Şamil Tayyar'dan büyük BDP iddiası
Abone olAK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, derin PKK'nın gizli kodlarını anlattı.
"Orada özgür oy
kullanmak mümkün olsa iddia ediyorum. BDP’nin oyu yüzde 1’i bile
geçmez."
"PKK’yı MİT kurdu,
kullandı ve kontrolü kaybetti. PKK bugün örgüte yakınlık, devlete
düşmanlık oluşsun diye her Kürt ailesinden bir ‘asker’ alıyor,
ölmelerini umuyor. Bu, örgütün stratejik bir
taktiğidir.
"Oda TV MOSSAD'ın
hizmetinde. Görüştüğüm devlet yetkililerinin verdiği özel
bilgilere dayanarak söylüyorum, bunun gerisinde de İsrail
derin devleti vardı."
Bu çarpıcı sözler Şamil Tayyar'a ait. Tayyar’ın yeni kitabı
“Kürt Ergenekonu / Derin PKK’nın Gizli Kodları”
adını taşıyor. Star gazetesinden Fadime Özkan Tayyar ile PKK'yı,
Öcalan'ı ve bu örgütle Ergenekon arasındaki bağlantıları
konuştu.
“Kürt Ergenekonu” niye yazıldı?
Biz bu kitapta, PKK’nın ne anlama geldiğini, Türkiye’nin barışa
yaklaştığı dönemlerde süreci sabote eden eylemlerin arkasında hangi
odakların olduğunu, bu odaklarla PKK arasındaki bağlantıları ortaya
koyalım istedik.
Nasıl bir fayda umuyorsunuz?
Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için öncelikle devlet içinde
kümelenmiş çetelerin tasfiyesi gerekiyordu. Bu, Ergenekon ve Balyoz
sürecinde büyük ölçüde başarıldı. Ama işin PKK ayağıyla ilgili
derin hesapların deşifre edilmesi ve hem Kürt hem Türk kamuoyunun
bilgilendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Son sekiz yılda
Türkiye, Kürt meselesinin çözülmesi konusunda çok önemli işler
yaptı. Devamı planlanıyor, başta anayasa değişikliği olmak üzere.
Özellikle PKK ile bağlantılı derin unsurlar ve uluslararası
güçlerle bağlı bir takım şer odaklarının deşifre edilmesiyle Kürt
meselesinde çözüm umutlarının artacağına, daha somut adımların
atılabileceğini düşünüyorum.
PKK ROJ TV’DEN TEHDİT EDİYOR
Derin PKK üzerine daha önce de benzer nitelikte kitaplar
yayınlanmıştı ama sizin Ergenekon dosyasına çok hâkim bir gazeteci
ve çok popüler bir yazar olmanız sebebiyle bu kitabın öncekilerden
daha farklı bir etkisi olacağını varsayabiliriz. Özellikle Kürtler
üzerinde nasıl bir etki bekliyorsunuz?
PKK bundan çok ciddi rahatsızlık duyuyor. Kitap çıktığı andan
itibaren Roj Tv’de aleyhime yayınlar yapılıyor. Kitapla eş zamanlı
olarak tehditler de artmaya başladı. İslahiye’de babamın oturduğu
evin etrafında sahte plakalı araçlar dolaşmış. Belli ki çok
rahatsızlar. Biz de hem burada, hem Gaziantep’te tedbirlerimizi
aldık.
PKK hakkında çok ağır bir dille yazılmış başka kitaplara benzer
reaksiyon göstermemişlerdi ama bu kitap canlarını çok sıkmış
olmalı. Malum Uğur Mumcu’nun da PKK-MİT ilişkisini araştırdığı için
öldürüldüğü iddiası var. Roj Tv yayınlarından sonra bazı BDP’liler
Mecliste ve dışarıda benzer tehditlerini sürdürdüler.
Gazeteci sıfatıyla ilgi ve çalışma alanlarınız belli ancak
bugün AK Parti’den milletvekilisiniz. Ve Hükümet’in meseleyle
ilgili siyaseti “terörle mücadele, siyasetle müzakere”. Bu yeni bir
dönem, bu defa her şey farklı olacak deniyor. Böyle bir zamanda
çıkardığınız “Kürt Ergenekonu” için birileri “kitap, operasyonun
bir parçası” derse cevabınız ne olur?
Ergenekon ve Balyoz’la ilgili yazılar yazdığımızda gazeteciydik. Bu
kitabı yazmış olmamın milletvekilliğimle hiçbir ilgisi yok.
Gazetecilik refleksiyle geçmişteki çalışmalarımızı yürüttük.
Partinin etkin isimleriyle bir konsept oluşturup da yazmış da
değiliz. Geçmiş çalışmalarımızla bunun arasında da bir çizgi
kırıklığı da yok. O nedenle bir operasyon gibi de algılanamaz.
CIA VE MOSSAD İSTEDİ, MİT PKK’YI KURDU
PKK’yı MİT’in kurduğu söylenegelen bir şeydi, siz de kitabı
belgeler bulgular ifadeler eşliğinde bu tezin üzerine inşa
ediyorsunuz. İlk soru şu: MİT, PKK’yı niye kurdurdu?
O tarihte siyasi Kürt hareketleri daha çok radikal sol hareketler
içinde kümelenmişti. 70’lerin sonlarına doğru Kawa gibi, Rızgari
gibi bağımsız Kürt hareketleri çıkmaya başladı. O günün şartlarında
devlet bu örgütleri tehdit gibi görüyordu. Komünizm korkusu vardı.
Bunu enterne etmek için bir örgüt kurdular. Bu örgüt, PKK idi. Bu
aslında CIA ve Mossad’ın denediği yöntemlerden biridir. Hamas da
El-Fetih’e karşı kurdurulmuştu, El-Kaide de böyle kurulmuştu.
İkisinin de gerisinde Amerika ve İsrail’i görürsünüz. Ama zaman
içinde bu örgütler kontrolden çıkarlar ve o ülkeyle çatışmaya
girerler. Türkiye’de de benzer bir PKK tecrübesi var. Diğer
örgütleri yok etmek adına PKK kurduruldu.
ODA TV MOSSAD’IN HİZMETİNDE
MİT ile Mossad arasında artık böyle bir “etkileşim” yok. Hatta
MİT-PKK görüşmelerinin sızdırılmasının arkasında İsrail’in olması
ihtimali var?
Görüşmelerin sızdırılmasının sebeplerinden biri de MİT’teki
değişimden duyulan rahatsızlıktır. Artık eskisi gibi
yönetebildikleri yönlendirebildikleri bir örgüt olmaktan çıktı MİT.
O nedenle Hakan Fidan işbaşına geldikten sonra o kadar rahatsız
oldular ki, ilk kez bir ülke bir başka ülkede gizli servisin başına
getirilen şahıs hakkında açıklama yaptı. Bunun bir örneği daha
yoktur. “Fidan, İran yanlısıdır” dendi. Özellikle Oda TV üzerinden
karalama kampanyası yürütüldü. Görüştüğüm devlet yetkililerinin
verdiği özel bilgilere dayanarak söylüyorum, bunun gerisinde
de İsrail derin devleti vardı.
ÖNCE ASALA, SONRA PKK
Global derin yapıların gücü ve etkinliği açısından soruyorum;
Türkiye’nin şimdi eskisinden farklı olarak irade geliştirmesinin,
direnmesinin sonuçları aynı zamanda onu olası tehlikelere de açık
kılmıyor mu?
Elbette, Türkiye artık bölgesel bir güç ve küresel bir aktör olmak
gayreti var. Kendilerini asıl oyuncular olarak gören ülkeler yeni
bir oyuncunun sahne almasından elbette ki rahatsız olurlar. Türkiye
üzerinde hesabı olan her ülke, başta terör olmak üzere her
enstrümanı kullanmak isteyecektir. Ayrıca Türkiye’nin yer alacağı
pozisyon küresel oyundaki oyuncuların taraflarını da ciddi şekilde
etkileyecektir. Onun için bütün oyuncular Türkiye’yi ya
etkisizleştirmek ya da kendi saflarına çekmek isteyeceklerdir. Onun
için de Türkiye üzerindeki bu oyunlar asla bitmez. PKK tümden
ortadan kaldırılabilse bile bizi asla sıfır terörle, kendi halimize
bırakmazlar. Onun için bizim bir miktar bu oyunlarla da birlikte
oynamayı öğrenmemiz gerekiyor. 1984’de nasıl ASALA tasfiye edilip
yerine PKK ikame edildiyse yine aynı şey olacak. Ya başka bir terör
örgütü ya da yeni çatışma alanları ikame edeceklerdir. Geçmişte
Alevi-Sünni, laik-anti laik, Türk-Kürt çatışmasını körüklemek için
birçok hareketleri kullandılar. Türkiye’nin çok kırılgan bir
toplumsal dokusu var. Osmanlı bakiyesi üzerine inşa edildik,
birleşme yerlerimizi bilen ulusal ve uluslar arası güç odakları
bunlar üzerinde oyunlar oynanabiliyor, sürekli jilet atıyor,
kanatıyorlar. Ama Türkiye, Ergenekon ve Balyoz mücadele sürecinde
bu oyunların perde gerisine dair çok açıklayıcı bilgilere sahip
oldu, artık eskisi gibi oyuna gelmiyor. Daha araştırmacı
sorgulayıcı bir kitle oluşmaya başladı. Eskiden sağcı ve solcu
kavgası yaratıp Uğur Mumcu öldürüldüğünde, onu sağcıların öldürdüğü
havası yaratıyor, başarılı da oluyorlardı. Ama artık bu mümkün
olmuyor. Olmadığı için de çatışmaları derinleştirmeye
çalışıyorlar.
ARTIK HERKES TEZGAHI GÖRÜYOR
Türkiye her anlamda bir faylar ülkesi. Van’da geçen hafta fiziki
bir fay hattı kırıldı maalesef. Depremle birlikte devletle Kürtler,
Kürtlerle Türkler arasında da bir fay kırılsın istendi ama şükür
öyle olmadı...
Ama bunu denediler. Sayın Başbakan’ın ifade ettiği gibi molotof ya
da taş atarken kitleleri kısa sürede örgütleyenler, deprem
faciasında kenarda ve sessiz kalmayı tercih ettiler. Ya da bir
takım yağma faaliyetlerine öncülük ettiler. Bunun üzerinden bir
iktidar karşıtlığı yükseltmek istediler. Kısmen başarılıymışlar
gibi görünse de hesapları tutmadı. Milletin sağduyusu bunu aştı.
Bunda son yıllarda çetelerde derin yapılarla mücadelenin insanların
zihninde yarattığı etki vardır. Artık herkes bu büyük tezgahı
görüyor.
KÜRTLER ÖZGÜR OLSA BDP YÜZDE 1 ALAMAZ
Türkiye toplumunda bunun bir karşılığı var gibi ama Kürt toplumunda
psikoloji ve etkileşim biraz daha farklı işliyor?
Çünkü doğu ve güneydoğuda PKK vesayeti var, özgür düşünce, özgür
ifade gelişmiyor. O nedenle orada diğer bölgelerdeki gibi bir
uyanış olmuyor. Bu PKK vesayetinin kırılması lazım. Orada
entelektüeli, siyasetçisi, aydını da vatandaşlarımız da maalesef
özgür değil. Orada özgür oy kullanmak mümkün olsa iddia ediyorum
BDP’nin oyu yüzde 1’i bile geçmez.
PKK’NIN HEDEFİ HER KÜRT EVİNDEN BİR ÖLÜ ÇIKMASI
Dağ ile ovanın gönül durumlarını dikkate almak gerekir sanırım. Bir
yakınını kaybetmiş, canı yanmış, şimdi de dağda çocuğu olan
insanlar için herhalde bunu böyle söylemek çok da mümkün
değil?
Tabi ölüm sayısı arttıkça terör örgütüne yakınlık da tetikleniyor.
Zaten PKK’nın hedeflerinden biri her Kürt
ailesinden bir ceset çıkmasıdır. Eğer bunu başarabilirse
bölgeyle örgüt arasında daha güçlü bir duygusal bağ
kurulabileceğini ya da kurulan bağın daha güçlenebileceğini
düşünüyorlar. Haklı olarak ailesinde hayatını kaybeden bir genç
olduğunda, annesi babası yakınları onun acısı ve öfkesi üzerinden
devlete bir düşmanlık besleyebiliyorlar. İlave olarak örgüt de bunu
bilerek köpürtüyor. Bunu bir stratejik taktik olarak izliyorlar. O
nedenle her evden mutlaka kendi ifadeleriyle “asker” almaya
çalışıyorlar. Bölgede her aileden bir ölünün olmasını umuyorlar.
Hem örgüte yakınlık hem devlete düşmanlık için.
TSK açıkladı, son hava ve kara harekâtında şu kadar örgüt elemanı
öldürüldü, diye. Bu ölümler yine PKK’ya “yarayacak”, barış
sürecinin aleyhine işleyecek öyle mi?
Maalesef PKK son dönemde tırmandırdığı eylemlerle kabul etmek
gerekir ki psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Terör örgütünün
psikolojik olarak üstün olduğu bir dönemde sizin güçlü ve kalıcı
reformları hayata geçirebilmeniz son derece zordur. Onun için terör
örgütünün dizlerinin üzerine çökertilmesi, PKK’ya haddinin
bildirilmesi gerekiyor. Ondan sonra Kürt meselesinin çözümüne dair
eksik kalan reformları peş peşe devreye sokmanız lazım.
MİT KENDİNİ ELE VERMEZ
MİT bugün, geçmişte kurdurduğu örgütün tasfiyesi için çaba
harcıyor ama şunu niye yapmıyor? Arşivini açsa ve PKK’nın
kuruluşuna dair bu çok mühim gerçeği açıklasa, PKK’nın tabanıyla
bağlarının koparılması açısından çok daha kesin bir sonuç almaz
mı?
Bunu geçmiş dönemde yapamazdı. MİT kendini sanık sandalyesine
oturtmaz. Böylesine büyük bir günahın parçasıysa bunu nasıl deşifre
edecek? Daha erken deşifre edilebilseydi PKK açısından sıkıntı
olabilirdi ama artık gelinen noktada bunun deşifre edilmesi de
örgüte zarar vermiyor. Çünkü 36 ülkede örgütlendi, uluslararası bir
takım servislerle ve sermayelerle bütünleşti. Dolayısıyla devletle
bağının deşifresi onun için tehdit unsuru olmaktan çıktı. Kaldı ki
Abdullah Öcalan’ın bu konudaki savunması da hazır. Geçmişte gündeme
geldiğinde, “bir dönem ilişkimiz oldu, ben onları kullandım” diyor.
Savunma mekanizması da geliştirilmiş durumda.
PKK HERKESİ, HERKES PKK’YI KULLANDI
PKK MİT’in kontrolünden ne zaman ve nasıl çıktı? Uluslar arası
derin yapıların kontrolüne nasıl girdi?
1980 darbesinden sonra devlet içinde ilişkide olduğu kişiler
Öcalan’ın yurt dışına çıkmasını sağladı. Yurt dışında olmak
Öcalan’ın başka ülkelerin istihbarat örgütleriyle bağ kurmasının
yolunu açtı. PKK’nın hedefleri asıl bu süreçte, o dönemki
partnerleriyle birlikte netleşti. O dönemde Irak, İran, Suriye
soğuk savaş döneminin Rus bloğunca kontrol ediliyordu. 1982’de
İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde PKK ile ciddi çatışmaları oldu. O
dönem İsrail’in en büyük düşmanlarından biri PKK idi. PKK, ASALA
ile birlikte Filistin kamplarında kalıyordu. Ama 1. Körfez
savaşından sonra bölgeye İsrail ve Amerika daha etkin biçimde
yerleşmeye başlayınca Abdullah Öcalan da partnerlerini değiştirmeye
başladı. Öcalan konjonktürel şartları her zaman iyi kullanmayı ve
kendi lehine çevirmeyi bilmiştir. Maalesef Türkiye ise Öcalan’daki
ve PKK’daki bu değişimi doğru algılayamamış, pozisyon almakta
zorlanmıştır.
Küçümsendiği için mi? Yıllarca bir avuç çapulcu
denmişti…
Başlangıçta küçümsediler, ciddiye almadılar, çok basiretsiz
davrandılar. Zaman içinde de terörün, PKK’nın, Öcalan’ın askeri
vesayeti güçlendirici rolünü keşfettikleri için de onu kullandılar.
Çünkü terörle birlikte sivil siyaset üzerinde daha kolay otorite
kurabiliyorlardı. En somut hadisesini 28 Şubat’ta yaşadık.
28 ŞUBAT’TA PKK FAKTÖRÜ
PKK 28 Şubat post-modern darbesinin neresindeydi?
28 Şubat sürecinde Emniyet’in elindeki ağır silahlar teslim alındı.
Erbakan’ı istifaya zorlamak için terör olayları birdenbire
tırmandırıldı. Arabulucular devre dışı bırakıldı vs. ve 1997 Mayıs
ayında Irak’a çok büyük bir kara harekâtı yapıldı. Harekatta iki
helikopter düşürüldü ve helikopterlerin düşürülmesi ilk defa TSK
tarafından kamuoyuna açıklandı. Eskiden bunları kamufle ederlerdi.
Bunu açıklarken de hükümetin ödenek vermediğini iddia ettiler. Yani
terörle mücadelede her unsuru siyasi iktidar üzerinde baskı unsuru
olarak kullandılar. Ve 1997 yılında ilk defa kara kuvvetleri
komutanlığı, terörle mücadeleyi tümden kendi komutasına aldı. Ondan
sonra da askerin temel fonksiyonu haline geldi. Sivil otorite zaman
içinde bu süreçten dışlandı. Özel tim grupları bölgeden el
çektirildi. Bugüne kadar da geldi.
Bugün tekrar özel birlikler ve polis devreye
sokuluyor.
Bunun en somut örneği son Çukurca baskınıdır. Baskında zayiat
verilmeyen tek yer polis lojmanlarına yapılan saldırıdır. 50
civarında özel harekât polisi saldırıyı püskürttü ve jandarma
birliklerine yardıma gitti. Oysa emniyet, ordunun karşısında
alternatif güç olarak oluşturuluyor gerekçesiyle tasfiye edilmişti.
Yani terör derin devletin işine geldi.
İRAN-KARAYILAN İLİŞKİSİ
Karayılan-İran ilişkisine dair çok karanlık, açıklanamayan bir
belirsizlik var. Global Ergenekon ve derin PKK açısından siz bunu
nasıl açıklıyorsunuz?
İran bölgede yalnız bir ülke ve kimseye de güvenmiyor, Türkiye
dahil. Fakat AK Parti döneminde bu soğukluğu ortadan
kaldırabilecek, Türkiye açısından samimiyetini test edebilecek çok
önemli hadiseler yaşanmıştır. 2004’e kadar İran, PKK’yı terör
örgütü olarak ilan etmemişti, geç etti ama PKK’ya karşı güçlü
şekilde mücadele de göstermedi. İran gizli servisi PKK içindeki
bazı unsurları zaman zaman kullandı. Geçmişte PKK içinde
ilişkisinin en iyi olduğu isim Osman Öcalan’dı. O PKK’dan tasfiye
olunca, bunu Mustafa Karasu ve Cemil Bayık üzerinden yürüttüğünü
görüyoruz. Murat Karayılan’ın da aynı şekilde İran gizli servisiyle
ilişkisi var.
Ama İran’ın da başında PKK’nın bir kolu olan PJAK var?
Zaten PKK’nın Türkiye ile mücadelesini Türkiye ile sınırlı tutmayıp
İran ırak ve Suriye alanına da genişletmek istemesi bu ülkeleri
biraz tedirgin etti. PJAK üzerinden İran ile PKK arasında bir
kırgınlık yaşandı. Bu tür durumlar geçmişte Öcalan Suriye’de
kalırken de yaşanıyordu. PKK, Suriye’de Kürtleri örgütlemeye
kalkınca Esat yönetimi Öcalan’ı o denemde uyarmış ve iki kez
Öcalan’ı tutuklayarak ev hapsi uygulamıştı. Karayılan yakalandı
iddiasını da PJAK’ın saldırılarını tırmandırması karşısında İran
yönetiminin reaksiyonu olarak görüyorum. Belki Murat Karayılan kısa
süreli bir gözdağı ya da yeni pazarlık aracı olarak gözaltına
alınmış, ev hapsinde tutulmuş, bir anlaşma sonucu serbest
bırakılmış olabilir. Bugün PJAK tümden kenara çekilmiş vaziyette.
Suriye’de de öyle. Tamamen Türkiye üzerine odaklanmış bir PKK var.
Çünkü eylemlerini Türkiye üzerine yoğunlaştırdığında asla Suriye ve
İran’da eylem yapmazlar. Bu bir stratejidir. Zaten Fehman
Hüseyin’in teröristlere verdiği mesajlarda da bunu açıkça görürüz.
O nedenle İran kendi bölgesinde etkinliğini sürdürmek adına her
türlü muhalif terör örgütünü kullanıyor.
TÜRKİYE’NİN DÜŞMANI PKK’NIN DOSTU
Şu anda bu bölgede PKK ile ilişkisi olma olasılığı güçlü
olan ülkeler İran, Suriye ve İsrail. Türkiye’nin Suriye ve İsrail
ile ilişkisi yok gibi, ilişkisizlik hali var. Irak ve ayrıca Kuzey
Irak Kürt yönetimi ise Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek
istiyor, teröre karşı da işbirliği yapıyor. Bölgedeki bu durum,
global Ergenekon, büyük oyuncular açısından pozisyonların nasıl
konumlanması demek?
Bu durum onların ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye’nin ilişkileri
gerildikçe PKK’nın da, bu uluslar arası güç odaklarının da manevra
alanı genişliyor. Öcalan zaten diyor ki “Türkiye hangi bloktaysa
biz onun karşısındayız. Türkiye Amerika’ya yaklaşırsa biz Rusya’nın
yanındayız, Rusya’ya yaklaşırsa Amerika’nın yanındayız”. PKK kendi
konumunu zaten Türkiye karşıtlığı üzerine belirlemiş. Onun için
Türkiye’nin düşmanı ne kadar artarsa PKK’nın ekmeğine o kadar yağ
sürmüş oluyorsunuz aslında. O yüzden 2009’da one minute’den
itibaren PKK’nın İsrail ile ilişkilerinin sıklaştığını görüyoruz.
İran ile ilgili Türkiye direnmeye başlayınca Amerika’nın PKK ile
ilişkilerinin geliştiğini görüyoruz. Yakın zamana kadar Suriye ile
ilişkiler iyiydi, Arap baharı durumu değiştirince PKK ile Suriye
ilişkileri hemen gelişti. Geçmişte Sırbistan PKK’ya füze ve füze
eğitimleri verdi, Kanas tipi suikast silahları verdi. Bosna savaşı
bittikten sonra bazı Sırp tetikçiler PKK içinde görev aldı. Yani
Türkiye’nin hangi ülkeyle ilişkisi bozulursa PKK onunla işbirliği
yapmak istiyor, o ülkede Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda
masaya çekebilmek adına PKK’yı kullanıyor. Eski genelkurmay başkanı
İlker Başbuğ’un PKK şanslı bir örgüttür demesinin altında yatan da
zannedersem bu. Uluslar arası konjonktür PKK’ya her zaman fırsatlar
sunmuş, PKK da bunu her zaman iyi değerlendirmiştir. Türkiye ise
süreçleri iyi okuyamamıştır.
ÖCALAN PENTAGON EMANETİDİR
Uluslararası güçlerin Türkiye’ye karşı istediği zaman
istediği gibi kullandığı Öcalan, Türkiye’ye 1999’da teslim edildi.
Paketi teslim eden Pentagon’du. Amerikan’ın bölgeyle ilgili
hesaplarının farklı olduğunu, bölgede bir Kürt devleti kurulmasına
izin verecekse bunun Öcalan eliyle değil daha önce yine Saddam’a
karşı desteklediği Talabani-Barzani ile olmasını tercih ettiğini
biliyoruz. Fakat Amerika bu teslimatı iyilik güzellik olsun diye
yapmadığına göre Amerika bundan ne umdu, Türkiye karşılığında ne
verdi?
Şöyle olduğunu düşünüyorum. 1997 sonundan itibaren Amerika orta
doğuyu yeniden planlamayı düşünüyordu. Bu çerçevede PKK yeni planla
örtüşmeyen bir örgüttü. Etkisizleştirilmesine ihtiyaç vardı.
Partner olarak belirlediği Kürt liderler Talabani ve Barzani de
Öcalan’dan ciddi şekilde rahatsızdı. Amerika’da yeni Ortadoğu
projesini hayata geçirmek adına Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim
etti. Ancak idam etmeyeceksiniz diye şartlı olarak verdi. Bunu da
Türkiye o zaman bir devlet politikası olarak kabul etti.
Amerika Öcalan’ın idam edilmemesini niye istedi? Kendisi
bazı eyaletlerinde idam cezasını uyguluyor. Ayrıca mücadele ettiği
terör örgütü liderleri –en son Usame bin Ladin- ya da savaştığı
başka liderler –Saddam, Kaddafi… canlı ele geçirebilecekken
öldürüldü ve o halleri günlerce gösterildi. Öcalan’ın yaşatılmasını
nasıl bir siyasi hesapla istedi Amerika?
Amerika henüz PKK’nın misyonunu tamamladığına inanmıyordu. İstediği
zaman kullanabilmek için o günün konjonktürel şartlarında etkisiz
ama bir kenarda kalacak, zaman içinde geleceğiyle ilgili karar
vereceği bir durumu oluşturmaya çalıştı. Onun için de Abdullah
Öcalan’ın ölümü üzerinden doğabilecek yeni tartışmaların ve
tırmalanacak terörün bu hesabı bozabileceğini düşünmüş olabilir.
Zaman içinde halletmeyi düşünmüş olabilir. Abdullah Öcalan tümden
bir Pentagon emanetidir Türkiye’ye.
TÜRKİYE ÖCALAN’I ASABİLİR MİYDİ?
Türkiye neden idam etmedi? İşin hukuki ve insani tarafını
dışarıda tutarak, global oyunlar, devlet politikaları vesaire
açısından soruyorum: Şartlı verildi, devlet de okey dedi tamam ama
devletin bekasını her şeyin önünde tutan, bu amaçla hukuk dışına da
çıkmış, yargısız infazlar yapmış, tüm gücünü terörle mücadeleye
vermiş bir devletsiniz sonuçta. Bence bunun bir cevabı
olmalı.
Tabi o şart yerine getirilmeyebilirdi ama bu da çok güçlü bir irade
gerektirir. Teslim alan siyasi iktidarda böyle bir siyasi irade
yokmuş. İlave olarak şunu söyleyeyim: Devletlerin verdiği sözler
her zaman önemlidir. Çadır devleti değilsiniz. Eğer öyle bir
hesabınız varsa bunu önceden oraya dikte ettirirsiniz. Zaten farklı
bir şey olsaydı teslim etmezlerdi muhtemelen. Amerika’nın hesabı bu
olabilir, önemli olan sizin hesabınızdır?
Nedir Türkiye’nin hesabı?
Türkiye’nin o zamanlar bu konuda ciddi bir hesabının, stratejisinin
olmadığı anlaşılıyor. Bu şartları Türkiye kendi lehine de
çevirebilirdi. Nasıl ki PKK dünya konjonktürünü kendi lehine bir
fırsata dönüştürüyorsa Türkiye de bunu yapabilirdi. Ama maalesef
bunu başaramadılar.
PKK’NIN SON SÜRÜMÜ KCK
PKK’nın yani Kürt Ergenekon’unun son sürümü KCK mıdır?
Evet, son hali KCK’dır. Öcalan’ın talimatlarına bakınca görürsünüz.
Sürekli yeni modeller deniyor. Koma Kamalan Kürdistan dedi,
Demokratik Konfederalizm dedi, Demokratik Toplum Kongresi dedi.
PKK’ya önce KADEK, sonra KONGRA-GEL dediler sonra vazgeçtiler.
Sürekli hem kadro, hem ideoloji, hem isim olarak kendilerini
yenilemeye çalıştılar. Her adımda başka bir hesapları vardı.
Gelinen noktada hedef büyüttüler ve mevcut şartlara uyarlamaya
çalıştılar. Şunu fark ettiler: Türkiye’den toprak kopartarak
bağımsız devlet kurmak şu aşamada mümkün gözükmüyor. O halde bir
sınırsız paralel devlet yapılanmasına geçelim. İşte KCK bunun adı.
Kürtlerin yoğun yaşadığı dört ülkede sınır tanımadan ama ilerde
kurulacak muhtemel bir devletin alt yapısını oluşturacak şekilde
bir anayasa sözleşmesi hazırladılar ve buna bağlı bir yapılanmaya
gittiler. Yasama yürütme yargı gibi bir devlette olması gereken tüm
kurumlara KCK sözleşmesinde yani KCK anayasasında yer verdiler. PKK
da bunun bir alt kolu olarak yer alıyor.
HAKKARİ PİLOT BÖLGE
PKK halihazırda “resmi” olarak “bağımsız devlet
istemiyorum” diyor.
Çünkü o tezin şu aşamada bir karşılığı yok. Bunu revize ettiler.
1978’den bu yana Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına baktığımızda 40
ayrı öneri getirdiğini görürsünüz. Devlet kurma hedefimiz yok diyor
sonra var diyor. Sonra tekrar “Bin yıllık Kürt tarihinde Kürt
devleti kurmaya hiç bu kadar yaklaşmadık. 1993 final yılımızdır”
diyor. Ama gelinen son noktada hedefleri bu. Eylemlerin
tırmandırılması, Hakkâri’nin pilot bölge seçilmesi, demokratik
özerklik projesinin ete kemiğe büründürülmesinden kaynaklanıyor.
Hakkâri’de başarılı olabilirlerse bunu Diyarbakır’a doğru
yaygınlaştırmak istiyorlar.
DERİN PKK VE ÖCALAN
Son dönemde Öcalan’ın sözleri ile örgütün, silahlı ve siyasi
organlarının yapıp ettikleri birbiriyle uyuşmuyor, örgüt, liderinin
altını boşaltmış görünüyordu. PKK içinde bir derin PKK’dan söz
edebilir miyiz?
Geçtiğimiz günlerde Osman Öcalan, PKK’da kontrol dışı güçler var
diyordu. Özü itibariyle doğru. Tek odaklı tek merkezli bir derin
yapı yok PKK’da. Küçük küçük iktidar adacıkları var. Bunlar farklı
gizli servislerle örgütlerle bağlantılı haldeler. Mesela İran’ın,
Suriye’nin, MOSSAD’ın kontrol edebildiği odaklar bunlar. İhtiyaç
duyulduğunda harekete geçirilebiliyorlar. Son örneği Dağlıca
baskınıdır. Abdullah Öcalan avukatlarına yaptığı açıklamada bir
barış şartı ortaya koyuyor. Yeni anayasaya bir fıkra eklenirse PKK
iki ay içinde silah bırakacak diyor. Bu açıklamanın üzerinden bir
ay geçtikten sonra 21 Ekim’de Dağlıca baskını oluyor. Bu, barış
sürecini sabote etmeye yönelik bir eylem sonuçta.
Tıpkı 1993’teki 33 er olayı gibi…
Aynen öyle. Sonra avukat görüşmelerinden anlıyoruz ki Öcalan’ın
Aktütün baskınından da haberi yok, canlı bomba eylemlerinden de.
Avukatlarına talimat veriyor, bundan sonra her eylemden haberim
olacak diye. Bu bile bir öfkeyi yansıtıyor. Avukatların Öcalan’dan
aldıkları açıklamaları örgüte farklı yansıttıkları iddiası da var.
Bunlar ciddiye alınması gereken iddialar. 2002’de AK Parti’nin
iktidara geleceği anlaşılınca İmralı’da Öcalan’ın tecrit edildiği
iddiaları artmıştı. Ki Öcalan üzerinden PKK hareketlensin. Bunun
seçimden sonra da arttığını görüyoruz. Yine 2004’te, yani 5 yıl
aradan sonra PKK’nın terminolojisiyle yeniden “savaş” kararı
almasında da Türk derin devletinin çok ciddi rolü var. Çok girift,
çok karmaşık bir ilişki var. İstedikleri zaman yabancı ülkelerin
taşeronu, istedikleri zaman askeri vesayetin aracı olarak devreye
girebiliyor PKK. Ama onlar bunu kullanılmak olarak görmüyorlar,
asıl onları ben kullanıyorum hedefe ulaşmak için diyorlar.
KÜRT ERGENEKONU TASFİYE OLMALI
Gelinen nokta da bunu göstermiyor mu? Sonuçta PKK 30 yıl boyunca
böyle bir coğrafyada, son derece karmaşık dönemlerin içinden çıktı,
var kaldı, bir tür “kurumsallaştı”, kendini kabul
ettirdi…
Tabi tabi. Şimdi gelinen noktada artık derin devlet büyük ölçüde
tasfiye sürecine girdi. Gerçek manada barışın tesis edilmesi için
derin PKK’nın da tasfiye olması lazım. Bu konuda ciddi
eksikliğimiz. TBMM Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonu raporuna
göre bin 700 kişi faili meçhule kurban gitmiş durumda. 17 bin
rakamı yalandır. O rakamın içinde PKK’nın öldürdükleri de var.
PKK’nın askere polise ve sivil vatandaşa yönelik eylemlerinin
dışında, kendi iç infaz sonucu katlettiği 5 bine yakın insan var.
Bunlar tümden PKK’lı. Faili meçhul dense de PKK’nın da faili belli
cinayetlerinin sorgulanması gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarının,
Kürt orijinli aydınların derin devletin yargısız infazlarına
gösterdiği tepkiyi PKK’nın bu infazlarına karşı da göstermesi
lazım. Muhsin Kızılkaya, Orhan Miroğlu, Bejan Matur, Kemal Burkay
tavır alıyor. Bu ses ne kadar güçlü olursa PKK’nın vesayeti o
ölçüde daha kolay kırılır ve bu bizi barışa daha fazla
yaklaştırır.
ÖCALAN’IN KADERİ PKK’NIN ELİNDE
Öcalan bir yandan PKK’ya silah bıraktıracak tek kişi benim” diyor,
öbür yandan “Ben PKK’yı bitiremem, beni bitirirler”. Derin PKK’nın
Öcalan ile ters düşme olasılığı nedir? İkinci sorum da şu: Öcalan
eceliyle mi ölür İmralı’da? Öcalan’ı birileri bitirmek isterse –ki
Türk Ergenekon’unun işlevsizleştirildiği varsayımından hareket
ediyoruz, hala yapabilmesi mümkün müdür?
İmralı’da o çok zor gözüküyor. Böyle bir ihtimale karşı orada görev
yapan kişiler çok sıkı denetleniyor. Belli dönemlerde eğitime tabi
tutuluyorlar, görev yapacaklardan hiçbiri şehit yakınlarından
seçilmiyor. Ola ki duygusal bir reaksiyon verebilir, suikast
girişiminde bulunabilir diye. Psikolojileri zaman içinde
bozulabilir diye sınırlı sürede görev yaptırılıyorlar. Eskiden üç
aydı. Ciddi tedbirler alınıyor yani, bana zor bir ihtimal olarak
gözüküyor ama PKK Türkiye’yi karıştırmak için bazı söylentileri
yayabiliyor.
Ben Abdullah Öcalan’ın kaderini PKK’nın
belirleyeceğini düşünüyorum. PKK’nın alacağı pozisyon,
Öcalan’ın kaderini belirler. Eğer PKK hesaplarını Türkiye’ye kan ve
şiddet üzerinden ciro etmeye devam ederse Abdullah Öcalan oradan
asla çıkamaz. Ama PKK tarihin akış yönünü iyi okur, iyi
değerlendirir, barış sürecine katkıda bulunmak, silah bırakmak ve
siyasallaşmak isterse ben buna zemin oluşturulacağını düşünüyorum.
Oluşacak barış havasının Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki durumunu
biraz daha netleştireceğini düşünüyorum.
Öcalan tersini söylüyor, PKK’nın kaderi benim elimde
diyor.
Mümkün değil. Abdullah Öcalan istese de tek başına PKK’yı yola
getiremez. Artık kontrol tümden Öcalan’ın elinde değil. Etkili ama
tümden değil.
PKK ÖCALAN İLE İLİŞKİSİNİ KERHEN YÜRÜTÜYOR
Öcalan, PKK’nın talimatlarını dinlemediği ya da bozduğu, sırf
tabanı mobilize edebilmek için kullandığı bir figürden ibaret yani
öyle mi?
O şuradan kaynaklanıyor. Abdullah Öcalan’ın Kürt
taban üzerinde ağırlığı var, PKK o nedenle kitlesel zemininin
kaybetmemek adına Öcalan ile işbirliğini kerhen yürütüyor. Çünkü
PKK Abdullah Öcalan’ı gözden çıkarırsa doğu ve güneydoğuda
tabanının büyük ölçüde kaybeder. Abdullah Öcalan gücünü PKK’dan
değil tabanından alıyor.
Türkiye devleti o tabanı, yani kendi vatandaşlarını
kaybetmemek, kazanmak adına Öcalan’ı mı dikkate
almalı?
Öcalan önemli bir figür ama tek başına Öcalan ile yürütülecek bir
müzakereden barış projesi çıkmaz. Onun iradesiyle çözülebilecek bir
figür olmaktan çıktı Öcalan. Dikkate alınmalı ama sorunun çözümünü
sadece ona endekslenmemesi gerekir. Bu uluslararası bir meseledir
aynı zamanda. Dışarıda da örgütün bağlarını koparmak için dışarıda
çok ciddi faaliyetler yürütülmeli. AB üyesi ülkelerle, özellikle
Fransa ve Almanya ile, bölge ülkeleriyle, Amerika ve İsrail’le
diplomatik çabaların güçlü yürütülmesi gerekiyor, yürütülüyor da.
KCK operasyonlarına dışarıdan çok ciddi reaksiyon çıkmıyor. Bu,
meselenin iyi anlatıldığını gösteriyor. PKK Kandil’e doğru
sıkıştırılıyor. Bu süreç bu tonda sürerse PKK ciddi mevzi
kaybettirecektir.
MANDELA VE ÖCALAN
Öcalan’a ev hapsi çözüme katkı sunar mı?
Şartlı olarak böyle bir şey olamaz. Şunu yapın yoksa şu olur, kabul
edilemez. Mandela 28 yıl hapishanede kaldı. Hayatı boyunca
ırkçılığın çözümüyle ilgili talepleri kendi şahsına endekslemedi.
Ama sorun çözüldüğünde o da dışarıdaydı. Eğer sorun çözülür, kan
akmazsa o günün toplumsal şartları Türkiye’yi bu konuda bir yere
taşır.
KÜÇÜK VE PERİNÇEK GÖREV ADAMIDIR
Ergenekon tutuklularından Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in Öcalan
ile samimi fotoğrafları var kitapta. PKK ile bağlantıları üzerine
bilgiler de var… Nasıl bir ilişkidir bu? Kimdir bu
isimler?
Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek solcu değil görev adamıdır. Derin
devlet ihtiyaç duyduğunda bu iki şahsı da kullanmıştır. Bunlar da
gönüllü olarak yerine getirmişlerdir. Zaten Yalçın Küçük bunu
açıkça ifade ediyor. Abdullah Öcalan’a yönelik bir suikast
girişimini kendisinin deşifre ettiğini, bu bilgiyi de devlet
görevlilerinden aldığını açıkladı. “Bana bir görev verdiler, ben de
yerine getirdim” dedi. Onların Bekaa Kampı ziyaretlerini bir
gazetecilik faaliyeti ya da entelektüel çaba gibi görmek saflık
olur. Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek yakın derin tarihin en önemli
figürleridir.
Daha yakın dönem içinde aynı işlevi yerine getiren isimler var
mı?
Çok fazlaca var.
FATİH ALTAYLI ÖCALAN İLE NİYE GÖRÜŞTÜ?
Şöyle sorayım: Kitapta Öcalan ile röportaj yaparken
fotoğrafları çekilmiş başka gazeteciler de var. Temiz gazetecilik
yaptığından şüphe edilmeyecek ama daha önce zan altında bırakılmış
olanlar da var, fotoğrafını ilk kez gördüğümüz de. Fatih
Altaylı’nın Öcalan ile röportaj yaptığını ben bilmiyordum mesela.
Yani nasıl ayırt edeceğiz Perinçek ve Küçük ile
diğerlerini?
2001’de Ergenekon’u ilk defa isim olarak anlatan Tuncay Güney
Kilis’te sınırdayken üzerindeki bazı fotoğraflara el konuldu.
Yayınladığım fotoğrafların önemli kısmı polisin el koyduğu o
görüntülerdir. Fotoğrafta görünenlerin bazıları gazetecilik
faaliyeti için bir kısmı ise görev olarak gitmiştir oraya. Kim
gazetecilik adına kim görev için gitti iyi sorgulanması gerekir.
Fatih Altaylı Abdullah Öcalan ile röportaj yapıyor ama bu röportaj
yayınlanmadı. Kendisi “Ben bunu çalıştığım kanal için yaptım fakat
kanalım bunu yayınlamadı. Bu arada benim röportaj yaptığımı MİT
öğrenmiş. Ben kaseti ham haliyle MİT’e verdim” diyor. İyi niyetli
bir açıklama da olabilir, başka bir hesap da olabilir. Üzerinde
durulması, sorgulanması gereken bir ifade…
Gazetecilikten geldiniz, işleyişi bilirsiniz, yapılan her iş
yayınlanır diye bir kaide yoktur bilirsiniz...
Elbette, zaten burada anormal olan o kasetin MİT’e gitmesidir.
Benim gazetem beni oraya gönderse, ama gazetem yayınlamasa ben o
kaseti asla MİT’e vermem. Bir şekilde yayınlatmaya çalışırım. Ben
gazeteciyim. Devlet adına gitmemişsem oraya asla o kayıtları da
devlete teslim etmem. Ederim diyen varsa da orada soru işareti
oluşur.
KARANLIK NOKTA: KESİRE ÖCALAN
MİT’in Öcalan ile irtibatı, babası MİT mensubu olan, sonradan
evlendiği Kesire Yıldırım ve Pilot Necati üzerinden kuruyor. Pilot
Necati’nin ölüp ölmediği tartışmalı ama Kesire Öcalan’ın hayatta,
Avrupa’da olduğu biliniyor. Devlet neden ulaşmadı ona, ya da Öcalan
diğer muhalifleri gibi onu neden öldürtmedi?
Kesire Öcalan aynı babası gibi MİT adına çalışan birisi. Abdullah
Öcalan da bunu bilmesine rağmen evlendi ve 10 sene birlikte
kaldılar ve 89’a kadar da örgüttü kaldı Kesire Öcalan. O tarihten
bu yana bir Avrupa ülkesinde yaşıyor. PKK kendi içindeki 5 bine
adamını ajandır haindir vesaire diye öldürdü. Öcalan Kesire’nin de
ajan olduğu yönünde açıklamalar yapıyor. Ama herhangi bir şey
yapılmaması karanlıkta kalan noktalardan biri. Ben Abdullah
Öcalan’ın Kesire Öcalan’ı koruduğunu düşünüyorum.
Sevgisinden değildir herhalde?
Sevgiden değilse de MİT’ten gelen eski yol arkadaşları bunlar.
Belki bilmediğimiz ayrı bir şey olabilir, belki karı-koca
ilişkisinin getirdiği bir duygusallık olabilir. Sonuçta ona
dokunmadı ve örgüt içindeyken de ona yönelik eleştirilere hep bir
paratoner rolü oynadı, kimseye ezdirmedi. Derin devlet de onunla
bağlantılar kurmuş olabilir. Mehmet Eymür’ün başkan olduğu dönemde
MİT’in bir suikast planladığı, Mehmet Ağar’ın araya girip
engellediği “Zaten Öcalan’ın ölüm listesinde, bunu yaparsan ona
yardım etmiş olursun” diye engellediği bilinir. Anlıyoruz ki MİT’in
de bir koruma örtüsü var Kesire Öcalan ile ilgili. Belki de hala
bir kullanımı vardır.
Benim anladığım şey şu, hem derin PKK hem derin devlet
açısından can güvenliği garantisi olan iki kişi var; biri Abdullah
Öcalan diğeri Kesire Öcalan.
Öyle gözüküyor, iki taraf da koruyor çünkü.