK Parti’ye katılmış,
Genel Başkan Yard. ve sonra Başbakan Yard. Olmuştu. Elbette bu sözü
çok başını ağrıttı, “keşke söylemeseydim” diye mutlaka düşünmüştür.
Has Parti’de oy yüzdesi düşük iken, aynı görüşteki büyük
partiye geçerek bir bütünlüğü sağladı, tıpkı Sn. Süleyman
Soylu gibi. Hem kendisi hem siyaset kazandı. Son yıllarda; güzel
Türkçesi, güler yüzlü, sakin, ağırbaşlı,bilgili, açıklayıcı
konuşmalarıyla yıldızı parlamaya başladı. Başbakan Yard. ve Hükümet
Sözcüsü olarak basın mensuplarıyla da güzel ilişkiler kuruyor. Bu
güne kadar büyük bir yanlış yapmadı. Siyasetçi olarak
sorulara kıvrak cevaplar veriyor. Bu da Sn.Erdoğan’ın siyasi zekası
olarak AK Parti’ye kazandırdığı isimler
oluyor.
3/Daha önce de yazmıştım,
keşke Fatih Erbakan’da Ak Parti saflarında olsaydı. Ayrıca;
MHP ve Büyük Birlik Partisi ayrılmasalardı, Demokratik
Sol Partiler CHP altında bileşselerdi. Her siyasetçi lidermiş gibi
ortaya çıkmasaydı, örnekler; Yeni Türkiye Partisi-İsmail Cem,
Türkiye Partisi -Abdüllatif Şener, Millet Partisi-
Aykut Edibali, Anadolu Partisi-Emine Ülke Tarhan, Demokrat Parti-
Korkut Özal, Merkez Partisi- Abdürrahim Karslı, MİLAD- İdris Naim
Şahin, DGP- İdris Bal v.b. gibi…
Geçmişte; DP’nin, Adalet
Partisi’nin, Anavatan Partisi’nin –şidi AK parti- yıllarca bir
çekim merkezi olduğu unutulmamalı. Aynı siyaseti yapan partilerin
bir olması kendi yararlarına olacak, partilerde olan
değerli/yararlı/projeci kişilerin ortaya çıkmasına da katkı
sunulacaktır. Bu;ülkemize harcanması gereken enerjilerin, boşa
gitmemesi için gereklidir. Tarihimizi iyi okumak ve anlamak,
“birlikten kuvvet doğar” sözünü hayata geçirmek en doğru
yoldur…
4/Kadiri Tarikatı’nın İcmal
Kolu’ndan olan Sn.Prof.Dr..Haydar Baş, bir çok meziyete sahip
gözüküyor; siyasetçi, iş adamı, ilahiyatçı, yazar, eğitimci olup,
Bağımsız Türkiye Partisi'nin kurucusu ve Genel Başkanı. Kendisine
ait; Yenimesaj Gazetesi, Meltem Tv, Mesaj Tv, Kadırga Tv, Köy
Tv, Kanal 34 ve Kanal 99 ve bazı internet siteleri olduğu,
konferanslar, toplantılar, söyleşiler yaptığı ve "İslam'da Tek
Yol Vardır. Kurtuluş Yolu Ehli Beyt'tir" görüşüne sahip olduğu,
“Verin görevi ülkeyi kurtarayım” ve “Eğer Amerika’yı çökertmezsem
namerdim” v.b. gibi iddalı cümleler kurduğu, ancak seçimlerde %1’in
altında oy aldığı bilinmektedir. Buna rağmen cemaatinden eksik
olmayanlar, peşine takılıp ayrılmayanlar ve ona gözü kapalı
inananlar maddi ve manevi güçlerini esirgememektedir.
Konfiçyüs demiş ki; Güneşin sana gelmesini istiyorsan, gölgeden
çık!.. İşte son bir örnek;
araştırmacı-yazar Nihat Hekimoğlu, “Milli ve Dini
Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu”nda bir konuşma yapmış
ve "Sn.Baş’ın ne kadar büyük öngörülere sahip olduğunu ve hep haklı
çıktığını" örneklerle açıklamış.
Oysa 15 yıldır, AK Parti, aynı
görüşü, kabulu ve inanışı Sn. Cumhurbaşkanı için
söylüyor/sürdürüyor…Eee, ne olacak şimdi?!.. Bir yerde %1’in altı,
bir yerde %52 var!... Böyle durumlarda, W. Shakespeare yaşasaydı;
“Samimi ol...Fakat sakın laubali olma!..” derdi
herhalde…
Hekimoğlu’nun konuşmasının
son bölümü şöyle;
“……2016’dan bugüne kadar her dediği
çıkan, adı “her şeyi bilen adam”a çıkan Prof. Dr. Haydar Baş
Bey’i olarak dinlemedik, dikkate almadık. Ama buna
rağmen O uyarmaya devam etti. 7 Haziran seçimlerinden sonra
“Ülkemizi karanlık günler bekliyor” dedi yine dinlemedik karanlık
günler geçirdik, her yerde bombalar patladı. Terör iyice azdı. 1
Kasım’dan sonra “Ülkemizi zifiri karanlık günler bekliyor” dedi.
Yine bir defa daha dinlemedik. Başımıza gelmeyen kalmadı. Kaosu
yaşıyoruz. “Çocuklarımızın tabutları düzine düzine gelecek” dedi.
Maalesef yine haklı çıktı, biz millet olarak yine dinlemedik. Bütün
şu ana kadar anlattığımız olaylar, tespitler ve görüşler çok net
olarak Türk milletinin bilmesi gereken gerçekler olarak ortaya
koyuyor ki; Türkiye’de vatanını, milletini, dinini, devletini,
devletimizin kurucusu büyük önderimiz M. Kemal Atatürk’ü, millete
ait değerleri tam anlamıyla hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir
maddi menfaat beklentisi olmadan karşılıksız seven, “söz konusu
vatansa gerisi teferruattır” anlayışında; aklıyla, ilmiyle,
fikriyle, basiretiyle, ferasetiyle, gönlüyle, imanıyla tek insan,
tek lider Prof. Dr. Haydar Baş’tır. Dolayısıyla, Türk Milleti
olarak, huzurlu bir Türkiye için atmamız gereken başlıca ve en
anlamlı adım, geçmişten günümüze her dediği çıkan ve çıkacak olan
büyük insan Prof. Dr. Haydar Baş’ı ülkemizin başına getirmektir.
Artık bu şart olmuştur.” ()
Hayat böyle
işte, Dostoyevski; “olgunlaşmak hiçbir şeye şaşırmamaktır”
demiş…
5/ CHP MV Sn.Deniz Baykal, CNN Türk'te Ahmet
Hakan'ın Tarafsız Bölge
programında Abdulkadir
Selvi ve Hande
Fırat'ın sorularını yanıtladı. Sn.Baykal,
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve
yürütülen başkanlık tartışmalarına ilişkin " …Ya kardeşim,
hem parlamenter rejim için ne yapıyorsun? Muhalefet, hatta kendi
için de itirazlar oluyor. Başkanlık rejimi olduğu zaman olur mu ya?
Gösterdiğin bakan, gösterdiğin milletvekili. Güven oyu alma diye
bir mecburiyet yok. 80 milyonu kavrayan bir el mi bu? Öyle olsa
bile sakıncalı. 40 milyonu yakında, 40 milyonu karşında. Ne olacak
şimdi? Nerede birleşeceğiz biz şimdi? Bayrakta, milli marşta
birleşeceğiz tamam. E Cumhurbaşkanı? Onu da kaldıralım.
Kaldırmayalım kardeşim ya. Türkiye’nin ayarlarıyla oynama.
Devletin bu kurumsal düzenini tahrip etme, sarsma çiğneme. Biraz
anlayışlı ol lütfen ya. Al onun içinde yürü. Bakanları zaten
istediğin gibi getiriyorsun, başbakana çekil git diyorsun gidiyor.
Sen gel diyorsun geliyor" dedi. Baykal, “Türkiye'ye başkanlık
gelmezse bölünebilir" ifadesini kullanan Başbakan Yıldırım'a tepki
göstererek şunları söyledi: "Türkiye’nin bölünmesine yönelik bir
söylemi duymanın ızdırabı içindeyim. Hiçbir şey Türkiye’yi böyle
bir tehditle karşı karşıya olarak Başbakan düzeyinde ifade etmeyi
haklı kılmaz. 15 yıla yakın süredir iktidardadır AKP. 15 yıl önce
bir başbakan Türkiye bölünebilir diyebilir miydi? 15 yılda böyle
bir sürecin içinden geçildi. Bu 15 yıllık süreci değerlendirmeden
başbakanın ağzına böyle bir lafın nasıl geldiğini anlamak
gerekiyor. Şimdi niye var? Türkiye’ye maalesef 15 yıllık dönem
bölünme terminolojisini ayağa düşürmüştür. 15 yıl önce başkanlık
yoktu, Türkiye bölünüyor muydu? Şimdi bu böyle giderse bölünür
demek bir marifet mi?" dedi.(Basından/02.11.2016)
Sn. Baykal, son yıllarda sürekli
güvenirlik ve ivme kaybetmekte. Son seçimlerde MV adaylığına
konması CHP içinde eleştiri konusu olmuştu. Haziran seçimleri
sonrası, Sn. Cumhurbaşkanı’nın daveti ile, TBMM Başkanlığı için çok
heveslendiği biliniyor. Geçmişteki kaset konusunda bir türlü net
cevaplar veremedi, kamuoyunu aydınlatamadı, o nedenle
muhalifler sürekli kaseti gündeme getiriyor… Görüşleri sürekli
değişiyor, duruma göre vaziyet alıyor. Şimdi de Başkanlık için yeni
söylemlere girmiş gözüküyor.Sanki solun başkan adayı olmak istiyor
gibi!.. Bakınız; Darbecilerin amacı devleti
cemaatleştirmek,Kurtuluş Savaşı’nın intikamını almak, Laik
Cumhuriyet’i yıkmaktı…Ve;
F.G. Cumhuriyet’e, Atatürk'e karşıdır, darbeyle
dinci devlet kurmak istiyordu." diyor.
Sn.Erdoğan’ı TV'de tartışmaya
çağırması da ilginç…Kabul görür mü zaman gösterecek!…Siyaseti
meslek olarak görmek ve bir yerde bırakamamak artık sona
ermeli…”
Son söz: İnsan düşmekten değil;
düşerse hadi kalk diyebilecek bir dost sesi duyamamaktan korkar” (
Aldoux Huxley)
DİYARBAKIR TOKİ'DE
GELENEKSEL MİMARİ...
"Böylece Diyarbakır'da inşası devam
eden 4 bin 500'ün üzerindeki konutun 320'sini aralık ayının ikinci
haftasına bitirip, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına teslim
edilecek. İnşa ettikleri Diyarbakır konutlarında geleneksel
mimarinin cephe anlayışını yansıttıklarını belirten Başbakanlık
Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanı Ergün Turan Turan, şu
değerlendirmede bulundu: "Blokların tasarımında geleneksel
mimarinin en önemli özelliklerinden, revak, eyvan ve teras
kullanımına modern bir yorum katarak yer verdik. Konutlarımızda
cephe elemanları, köşe süslemeleri ve zemin kat seviyesine kadar
taş kaplama özelliklerine yer vererek, geleneksel mimariyi
yansıttık. Dikey yapılaşmadan yatay yapılaşmaya geçtik. Yol
haritamızdaki en önemli unsurlardan biri yatay bir yapılaşmadır.
Şehirlerdeki en yüksek binalar TOKİ binaları olmayacaktır, diyoruz.
Pek çok ilimizde bu bakışı yansıtacak önemli projeler başlattık.
Diyarbakır Kayapınar ilçesinde de inşa ettiğimiz konutlarımız yatay
mimari anlayışı ile inşa ediliyor. 3, 4, 7 kat şeklinde farklı kat
yüksekliklerinde inşa ettiğimiz konutlarımız yatay ve yerel mimari
özellikleri ile örnek bir uygulama olacaktır." (Basından)
Geleneksel mimariyi ve yatay yapılaşmayı geçte olsa uyguladığı için
teşekkürler TOKİ…
“TÜRKÇELEŞ-TİRİLMİŞ
YAYINLAR…
“Türkiye’de yayınlanan kitapların
sadece ilk yahut yazarı hayatta iken çıkmış diğer baskılarına, yani
orijinallerine müracaat edin; eserlerin sonradan yapılmış yeni
baskılarını, şayet tıpkıbasım değiller ise ve hele üzerlerinde
‘yayına hazırlayan’ ibâresi varsa pek ciddiye almayın. Eski
harflerle olan bir kitabın yeni yazıya çevrilmiş ve ‘Türkçeleş-
tirilmiş’ yayınından da mutlaka uzak durun, o yazıyı öğrenip aslını
kullanın” diye senelerden buyana yazıp söylüyorum.Zira bizdeki
bir eserin uzun yıllar önce yapılmış ilk baskısı ile yeniden
yayınlanmış ve “günümüzün diline
uyarlanmış” şekli arasında sık sık farklar, hem de
büyük farklar ortaya çıkar. Bu farklar ya okuma hatâsıdır yahut bir
türlü eser verememiş olan redaktör, esersizliğinin
getirdiği “herşeyi bilme” psikolojisi
içerisinde yayına hazırladığı kitabı kesip biçmiş, düzgün ifadeleri
hatâlar yumağı hâline getirmiş, nüansları kazımış, hattâ aralara
ilâveler ile yorumlar sıkıştırmış ve metni bazen sansür bile
etmiştir.Böylesine bir tecavüzün mağduru olan eserden istifade
artık ne mümkün?...”