Türkiye’de hemen her işimizde karşımıza çıkan bir toplumsal
davranış zafiyetimiz var.
Çoğu kez “vur dediğinde öldüren” bir anlayışa yöneliyoruz.
Bir uçtan öbür uca, ifrattan tefrite savruluyoruz.
Türkiye’de ekonominin enaz %50’sinin kayıt dışında olduğunu
bilmemize, kimsenin gerçek kazancının karşılığında vergisini
yıllardır doğru dürüst ödemediğine tanık olmamıza rağmen, adil ve
kapsamlı bir vergi reformu yapamıyoruz, yapmıyoruz. Onun yerine
mesela en kaba ve haksız bir biçimde dolaylı vergileri arttırmayı
tercih ediyoruz.
Enflasyonda da durum böyle. Uzun yıllar kronik yüksek
enflasyonla yaşamak zorunda kalan insanımızın bu beladan kurtulması
için, mantıklı ve makul bir dizi yapısal önlem ve düzenlemeyi
hayata geçirmeden, iddialı hedeflerle, radikal çözümlere
yöneliyoruz.
Bir yandan hızla artan genç nüfusa iş ve aş imkânı hazırlayacak
uygun büyüme ve istihdam politikalarını sürdürmek, öte yandan
yoksulu daha da yoksul yapan en adaletsiz vergi olan yüksek
enflasyondan kurtulmak için akıllı ve sürdürülebilir bir strateji
izleyemiyoruz.
Enflasyonu doğuran ve besleyen temel sorunları çözmeden, ucuz
kur – yüksek faiz – sıcak para üçgeninde zorunlu ve fakat geçici
olarak “düşmüş” görünen enflasyonda, aşırı iddialı bir hedefe
yöneldik.
2006 yılı itibarıyla TC. Merkez Bankasının itibarı ve
inandırıcılığını aşındırma riski bulunan “ enflasyon hedeflemesine”
geçme kararı aldık. Buna göre 2006 yılında %5 ve takip eden
yıllarda %4’lere düşecek bir enflasyon hedefinin
gerçekleştirileceğini ilan ettik.
Ama daha işin başında enflasyonda 2006 yılı % 5 hedefini
tutturmak bir yana, yeniden çift haneli rakamlara yükselme ihtimali
maalesef kesinleşti.
Yani enflasyon hedeflemesinde, hedef daha ilk yılında % 100
şaştı.
Bana göre Türkiye’nin - bu koşullarda - % 5 ve altında bir
enflasyon hedeflemesine yönelmesi gerçekçi ve doğru değil.
Makul bir enflasyon oranı ve gerçekçi kur politikalarıyla hem
büyümede hem de istihdamda olumlu ilerlemeler kaydedilebilir.
Bütün mesele makul bir enflasyon oranının ve sürdürülebilir bir
büyümenin, nasıl ve hangi oranlarda tesbit edileceğidir.
Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarda, bizim gibi ülkeler için
% 15’in üzerinde yüksek ve % 5’in altında düşük enflasyon düzeyinin
büyümeye ve istihdama etkisinin olumsuz olduğu görülüyor.
Yine aynı ekonometrik araştırmalar, gelişmekte olan ülkelerde %
8 – 10 aralığında bir enflasyon oranıyla, ekonomilerde büyüme ve iş
yaratma kapasitelerinin olumlu etkilendiğine gösteriyor.
Yani saatte 160 km hızla giden bir aracın ani – kazık frenle
durdurulması ile kademeli, tedrici bir yavaşlamayla durdurulması
arasındaki risk ve fark gibi bir durum.
Türkiye yapısal reformlarını yaparak, gerçekçi kur rejimini
uygulayarak bir yandan enflasyonla mücadele etmeli, ama diğer
yandan sürdürülebilir bir büyüme ile işsizlikle de mücadeleyi göz
ardı etmemelidir.
Yani ilk aşamada sıfır enflasyon yerine, makul bir enflasyon
oranı ile büyümeyi ve istihdamı bir arada götürebilmelidir. Bu
yaklaşım IMF “ezberi” ile oldukça farklı ama herhalde tartışmaya
değer…