Sanatçıların gaz kaçırma yarışı…

Din, diyanet, değer, inanç ve İslami reflekslere dayanamayanlar makam temsiline saldırdılar!

Mustafa Sabri Beşer msbeser@internethaber.com

Ülke olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Bir tarafta bütün dünyayı etkisi altına alan kovit, bir tarafta Doğu Akdeniz, diğer tarafta doğal afetler…

Türkiye için eskiden “üç tarafı denizlerle çevrili ülke” derdik ama galiba şimdi “üç tarafı dertlerle sarılı ülke” demek daha doğru bir tanım olsa gerek. Zira doğal dertlerin haricinde suni dertler ile de uğraşır kaldık.

Ülke olarak tarihimizin hiçbir döneminde olmadığı kadar kenetlenmemiz, birbirimize destek vermemiz gereken zamanlardan geçiyoruz.

Sağcısıyla solcusuyla, dindarıyla ateistiyle, zenginiyle fakiriyle tek yürek olma zamanlarındayız.

Çünkü zarar sadece bir kesime değil her kesime dokunacak.

Ayrımcılık yapacak, “senden, benden” hesabı yapamayacak anlar yaşıyoruz.

Gelin görün ki böylesine zor zamanlarda bile insanları ötekileştirebiliyor, ayrımcılık yapabiliyoruz.

Nasıl yapıyoruz, nasıl bu kadar cahil, nasıl bu kadar aymaz olabiliyoruz bilmiyorum ama oluyor işte.

Maalesef oluyor…

Giresun’da yaşanan sel felaketi sonrası birçok yetkili sel felaketinin gerçekleştiği yerlerde incelemelerde bulundular. Herkes iyisiyle kötüsüyle halka destek olmaya, moral vermeye çalıştı. Bunlardan birisi de Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’tı.

Erbaş sel felaketinin yaşandığı bölgelerde incelemelerde bulunarak halka yapılan gıda yardımına bizzat iştirak etti.

Erbaş, bölgede yaptığı açıklamalar sonrasında bazı eleştirilere maruz kaldı. Bu eleştirilerin bazılarına ben de katılıyorum. Erbaş, yaptığı açıklamalarda sel felaketinin yaşanmasında rolü olan yetkililere ya da tedbirsiz insalara da bir şeyler söyleseydi, önce tedbir alınmasını, sonra tevekkül edilmesini daha kuvvetli bir şekilde söyleseydi sanırım daha etkili olurdu.

Erbaş söyledikleri eleştirilebilir tabii ki ama bunlar dozunda olmalıydı.

Oysa ki kendine “sanatçı” diyen bir kesim haddi olmadan eleştiri sınırını aşarak hakarete varıcı söylemlerle Erbaş’a saldırdılar.

Oysa bu Erbaş'ın şahsına değil makamına bir saldırıdır. Din, diyanet, değer, inanç ve İslami reflekslere dayanamayanlar makam temsiline saldırdılar.

Eğer Erbaş yani makam eleştirilecekse bunu ilmi kisvesi olan, en azından yetkili birisinin yapması gerekir. Dinle ve diyanetle uzaktan yakından alakası olmadığını bildiğimiz ve bunu saklama gereği görmeyen “sanatçı” sıfatını taşıyanların hazımsızlığa varan hakaretleri asla eleştiri sınıfında kabul edilemez.

Herkes kendi kulvarında kalmalı ve kendi uzmanlık alanında bir şeyler söylemeli.

O zaman söylenenlerin bir kıymeti harbîyesi olur.

Yoksa söylenenler “laf” olmaktan öteye gidemez. Hatta amacından sapıp topluma kamplaştırmaya ve düşmanlaştırmaya kadar gider.

Nitekim öyle oldu.

Güya “sanatçıların” yaptığı hakaretler hemen muhataplarını bularak bir kavgaya sebebiyet verecek karşılıklar gördü.

“Tam da birlik olma zamanında bu gayrılık niye?” dedirtecek bir tablo çıktı ortaya.

Tabi maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olunca böyle garip bir manzarayla karşılaştık.

Filmlerde din adamlarını her zaman siyah cübbeli ve asık suratlı göstermeye alışmış Yeşilçam artığı “sanatçılarımız” karşılarında beyaz cübbesi içinde halka yardım malzemesi taşıyan ve makamı temsil eden bir Diyanet İşleri Başkanını görünce hazımsızlık yaptı.

Bu hazımsızlığın doğal bir sonucu olan “gaz çıkarma” faaliyetleri de başlayınca ortalığı bir güzel kokuttular. Ve bu durumu meziyet görerek yarışa çevirdiler!

Kendilerine “sanatçı” demekten neredeyse ar edecek raddeye geldiğimiz bu kesim lütfen kendi işlerini yapsınlar, kendi ilgi ve uzmanlık alanlarında asıl olan icralarını bırakırsalar eğer bu millete en büyük iyiliği yapmış olurlar.

(Giresun'da yaşanan sel felaketinde şehit olan askerimize ve kaybettiğimiz vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.)