Şu kopan fırtına, Türk
ordusudur Yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu budur Yâ
Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed
nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur
İslâm'ın.
Yahya Kemal Beyatlı, yukarıdaki mısraları kaleme
alırken bugünleri bir şekilde görebilmiş midir bilmiyorum ama sanki
tam da bugün yaşadıklarımız için kaleme almış insanın tüylerini
diken diken eden mısralarını.
Evet, Türk ordusu dün olduğu gibi bugün de İslam’ın son ordusu
ve Allah’ın namını yükseltmek için mücadele eden ordu…
Emperyalist güçlerin İslam dünyasına yönelik doymak
bilmeyen sömürü iştahları sonucu Müslüman coğrafyası adeta tarumar
olmuş durumda.
Batı, sömürgecilik zihniyetini dün olduğu gibi bugün de devam
ettiriyor.
Gittiği her yere kan, ölüm, gözyaşı götüren bu zihniyetin
karşısında maalesef şu ana kadar durabilmiş bir güç yok. Batı, kimi
ülkeleri parasıyla, kimi ülkeleri ise ordusuyla ele geçirmiş
durumda.
Bu iştahı kesilmek bilmeyen ve gittiği her yere zulüm götüren
zihniyetin hedefinde şimdi de ülkemiz var.
Bizim ülkemize fiili ve fiziki olarak girebilmiş değil lakin
zihniyet bozukluğu açısından Batı hayranı olan aklı eksik bir sürü
insanımız yok da değil!
Amaç belli: Irak ve Suriye’ye yapıldığı gibi
Türkiye’nin de parçalanarak büyük planlarını gerçekleştirmek.
Irak ve Suriye maalesef bu oyunu fark edemedi ve
şu anda tam da kendilerine biçilen rolün bir gereği olarak
parçalanmış durumdalar.
Türkiye ise bu oyunun bir figüranı olmamak, Irak ve
Suriye’nin düştüğü kumpasa düşmemek için büyük bir
mücadelenin içine girdi. Ülkemiz gerek ordusu gerekse milletiyle
adeta Yahya Kemal’in şiirinde bahsettiği gibi bir fırtına
olup esmeye başladı.
Her büyük mücadelede olduğu gibi ülkemizin vermiş olduğu
mücadele de şehitlerimiz oldu.
Şehitlik kavramını her daim yaşayan bir millet olarak
“Şehitliğe Âşık” bir milletiz.
Bu konuda söylenecek çok şey var ama şehitliğe âşık bir milletin
şehitleri için söylenecek sözler zaten çoktan söylenmiş.
En iyisi sözü milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a
bırakmak:
Ey, bu topraklar için toprağa
düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı
değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor
Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar
şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler
kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem,
sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez
o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder
istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi
diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem
taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida
namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün
ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam
da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan
oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş
kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem
yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar
bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz
etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam
yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem
hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak
savletini,
Şarkın en sevgili sultanını
Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin
hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken
hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp
parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı
adın;
Sen ki, a’sara gömülsen
taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz
bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden
makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor
Peygamber.
facebook.com/msbeser
twitter.com/msbeser
instagram.com/msbeser