Şii Kıyamet Cemiyeti
Abone olAhmedinecad,Hüccetiye üyesi mi? Humeyni ve Hatemiyi korkutan örgütün hikâyesi ve inançları neler?
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, dünyada zulüm ve savaşı
yayarak Kayıp İmam'ın geri dönmesini sağlamaya çalışan Hüccetiye
üyesi mi? Humeyni ve Hatemi"yi korkutan örgütün hikâyesi ve
inançları neler?
İsrail sorgu subayı Avraham Sela* karşısında duran adama acımayla
karışık bir nefretle baktı. Bu adam Aksa Camii'ni havaya uçurma
girişimiyle iki bin yıl sonra gerçekleşmiş İsrail rüyasını bozmaya
kalkışmıştı. Herkes, ama herkes biliyordu ki Aksa havaya uçurulursa
bir milyarlık Müslüman dünyası İsrail'in başına üşüşecekti.
İsrail'in elinde nükleer silahları olabilirdi. Ama bu silahların
kullanılması bile topyekûn yok oluş anlamına geliyordu zaten.
-"Bunu anlamıyor musun?" diye hırpaladı adamı Sela… "İsrail'in
başına üşüşeceklerini, elimizde olan tek vatanı kaybedeceğimizi
anlamıyor musun?"
-"Tam da bunu sağlamaya çalışıyordum." dedi adam, tartıştığı birini
köşeye sıkıştırmış olmanın heyecanıyla. "Tam da bunu! Dünya
ülkelerinin hepsi İsrail'e savaş açmalılar. Yedi bin kişi kalana
kadar bütün Yahudiler öldürülmeli. Biz, kalan yedi bin kişi Mabet
Tepesi'nin yıkıntıları arasında Rabbimize dua edip, yakarmalıyız.
İşte o zaman, o zaman gelecek Mesih. Zeytindağı'na inip bizi
kurtaracak. Şehina bizi terk ettiği yerden geri dönecek. İşte o
zaman Kudüs'ün sokaklarında aslanla koyun bir arada oynayacak. Bin
yıllık barış dönemi başlayacak. Peki, sen bunu anlamıyor musun?
Bunlar yaşanmadığı müddetçe Mesih'in gelemeyeceğini anlamıyor
musun?"
Avraham Sela omuzlarının düştüğünü hissetti. Ömrü boyunca hiçbir
dinden haz almamıştı. Ama bir gün kendi dininden bir adamdan, bir
Yahudi'den bu kadar tiksinebileceğine ihtimal vermemişti.
*Bu bölüm yazarın Prof. Avraham Sela'dan dinlediği bir hatırasından
kurgulanmıştır.
Daha sonra Kudüs İbrani Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Avraham
Sela'nın katıldığı sorgulama 1970'lerin ikinci yarısından 1983'e
kadar devam eden bir terör kampanyasına yönelikti. Faşist "Kah"
(İşte Öyle!) Partisi Mescid-i Aksa'nın yıkılması için harekete
geçmişti. 11 Mayıs 1980 tarihinde Aksa Camii'nin 50 metre yakınına
yerleştirilmiş bombalar patlamadan birkaç dakika önce fark edildi.
Kah Partisi 1988'de yasaklandı. Ancak taraftarları farklı
örgütlerin çatısı altında Aksa'ya yönelik emellerini devam
ettirdi.
ANTİ-MİSYONERLİKTEN BİNYILÖNCÜLÜĞÜNE
Karanlıktan medet umanlar, kaostan düzenin çıkacağına, dünyayı
kurtaracak kişi veya düzenin gelmesi için yeterince kan akmadığına
inananlar sadece Kah takipçileri değil. Sosyologların
'binyılöncülüğü' (pre-millenarianism) adını verdiği bu sapkınlık,
bilinen dinlerin hemen tamamında kendini gösteriyor.
Binyılöncülüğü, geleneksel Mesihçi yaklaşımın aktif-bekleyişçi
kolunun radikal kanadını oluşturuyor aslında. Bu cümlenin kolay
anlaşılamayacağı ortada. Daha anlaşılmaz olan binyılöncülerinin
İslam dini içinde de bulunması. Hem de modern İran'da.
1953 yılı, Meşhed'li vaiz Şeyh Mahmud Halebî'nin hayatında önemli
bir dönüm noktası olacaktı. Bir Şii havzasında (medrese) ders
veriyordu. Kum'a sık sık gider, hayran olduğu Ayetullah M. Hüseyin
Tabatabai'nin derslerini dinlerdi. O yıl havzaya bir Bahai
misyoneri dadanmıştı. Bahailerin sayılarının hızla arttığı
söyleniyordu ama işin doğrusu Mahmud Halebî çok da ihtimal
vermiyordu buna. Ta ki havzadaki molla arkadaşlarından birinin
Bahailiğe geçtiğini öğrenene kadar.
Halebî'yi oldukça sarsan bu olay Bahai misyonerlerinin faaliyetleri
üzerine araştırma yapmaya itti onu. Araştırmaları sırasında
Bahailerin sundukları inancın değil, sunuş şekillerinin
cazibesinden dolayı başarılı olduklarının farkına vardı. Bahailer
çok iyi hatipler yetiştiriyor, gizlilik içinde devlet kadrolarına
sızıyor, Şii metinlerinden çok daha ikna edici ve kaliteli
kitaplar, broşürler bastırıyorlardı. Halebî, Bahai misyonerlerle
aktif mücadeleye girişmenin gerektiğine karar verdi. Bahai
teolojisi çalışan havzalar açılmalı, Bahailerin tezlerini
çürütebilecek hatipler yetiştirilmeli, dahası Bahailerin gizli
örgütlerine sızılmalıydı.
Halebî bu amaçla Encümen-i Zıdd-ı Bahaiyât adlı derneği kurdu.
Meşhed'in büyük âlimler çıkarmış Felsefî ailesinden Şeyh Muhammed
Tâkî Felsefî de kendisine destek verince Encümen'in Meşhed kanadını
ona bırakarak Tahran'a taşındı. 1963'e kadar dernek Tahran'daki
üniversite ve havzaların çevresinde ev sohbetleri düzenleyerek
halkı Bahai tehlikesi hakkında bilinçlendirmeye çalıştı. Halebî'yi
daha ziyade tüccarlar dinliyordu. Bunlardan topladığı maddî
destekle üniversitelere talebe yerleştirmeye başladı. Öğrencilerini
Şii ve Bahai teolojisi okumaya teşvik eden Halebî özellikle zeki,
hitabeti güçlü, bilimsel bir dil kullanabilen talebelerin
peşindeydi.
DEVRİME KADRO YETİŞTİRDİ
Halebî'nin farkında olmadığı şey Bahai düşmanlığı üzerinden
yetiştirdiği gençliğin devrimci ve Şah karşıtı bir söylemi
benimsedikleriydi. 1963'te Ayetullah Humeyni, Şah'ın reformlarına
karşı ayaklanınca Halebî'nin yetiştirdiği öğrenciler de sokaklara
döküldü. Humeyni sürgüne gönderildi, Halebî ve Felsefî de
hapishaneye. Şah rejimi Bahailerle mücadele edecek bir örgütten
rahatsız olacak değildi. Kaldı ki Halebî ve Felsefî Meşhed ve
Necef'te hâkim olan Mirza Mehdi İsfahani ve Ayetullah Seyyid
Abulkasım Hûyî'nin apolitik ekolüne mensuptu. Doğal olarak serbest
bırakıldılar.
Humeyni ayaklanması ve takip eden Şah baskısı Halebî'ye önemli
dersler vermişti. 1970'lerde bu dersleri hayata geçirerek örgütün
iç yapılanmasını tamamladı. Örgütün gizli tutulan bir kolu
Bahailerin içine sızmıştı. Bu işte o kadar başarılı oldular ki
bazıları Bahai hiyerarşisinin içinde üst kademelere kadar
tırmandı.
İronik bir şekilde Bahailerle uğraşma düşüncesi örgütün bir dizi
Bahai metodunu benimsemesine sebep oldu. Bunların içinde gizlilik,
hiyerarşik yapı ve modern iletişim araçlarının dava için
kullanılması beraberinde başarı ve hızlı bir büyüme getirdi. Büyüme
örgütün varlık sebebini revize etmesini de dayatıyordu. Bahai
tehlikesinin hiç olmadığı yerlerde dahi sohbet halkaları
kurulmuştu. Örgütün yeni bir varlık sebebi arayışını Halebî'nin
Kum'dan tanıdığı ve zamanla örgüt içinde önemli bir yere gelen
Ayetullah Muhammed Tâkî Misbah Yezdî çözdü: Kayıp İmam Mehdi'nin
geri gelişini hızlandıracak adımlar atmak. Bu arada Bahai karşıtı
söylem de yerini Marksizm karşıtlığına bırakmıştı.
Örgütün varlık sebebini şekillendiren bu yıllarda Halebî'nin
iletişim içinde olduğu dört kişi vardı: Ayetullah Misbah Yezdî,
Şeyh Muhammed Tâkî Felsefî, onun ağabeyi Ayetullah Mirza Ali
Felsefî ve Mirza Ali'nin ders arkadaşı ve Meşhedli bir âlim olup
Necef'te yaşayan Ayetullah Ali Sistani. İlginç olan, bu kişilerin
aynı hocalardan ders almış olmalarıydı: Allame Tabatabai, Ayetullah
Seyyid Ebulkasım Hûyî ve Ayetullah Mirza Mehdi İsfahani. Bu isimler
modern Şiiliğin içinde 'sessiz bekleyişçiler' adını
verebileceğimiz, dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması
gerektiği fikrini savunan, din adamlarının siyasete karışmasını hoş
görmeyen çizgidendi. Ayetullah Misbah Yezdî bu büyük âlimlerin
siyasete katılmama çizgisini oldukça farklı yorumlamıştı. Ona göre
din adamlarının siyasete katılmamasının sebebi idare makamının İmam
Mehdi'ye ait olmasıydı. İmam Mehdi'nin gelişi öncesinde bu makamda
bir din adamının oturması hem İmam Mehdi'ye saygısızlık, hem de
Mehdi'nin gelişini geciktirecek büyük bir günahtı. Siyaset fazlaca
dindar olmayan insanlara bırakılmalıydı. Onların böyle bir
saygısızlık işlemeleri affedilebilirdi.
Misbah Yezdî'nin bu görüşleri zaman içinde örgütün alt
kademelerinde binyılöncülüğü çizgisine kaydı. Şii kaynakları
Mehdi'nin büyük bir kargaşa, zulüm ve adaletsizlik döneminde
geleceğini ifade ediyordu. Demek ki Mehdi'nin gelmesini
gerektirecek kadar zulüm ve kargaşa henüz yaşanmamıştı yeryüzünde.
Bunun da sebebi iyilerin kötülüğe karşı mücadelesiydi. Kötülükle
mücadeleye bir müddet ara verilir, nehy-i ani'l-münker (kötülükten
alıkoyma) vazifesi Mehdi gelene kadar askıya alınır, hatta dinen
sakıncalı olmayan bazı taktiklerle yeryüzünde kargaşanın ve zulmün
gayr-i Şiiler eliyle artırılması sağlanırsa vaat edilen Mehdi'nin
gelişi hızlandırılabilirdi.
INFORM YENİ DİNLERİ VE KÜLTLERİ FİŞLİYOR
London School of Economics'den Prof. Eileen Barker, 1988 yılında
azınlıkların dinlerini inceleyen ve bu konuda gerek devlet
kurumlarına, gerekse özel kişilere bilgi sağlayan INFORM adında bir
merkez kurdu. Bugün INFORM kataloglarında 3 bin civarında irili
ufaklı dinî hareket hakkında bilgi bulunuyor. Bunca geniş bir ilgi
alanında Barker ve ekibi tabii ki pek çok binyılöncüsü dinî
hareketi de tanıma imkânı bulmuş. Barker'a göre dünyanın bütün
binyılcı hareketleri, bunlar ister binyılöncüsü olsun, ister bu
binyılı pasif olarak bekleyen veya binyıl başladıktan sonra
kendilerine misyon biçenler olsun, bir şekilde Hıristiyanlıktan
etkilenmiş.
Hıristiyan binyılcılığı ilham kaynağını Eski Ahit'in Danyal ve
Hezekyel, Yeni Ahit'in de Esinlemeler Kitabı'ndan alıyor. Bu
metinlerde Ahirzaman'da yaşanacak büyük bir kargaşa ve zulüm
ortamını takiben Hazreti Mesih'in ikinci gelişi ve bunu takip eden
bin yıllık 'Cennetin Krallığı'ndan bahsediliyor. Prof. Barker,
mevcut binyılcı akımların çoğunun ya pasif bir bekleyişten yana ya
da hali hazırda o binyılın oluşum süreci içinde olduğumuz inancına
sahip olduklarını söylüyor. Yine de tarih boyunca olduğu gibi bugün
de kendilerini 'Mesih'in gelişini' sağlayacak tarihî olayları
şekillendirmekle sorumlu gören binyılöncüleri bulunuyor.
Mesih'i getirecek insan faaliyetlerinin şiddet içereceğine inanan
binyılöncüleri de var. Binli yıllarda Avrupa'da şiddet ve terörü
yaymak suretiyle dünyayı İsa Mesih'in geleceği 'türbülasyon'
ortamına sokmaya çalışan binyılöncülerinin türediği biliniyor.
Asrımızda da kargaşadan Mesih uman hareketler var. Prof. Barker
özellikle 2000 yılı öncesinde Y2K (Year 2000) felaket senaryolarını
yazan Evanjelik Hıristiyanların bekledikleri gibi bilgisayarların
çökmemesi üzerine küçük çaplı da olsa şiddete başvurduklarını
hatırlatıyor.
MODERN YAHUDİ BİNYILÖNCÜLERİ
Aslen seküler bir hareket olan Siyonizm dindar Yahudilerin arasında
da kendine müttefikler bulduğunda binyılöncüsü bir çizgiye kaydı.
19. yüzyıl sonunda Haham Abraham Yitzhak Kook ve oğlu, asırlardır
Yahudilerin Mesih'in gelişini pasif olarak beklediklerini, ama işte
beklenenin gelmediğini, artık Yahudilerin ayağa kalkıp Mesih'i
getirtecek süreci başlatmaları gerektiğini söylüyordu. Fakat bunu
başaracak insan faaliyetinin ne olduğunu kimse bilmiyordu. O güne
kadar Yahudiler Mesih'in kendi hayatları içinde gelmesi için dua
ederlerdi. Haham Kook, Mesih'i getirtecek eylem planının Ahirzaman
kehanetleri içinde sıralanmış olduğunu düşünüyordu. Önce
Yahudilerin İsrail'e toplanmasından mı bahsediliyordu? O zaman bu
yapılacaktı. Sonra İsrail'in Kutsal Yahudi Krallığı olarak
tesisinden mi bahsediliyordu? O zaman ikinci adım buydu.
Kook'un görüşleri zaman içinde çeşitli yorumlara uğradı. Gush
Emunim adlı bir hareket, Yahudilerin toprağı işlemesini ve
yerleşimler kurmayı Mesih'in gelişinin ön şartı olarak görüyordu.
Bunlar yerleşim birimlerini kurdular. Meir Kahane İsrail
topraklarının gayr-i Musevilerden arındırılması gerektiğine
inanıyordu. Bunun için önce gönüllü, sonra zoraki tehcir politikası
öngörüyordu. Kahane'nin takipçileri Üçüncü Mabet'in inşasının
tamamlanması için Mesih'in gelmesi gerekmekle birlikte temellerinin
atılmasının pekala bu gelişi hızlandırabileceği ümidiyle Aksa
Camii'ni havaya uçurmaya kalkıştılar. Kahane'yle ilişkili Mabet
Tepesi İnanlıları örgütü her yıl Üçüncü Mabet'in temel taşını Aksa
Kompleksi'nin bir köşesine yerleştirmeye çalışır.
İRAN DEVRİMİ HESAPLARI BOZUYOR
Halebî'nin örgütü, Bahai düşmanlığını ideolojisinin kenarına iterek
fikrî dönüşümünü yaşarken 1979 İran Devrimi yaşandı. Devrimin
üzerinden daha bir yıl geçmemişti ki Halebî ile Humeyni karşı
karşıya geldiler. Humeyni o güne kadar resmî hiçbir kaydı olmayan
örgütün bir hayır kurumu olarak resmiyet kazanmasını istedi.
Encümen-i Hayriye-yi Hüccetiye-yi Mehdeviyye adı o zaman ortaya
çıktı. Hüccetiye'nin rejimle ikinci sıkıntısı Ayetullah Humeyni'nin
Velayet-i Fakih doktrinini halkoylamasına sunması oldu. Hüccetiye,
din âlimlerinin yönetime karışmasını Mehdi'nin gelişini
geciktirecek bir ihanet olarak görüyordu. Sonunda halkoylamasında
Velayet-i Fakih'e destek kararı aldı ama bunun bir takiyye olduğunu
ve temelde komünistlerin rejimi ele geçirebilecekleri endişesiyle
kendilerine daha yakın buldukları devrimcilere destek verdiklerini
bilmeyen yoktu.
Örgütün gizli yapısı devrim kadroları arasında rahatsızlıklara
sebep oluyordu. Komünistlerin Tudeh Partisi, Halebî'nin aşırı
anti-Marksist söylemi yüzünden Hüccetiye'yle uğraşıp duruyordu. Bu
uğraşı zaman zaman Hüccetiye hakkında mitler oluşturmaya kadar
varıyordu. Humeyni, 12 Temmuz 1983'te kafa karıştıran bir açıklama
yaptı. Açıklamanın birilerine mesaj içerdiği barizdi. İran'ın
manevi lideri tam tamına şunları söylemişti: "Onikinci İmam yeniden
ortaya çıkıncaya kadar günahların artmasına müsaade etmemiz
gerektiğini söyleyenler konumlarını düzeltmeli ve elden
geçirmeliler. Eğer ülkenize inancınız varsa bu hizipçiliği terk
eder ve ülkemizi ileri götüren dalgaya katılırsınız. Yoksa bu dalga
sizi boğar."
Aynı gün Hüccetiye Derneği varlığını sona erdirdiğini ilân
etmeseydi çoğu İranlı için bu sözler muamma olarak kalacaktı.
Halebî rejimle ve sokaklara hâkim olan İslami Cumhuriyetçi
Parti'yle mücadeleye girişmek yerine o heyecanla bekledikleri Kayıp
İmam gibi 'gaybubet'e çekilmeyi tercih etti. Ancak ne komünist
Tudeh Partisi ne de rejimin Ayetullah kadroları Hüccetiye'nin
gerçekten siyasetin dışına çıktığına inandı. Humeyni'nin 1989'da
vefatından sonra Halebî gerek Velayet-i Fakih müessesesini, gerekse
Hamaney'in yeterliliğini sorguladığı için ev hapsine alındı.
1990'lar örgütün sessiz geçirdiği yıllardı. Bu yıllarda örgütün
siyaset içindeki faaliyetleri Ahmet Tevekkülî'nin başarısız
başkanlık adaylıklarından ibaret kaldı. 1998 yılında Hüccetülislam
Muhammed Tâkî Felsefî, 1999'da da Mahmud Halebî vefat etti. Örgütün
Ayetullah Muhammad Tâkî Misbah Yezdî'nin manevi önderliğinde
yeniden yapılanması ve adından söz edilir hale gelmesi için 2002
yılını beklemesi gerekecekti.
ÖRGÜT SÖYLEM TAZELİYOR
Hüccetiye'nin yeniden faaliyete geçtiği yönünde ilk uyarılar, 2002
yılında duyuldu. Kum şehrinde bir grup insan Hüccetiye sempatizanı
oldukları ve dinî çatışmayı teşvik ettikleri gerekçesiyle
tutuklandı. Bu hadise Tudeh'in de devrim Ayetullahlarının da
anti-Hüccetiye söylemlerini kamçıladı. Milletvekili Davud
Hasanzadegan-Rudsari, örgütü 'gerici ve cahilliğe övgü düzen' bir
örgüt olarak tanımladı. Örgütün eski Bahai karşıtı çizgisini terk
edip bir taraftan Şii-Sünni çatışmasını ateşlediği, diğer taraftan
da İslam Devrimi'ni yıkmaya yönelik faaliyetlere giriştiği iddia
edildi.
Örgütün adı 2003'te de sıklıkla duyuldu. Yönetimin her kademesine
sızdıkları iddia ediliyordu. Hüccetiye'nin kendisini siyasal bir
parti olarak kaydettirmesini isteyenler bile vardı. 2004 yılında
İran'da baş gösteren mezhep çatışmalarının arkasında da çoğu isim
Hüccetiye'yi görüyordu. Milli Güven Partisi'nin ileri gelen
isimlerinden Resul Müntecebniye, 4 Mayıs 2004'te Nesim-i Saba
gazetesinde yayımlanan makalesinde Hüccetiye'nin artık Bahailerle
uğraşmayı bırakıp Şii-Sünni çatışmasını ateşlemekle meşgul olduğunu
iddia etti. Müntecebniye'nin iddiası Farsça yayın yapan ve iyi
bağlantıları olduğu bilinen Baztab adlı web sitesi tarafından da
destekleniyordu. Siteye göre Hüccetiye bağlantılı yayınevleri
Sünnileri eleştiren Arapça kitaplar yayınlıyor, bunlar Kum'da
dağıtılıyor ve üzerlerinde 'Beyrut'ta Yayınlanmıştır' notu
bulunuyordu.
2004'ün Kasım ayında Radio Free Europe'un Farsça versiyonu olan
Radyo Farda, Hüccetiye'yi uluslararası gündeme taşıyacak bir
iddiada bulundu: Radyonun haberine göre Hüccetiye'nin gerçek lideri
Iraklı Şii din adamı Ayetullah Ali Sistani idi. Radyo Tahran
Belediye Başkanı Mahmud Ahmedinecad'ın da Hüccetiye ile gönül
bağının olduğunu iddia ediyordu. Radyo Farda'nın haberi bulmacanın
parçalarını bir araya getirir mahiyetteydi. Ali Sistani gerçekten
de Misbah Yezdî'nin, Halebî'nin ve Felsefî'nin ders aldığı kişiler
tarafından yetiştirilmiş, Halebî ve Felsefî gibi Meşhed'li bir
âlimdi. Velayet-i Fakih doktrinine çekinceler koyduğu, din
adamlarının siyasetten uzak durmasını arzu ettiği biliniyordu.
Ancak temelde bir barış adamı görünümü veren Ali Sistani'nin
Şii-Sünni çatışmasını körükleyeceğine veya sırf Mehdi gelsin diye
dünyada günahların ve zulmün artmasını isteyeceğine ihtimal
verilmiyordu. Kaldı ki Radyo Farda, Sistani'nin yanına Tahran'ın
sevilen halk adamı belediye başkanı Mahmud Ahmedinecad'ı da
koymuştu.
AHMEDİNECAD VE MEHDİ'YE HAZIRLIK
24 Haziran 2005'te yapılan İran Başkanlık seçimlerini daha önce
Tahran Belediye Başkanı olan Mahmud Ahmedinecad kazandı.
Seçimlerden sonra bir konuşma yapan eski Başkan Muhammed Hatemi,
kafa karıştırıcı ifadeler kullandı: "İmam Humeyni döneminde devrimi
bir sapkınlık olarak görenler, şimdi terör ve baskı mekanizmalarını
kullanıyorlar. Bu sığ düşünceli gelenekçiler taş devrinden kalma
geri kafalılıklarının arkasında şimdi güçlü bir örgüt de buldular."
Hatemi'nin Ahmedinecad'la arasının hoş olmadığı bilinen bir
gerçekti. Fakat Hatemi bir de örgütten bahsediyordu. Humeyni
döneminin Genelkurmay Başkanı olan Ahmet Tevessulî, Hatemi'nin
Hüccetiye'ye atıfta bulunduğunu iddia etti.
Ne var ki Ahmedinecad'ın Hüccetiye ile irtibatı hakkındaki
iddiaların hiçbiri belgeye dayanmıyor. Batılı gözlemciler
Ahmedinecad'ın Kayıp İmam'ın Mehdi olarak geri döneceği yönünde
hemen her konuşmasında yaptığı vurgunun ve Ayetullah Mesbah
Yezdî'yi kendi 'merce-i taklid'i olarak ilân etmiş olmasının
Hüccetiye bağlantısını gösterdiği kanaatindeler. Ancak 12. İmam'ın
Mehdi olduğu ve Ahirzaman'da geri geleceği inancı İmamiye
Mezhebi'nin temel inançlarından biri durumunda. Ahmedinecad'ın
Mehdi beklentisi sıradan bir Şii için hiç de 'sıradışı' değil. Buna
karşılık Ahmedinecad'ın konuşmalarında 'İran Devrimi'nin temel
gayesinin 12. İmam Mehdi'nin geri dönüşünün yolunu açmak' olduğunu
vurguladığı biliniyor. İran Başkanı'na göre Mehdi'nin yolunu açacak
İran'ın daha güçlü, gelişmiş ve model bir İslamî sistem oluşturması
gerekiyor. Ahmedinecad'ın ülkenin imamlarına hitap ettiği bir
konuşmasında, "Bütün politikalarımızı İmam Mehdi'nin dönüşü
endeksli yapmalıyız. Batı'nın politikalarını ve sistemlerini taklit
etmeyi terk etmeliyiz." dediği biliniyor. Ahmedinecad 2005
Eylülünde Birleşmiş Milletler Genel Meclisi'nde yaptığı
konuşmasında da Mehdi'nin gelişinin hızlandırılması için Allah'a
dua etmişti. Yine de Ahmedinecad'ın Mehdi'nin geri döneceği
yönündeki bu sağlam inancı onun Hüccetiye çizgisinde olduğunu ispat
etmiyor.
TANRI KALİ'Yİ KANLA BESLEYEN SAGLAR
Binyılöncüleri içinde Hindu Saglar'ın ayrı bir yeri var. Bu örgütün
tamamını iple boğarak öldürdüğü insan sayısının bir milyonu aştığı
tahmin ediliyor. 19. yüzyılda İngilizlerin Hindistan'a
hükmettikleri dönemde yok edilen Saglar savaşın, yaratmanın ve
öldürmenin tanrıçası Kali'ye kurban ediyorlardı öldürdükleri
kişileri. Bu kurban zamanın ve yaratmanın devam etmesi için şarttı.
Her Sag en az üç insan öldürmek durumundaydı ki kâinattaki düzen
devam edebilsin. Saglar tam olarak bilemediğimiz bir dinî sebeple
sadece yolcuları öldürüyordu. Kali'nin kurbandan aldığı kan ve
hazzın maksimum olması için öldürme yavaş yavaş yapılıyordu. Kali
kadınların, cüzamlıların, körlerin ve bazı sanat erbabının kanını
istemediğinden bunlara dokunulmuyordu. Avrupalıların kanı da makbul
değildi.
Sag teolojisi 1564'te İspanyollara karşı meşhur Taki Onkoy
ayaklanmasını başlatan Perulu yerlilerin teolojisini andırır. Taki
Onkoy liderleri İspanyolların kendi ülkelerini işgal edebilmiş
olmasının tek açıklamasının kendi tanrılarının Hıristiyanların
tanrıları karşısında zayıf düşmeleri olduğuna inanmışlardı. Bunun
çözümü de kendi tanrılarını güçlendirecek bir girişim başlatmaktı.
Bunu başarırlarsa güçlenen tanrıları geri kalan işi üstlenecek ve
İspanyolları ülkelerinden atacaklardı. Bu sebeple İspanyol
kolonilerini yakmaya, önlerine gelen İspanyolları öldürmeye
başladılar. Ayaklanma liderleri hiçbir planlamaya gerek
duymamışlardı. Çünkü hedefleri İspanyolları yenmek değildi. Tek
hedefleri kendi tanrılarının ihtiyaç duyduğu gücü sağlamaktı. Taki
Onkoy liderlerinin ayaklanmanın sonucunu nasıl yorumladıkları
bilinmiyor. Çünkü halklarıyla birlikte yok edildiler.
Doç. Dr. John von Heyking binyılöncülüğünün sadece dinî inanışların
içinde görülmediği uyarısında bulunuyor. Von Heyking'e göre
proletaryanın kapitalizm karşısında eninde sonunda ayaklanacağı
yönündeki Marksist beklenti de bir tür Mesihçilik. Bazı militan
Marksistlerin proleter ayaklanmanın gecikmesi üzerine 'proleterleri
ayaklanmaya zorlayacak bir perişanlığa sürüklenmeleri gerektiği'
tezini savundukları biliniyor. Hitler de 'Doğa'nın tanrısal
güçlerine inanıyor ve doğayı kirleten ırklar ortadan kaldırılırsa
insanlığı kurtaracak müdahalesini yapacağını zannediyordu.
Filozof Eric Voegel'in 'metastatik inanç' adını verdiği bu tür bir
inanç, işgale karşı halkı ayaklanmaya sürüklemek için işgalciyi
kışkırtarak hayatın çekilmez hale getirilmesi gerektiğini söyleyen
Maoist gerilla taktiklerinde, askerî müdahalelerle rejimlerin 'yola
geldiğine' inanan karanlık güçlerin ortalığı karıştırarak orduları
müdahaleye zorladığı üçüncü dünya ülkelerinde veya kaosun eninde
sonunda bir düzen ortaya çıkaracağı gibi dinlerarası felsefeler
oluşturmuş Aum Şinrikyo gibi seküler örgütlerde
görülebilmektedir.
ÜYELİK İDDİASI UYDURMA OLABİLİR Mİ?
Ahmedinecad'ın Hüccetiye üyesi olduğu yönündeki bilgiler dünya
basınına Bahai kurumları ve Tudeh Partisi gibi hem Hüccetiye'nin
hem de İran rejiminin muhalifi ekiplerce sızdırıldığından bu
iddialara temkinle yaklaşmak gerekiyor. Bu iddiaları
dillendirenlerden Amerika'daki Hoover Enstitüsü'ne yakın bir isim
olan Abbas William (Bill) Samî'nin bu tür iddiaları süper güçlerin
diplomatik amaçlarına hizmet amaçlı olarak gündeme getirdiği de
söyleniyor.
Ahmedinecad'ın kutsal şehir Kum yakınlarında bulunan ve her hafta
binlerce Şii hacının Kayıp İmam'a ulaşması ümidiyle mektuplar
bıraktıkları Camkaran Kuyusu'na atılmak üzere Bakanlar Kurulu
tarafından ortak bir mektup yazdırdığı dahi iddia ediliyor. Yine BM
Genel Meclisi'nde yaptığı konuşma sırasında Meclis'e ilahi bir
sükûnetin hâkim olduğu ve dünya liderlerinin adeta bir el
tarafından sandalyelerine bağlanıp gözlerini dahi kırpıştırmadan
Ahmedinecad'ı dinledikleri yönünde Ahmedinecad'ın kendi iddiaları
olduğu söyleniyor.
Çoğu Ahmedinecad'ı küçük düşürmeye yönelik olan bu iddiaların
doğruluk değeri bilinmiyor. Bilinen gerçek Ahmedinecad'ın
Hüccetiye'nin kuruluşunda etkin olduğu Hakkani İlahiyat Okulu'na ve
bu okulun başında bulunan ve Hakkani Halkası'nın kurucusu Ayetullah
Muhammed Tâkî Mesbah Yezdî'ye olan yakınlığı. İran devlet
başkanının İlm-ü Sanat Üniversitesi'nde okurken İslamî Derneğe üye
olduğu ve bu derneğin Hüccetiye ile işbirliği içinde olduğu da
biliniyor.
Ahmedinecad'ın bakanlarının ve önemli atamalarının çoğunun Hakkani
Halkası'ndan olduğu da bir gerçek. Fakat bu okulun sadece Hüccetiye
sempatizanı yetiştirdiğini söylemek doğru değil. Fakat halen
Kum'daki en prestijli okullardan biri olan Hakkani Okulu
mezunlarının ilginç bir şekilde İstihbarat ve İçişleri Bakanlığı
kadrolarında yoğunlaşmış olmaları, bu okul mezunlarının en azından
bir kısmının planlı olarak Hüccetiye için kritik olan istihbarat ve
polis kadrolarına sızdığı imajını veriyor. Bugün istihbarat şefi
olan Hüccetülislam Gulam Hüseyin Muhsini Eceheyi'nin, İçişleri
Bakanı Mustafa Pürmuhammedi'nin ve İstihbarat ve Milli Güvenlik
Bakanlığı'nın üst düzey yetkililerinden Ali Fellahiyan, Ali Yûnesi,
Muhammed Rey-Şahri gibi isimlerin Hüccetiye bağlantılı oldukları
iddia ediliyor.
VEKİL Mİ KAZIK MI?
Ahmedinecad'ın Hüccetiye üyesi olduğunu ısrarla vurgulayan
isimlerden biri Kanada'nın Lethbridge Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç. Dr. John von Heyking. Von Heyking Hüccetiye'nin Kayıp İmam'ın
geri dönüşüyle ilgili inançlarının tam bir binyılöncülüğü inancı
olduğu görüşünde. Von Heyking, Şiiliğin İmam Mehdi'nin bir kaos
döneminde insanlığı kurtarmak üzere geleceği, fakat bu gelişi
sağlamak veya hızlandırmak için insanların yapabileceği hiçbir
şeyin olmadığı yönündeki geleneksel inancının Hüccetiye tarafından
metomorfoza uğratıldığını söylüyor. Ona göre Hüccetiye'nin Mehdi
inancı Hıristiyanlığın Mesih inancına fazlasıyla benziyor. Şiilere
göre Mehdi'nin bir vekili olacak veya bu vekil Mehdi'den önce
gelerek onun yolunu açacak. Hıristiyan öğretisine göre de Hz. Yahya
Hz. İsa'nın yolunu açan ve onu haber veren peygamberdir. Benzer bir
ikili ilişki Bahailikte Bab ile Bahaullah arasında bulunur. Bab,
Bahaullah'dan önce gelerek onun gelişini müjdelemiş ve halkı ona
hazırlamıştır. Heyking, Ahmedinecad'ın kendisini 12. İmam'ın bir
tür 'önce gelen vekili' olarak görüyor olabileceğini düşünüyor. Bu
durumda 'vekil', İran'ın nükleer kapasitesini artırarak dünyada
kaosu artıracak, diğer taraftan ülke içinde İran Devrimi'nin
kurduğu rejime karşı bir tür 'sivil ihtilal' gerçekleştirerek
ülkede bir anayasal kriz başlatacak. 12. İmam'ın gelmesi için
öncelikli olarak ortadan kalkması gereken İran İslam Cumhuriyeti de
böylelikle bertaraf edilmiş olacak. Von Heyking'in spekülasyonları
fantastik görülebilir. Ama Haşim-i Rafsancani'nin Ahmedinecad'ı
'İslam Devrimi'ni yok etmekle' suçladığı bilgisiyle birlikte bu
spekülasyon 'acaba' dedirtiyor.
Von Heyking'in 'vekil' teorisini destekleyecek hiçbir bilgi yok.
Ama taraftarlarının Ahmedinecad'ı 'evtâd'dan biri gördükleri ve
Ahmedinecad'ın bunu yalanlamadığı biliniyor. Şii inançlarına göre
Kayıp İmam ölü olmayıp halen dünyanın idaresiyle meşgul. Her
kuşaktan 36 adam seçen İmam, bunları Nebe Sûresi'nin yedinci
ayetindeki 'Dağların dünyayı ayakta tutan kazıklar kılındığı'
ifadesinde geçen 'kazıklar' kelimesine atfen 'evtâd' tayin ediyor.
Bu kişiler sayesinde dünyanın düzeni ayakta duruyor. İşte
taraftarları Ahmedinecad'ın dünyayı ayakta tutan bu 'kazıklar'dan
biri olduğuna inanıyor.
İranlı Filozof Prof. Abdülkerim Suruş, Misbah Yezdî ve
Ahmedinecad'ın Hüccetiye bağlantılı olduğunu kabul etmiyor.
Hüccetiye'nin binyılöncüsü söyleminin abartı olduğunu düşünen
Suruş, Misbah Yezdî ve Ahmedinecad'ın çok daha tehlikeli bir kafa
yapısına sahip oldukları kanaatinde. Suruş, bu ikilinin arka
planında Mahmud Halebî'yi değil, Tahran Üniversitesi eski felsefe
profesörü Ahmet Ferdid'i görüyor: "Bu adam devrim öncesinde dindar
bir adam değildi. Devrimden sonra mollalardan daha molla kesildi.
Aşırı şiddet düşkünü, Yahudi düşmanı, kafasını Masonlarla bozmuş
bir adamdı. Almanca bilmediği halde Almanya'ya gitmiş ve
Heidegger'den ders almıştı. Ondan Nazi ve faşist görüşleri
devralmış." Suruş'a göre Ahmedinecad ve Misbah Yezdî'nin çizgisi
Ahmet Ferdid'in çizgisidir. Abdülkerim Suruş, Misbah Yezdî'nin
zaman içinde İran'ın manevi liderine dönüşebileceğini ve bunun
İran'ın Taliban Afganistan'ından çok daha kötü bir duruma düşmesi
anlamına geldiğini düşünüyor.
UFUK TURU: FİKRET ERTAN
İRAN'DA HÜCCETİYE GÖLGESİ
Mahmud Ahmedinecad'ın İran Cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana
çeşitli basın-yayın organlarında İran'da yeniden canlandığı
söylenen bir yarı-gizli teşekkül ya da cemiyetten söz ediliyor.
Bu cemiyeti ele alan bazı yazılarda cemiyetin yönetim kademelerinde
etkili olmaya başladığı, üyelerinin önemli mevkilere geldiği, hatta
bugünkü hükümette bazı bakanların cemiyet üyesi oldukları iddia
edilirken eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'nin bir süre önce
Meşhed'de bir vaaz sırasında 'Taş devri geriliğine sahip sığ
görüşlü gelenekçilerin şimdi arkalarında güçlü bir cemiyet var.'
şeklinde sözler sarf ederek söz konusu cemiyete işaret ettiği ifade
ediliyor.
Birkaç defa bizim basında da bazılarının yanlış ad (Hocatiye gibi)
ile temas ettikleri bu cemiyet esasen oldukça eski bir dinî
cemiyet. Tam adı Encümen-i Hayriye-yi Hüccetiye-yi Mehdeviyye.
Kısaca Hüccetiye (Hüccet delil demek; Hüccetiye de delilciler)
olarak bilinen bu cemiyet 1953 yılında yapılan darbe sonrasında
İmam Humeyni'nin yakın arkadaşlarından Şeyh Mahmud Halebi
tarafından kuruldu. Amacı, 'İslam dini ve Caferiye mezhebinin
tebliği ve bunların ilmî yollardan savunulmasıydı. Dönemin sert
siyasi yönetimi tarafından medreseler dışında faaliyetlerine izin
verilen sayılı dinî merkezler ve cemiyetlerden biri olan Hüccetiye
bu dönemde çok canlı tartışmalara, çalışmalara sahne oldu. Horasan
şehri cemiyetin en güçlü bölgesel merkeziydi. Hüccetiye'nin 1979
İslam Devrimi öncesi baş hedefi Bahailik'ti. Cemiyet, Bahailiği
İslam'ın baş düşmanı olarak görüyor, bu zararlı akımla mücadeleyi
faaliyetlerinin en önemli hedeflerinden biri olarak
değerlendiriyordu.
1979 İslam Devrimi'nden sonra Bahailik Devrim yönetiminin de baş
hedeflerinden biri olarak kabul edildiği için Hüccetiye bu defa
Marksizm'i İslam'ın en büyük düşmanı olarak görmeye başladı ve
Marksizmin kökünden tasfiyesi için mücadeleye koyuldu.
Cemiyet, Mehdi doktrinine gönülden bağlı olduğu ve bunu savunduğu
için 1979 Devrimi'ni takiben Devrim lideri İmam Humeyni ve onun
geliştirdiği Velayet-i Fakih doktrini ile ters düşmeye başladı;
zira Hüccetiye doktrininin esasında siyasetin ve yönetimin dinî
makamlara devri söz konusu değildi. Siyaset ve yönetim Mehdi'nin
uhdesinde olan alanlardı; dinî makamlar bu alanları devralamaz,
üstlenemezlerdi.
Ne var ki, bu doktrin farklılığına rağmen Hüccetiye İslam
Devrimi'ni destekledi, İmam Humeyni'nin siyasi liderliğini kabul
ederken dinî liderliğini kabul etmekten de ısrarla kaçındı.
Hüccetiye liderleri Devrim ile birlikte kendi cemiyetleri içinde de
ortaya çıkan genç devrimci üyelerinin bu doktrinden vazgeçilmesi,
cemiyetin kuruluş senedinin gözden geçirilmesi yolundaki
taleplerine karşı çıktılar. Bu karşı çıkış cemiyetin üye ve
sempatizan sayısının hızla düşmesine, ayrılanların çoğalmasına yol
açarken, ayrılanlar da Hizb-i Cumhur-i İslami Partisi saflarına
katılmayı, böylelikle Devrim'e hizmet etmeyi tercih ettiler.
Cemiyet İslam Devrimi liderliğini organizasyon gücü ve disiplini
ile etkilerken bu husus kendisini en çok 1981 yılında yapılan
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdi. Muhammed Recavi'nin
cumhurbaşkanı seçildiği bu seçimlerde Hüccetiye üyelerinin oylarını
liderlerinin talimatı üzerine 12. İmam'a, yani İmam Mehdi'ye
verdikleri, verilen bu oyların 400 bin civarında olduğu, bunun da
geçerli oyların yaklaşık yüzde 2,5'ine tekabül ettiği o zamanlar
söylendi.
Seçimlerden sonra da en başta Hizb-i İslami Cumhuri'nin sola yakın
kesimi olmak üzere Devrim kadroları yavaş yavaş Hüccetiye'yi hedef
alırlarken cemiyet ile Devrim kadroları arasındaki hesaplaşmanın
ilk işaretleri de ortaya çıkmaya ve sonra da güçlenmeye, nihai
hesaplaşma saati de yaklaşmaya başladı.
Nihai hesaplaşmanın saati de 1983 yılı Temmuz ayında çaldı. Hizb-i
İslami Cumhuri'nin Hattı-İmam (İmam'ın çizgisi) mensupları
Hüccetiye'ye karşı tam saldırıya işte bu tarihte geçtiler ve zaten
Hüccetiye'ye hem Velayet-i Fakih doktrinini kabul etmediği ve hem
de Mehdi'nin geri dönüşünün çabuklaştırılması için dünyanın
karışmasını savunduğu için karşı olan İmam Humeyni'nin
Hüccetiye'nin pozisyonunu örtülü ifadelerle de olsa sapkın ve
sahtekâr olarak ilan etmesini sağlamayı başardılar. Bunun üzerine
Cemiyet akıllı bir hareketle İmam Humeyni ve taraftarlarıyla
herhangi bir tartışma ya da karşı karşıya gelmeden kaçınarak
faaliyetlerini İslam Devrimi'nin liderine hürmeten belirsiz bir
tarihe kadar askıya alma kararı verdi. Bu arada hükümette bulunan
Hüccetî ticaret ve çalışma bakanları da görevlerinden istifa
ettiler.
Hizb-i Cumhur-i İslami mensupları Hüccetiye'yi en çok tebliğ
faaliyetlerini kültürel alanla, fikirler dünyasıyla sınırladığı,
Hüccetiye'nin dinamik değil durağan bir İslami görüşü temsil ettiği
gerekçesiyle suçluyor, eleştiriyordu. Bu eleştirinin tabii sonucu
da Hüccetiye'nin İslam Devrimi ve liderliğinin dinamik ideolojisine
ters düştüğü yolundaydı. Devrim kadroları tarafından Hüccetiye'ye
yönelik bir başka önemli eleştiri de Velayet-i Fakih doktrini
konusundaydı ve bu kadrolar Hüccetiye'nin bu doktrini
benimsememesinden dolayı saf dışı bırakılması gerektiğini
savunuyorlardı.
Sonuçta, Hüccetiye görünürde saf dışı kalmış oldu; ama yine de
Devrim kadroları ile ters düşmesine rağmen varlığını kararlı bir
şekilde bugünlere kadar devam ettirdi; üstelik Mahmud Ahmedinecad
dönemi ile birlikte kendisinden daha çok söz ettirir hale gelirken
bazı kaynaklara göre yönetimdeki nüfuz ve ağırlığını oldukça
artırmayı da başardı.
Bu kaynaklar, 21 bakandan meydana gelen bugünkü hükümette üç
bakanın Hüccetiye arkaplanına sahip olduğuna işaret ediyor. Mesela
Hüccetiye kökenli Hakkani Medresesi mezunu olan İstihbarat Bakanı
Hüccetülislam Gulam Hüseyin Muhsini'nin bu bakanlardan birisi
olduğunu iddia ediyorlar. Mahmud Ahmedinecad'ın 'merci-i taklidi'
olduğu söylenen ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Besiç güçlerine
Ahmedinecad'a oy vermeleri yolunda fetva verdiği belirtilen
Ayetullah Muhammed Tâkî Misbah Yezdî'nin de aynı medresenin mezunu
olduğu bu meyandaki iddialardan birisi ayrıca.
Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'a gelince; onun Hüccetiye mensubu
olduğunu söyleyenler de var; üye olmayıp sadece sempatizan
olduğunu; mezun olduğu İlm-i Sanat Üniversitesi'nde okurken üye
olduğu dinî cemiyetin Hüccetiye ile bağlantılı bir cemiyet olduğunu
söyleyenler de… Hatta Ahmedinecad'ın dünyaya meydan okuyan tavrının
Hüccetiye'nin Mehdi doktrininden kaynaklandığını iddia edenler
de…
Şüphesiz bütün bunlar 'Hüccet'i Katı'aya' (kesin delil) dayanmayan
söylenti ve iddialar; ama Hüccetiye de tarihî ve güncel bir gerçek.
Ve bu gerçeğin gölgesi bugün İran ve yönetimi üzerinde kendisini şu
veya bu şekilde hissettiriyor bana göre…
KAYIP İMAM
Şiiliğin 12. İmam"ı Muhammed bin Hasan el-Askerî Sahib"üz-Zaman,
Kâim, Hâtim ve Hüccet isimleriyle de bilinir. Şii inancına göre
Hicrî üçüncü asırda doğmuş, fakat zamanın sonundaki görevini yerine
getirmek üzere 941 yılında gaybubete çekilmiştir. Ahirzaman"da
dünyanın cevir ve zulümle dolduğu bir zamanda zuhûr edecek ve
yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Bazı Şii âlimleri kendisi gibi
adının da gaybubete çekilmiş olduğunu kaydeder ve gelip misyonunu
eda edene kadar adının anılmasının caiz olmadığını söylerler.
Onikinci İmam dünyaya birinci gelişlerinde de çok az insana
gösterilmiştir. Şii inancına göre bu birinci gelişi Birinci
Gizleniş olarak bilinir. Babası 11. İmam Hasan Askerî onun beklenen
Hüccet olduğunu söylemiştir. Hasan Askerî öldükten sonra da 12.
İmam sadece dört kişiyle görüşmüş, bu kişilere "sefir" adı
verilmiştir. 73 yıl süren Birinci Gizleniş"in sonunda İmam Mehdi
ikinci ve asıl Gaybubet"ine çekilmiştir. İmam Mehdi gaybubette
olmakla birlikte dünyayı yönetmeye devam etmektedir. Şiilerdeki
"Gaib İmam" inancı Breslavlı Haham Nahman"ın talebelerinde de
görünür. 19. yüzyılda yaşamış ve beklenen Mesih olduğuna inanılan
Nahman"ın aslında ölmediği, zamanın sonunda görevini eda etmek
üzere yeniden geleceği söylenir. Hazreti İsa"nın ikinci gelişiyle
ilgili Hıristiyan ve Müslüman inanışı ve Buda"nın zamanın sonunda
Maitreya adıyla yeniden doğacağı şeklindeki Budist inanışı benzer
motifler içerir.
NEDEN HÜCCETİYE?
Şiiler"in asıl isminin telaffuz edilmesinden hoşlanmadıkları Kayıp
İmam"a taktıkları isimlerden biri de Hz. Hüccet. Halebî örgütünü bu
sebeple Hüccetiye şeklinde isimlendirmiş.
Kerim Balcı
Aksiyon