Rana Elikin dinmeyen öfkesi
Abone olHaberci Rana Elik Kırıkkanat'a ateş püskürdü
Özel röportaj:
Dilek YARAŞ-İnternethaber
Onu bundan iki üç ay önce ekranlarda
çocuğu için gözyaşı dökerken görmüş üzülmüştük. Hatırlarsınız
belki, kocası oğlu Alp Can’ı alıp Almanya’ya götürmüştü. Gözü yaşlı
anne Başbakana bile seslenmişti ekranlardan ’’Çocuğumu getirin
bana.’’ diye… Rana Elik’ten söz ediyorum. Star televizyonu ilk
kurulduğunda, özel televizyonlar böyle çok değilken yıllarca
evimizin boş köşesinde misafir olan güzel televizyoncudan. Haber
spikeri demiyorum çünkü kendisi ’spiker’ sözünden nefret ediyor ve
’’Ortalık artık ’spiker’den geçilmiyor. Bana spiker demeyin de ne
derseniz deyin. On sekiz yıllık televizyoncuyum, haberciyim ben,’’
diyor.
Her neyse… Nihayet o endişe ve hasret dolu günler geride kalmış ve Rana Elik minik oğlu Alp Can’a kavuşmuş. Alp Can da nasıl tatlı, nasıl yumuk ve neşeli bir görseniz insan onunla oynamaktan annesiyle röportaj yapmayı unutur yani…
Özel
röportaj: Dilek
YARAŞ-İnternethaber
Onu bundan iki üç ay önce ekranlarda
çocuğu için gözyaşı dökerken görmüş üzülmüştük. Hatırlarsınız
belki, kocası oğlu Alp Can’ı alıp Almanya’ya götürmüştü. Gözü yaşlı
anne Başbakana bile seslenmişti ekranlardan ’’Çocuğumu getirin
bana.’’ diye… Rana Elik’ten söz ediyorum. Star televizyonu ilk
kurulduğunda, özel televizyonlar böyle çok değilken yıllarca
evimizin boş köşesinde misafir olan güzel televizyoncudan. Haber
spikeri demiyorum çünkü kendisi ’spiker’ sözünden nefret ediyor ve
’’Ortalık artık ’spiker’den geçilmiyor. Bana spiker demeyin de ne
derseniz deyin. On sekiz yıllık televizyoncuyum, haberciyim ben,’’
diyor.
Her neyse… Nihayet o endişe
ve hasret dolu günler geride kalmış ve Rana Elik minik oğlu Alp
Can’a kavuşmuş. Alp Can da nasıl tatlı, nasıl yumuk ve neşeli bir
görseniz insan onunla oynamaktan annesiyle röportaj yapmayı unutur
yani…
Ana oğulun bir aydan fazla süren özlem dolu günleri annenin babayı ’’Seni seviyorum, ayrılmayacağız.’’ diyerek kandırmasıyla bitmiş. Mahkeme de artık sonuçlanmış zaten ve Alp Can’ın babası tarafından yurt dışına çıkarılması yasaklanmış. Ben en çok eski eşin, yani Mehmet Bey’in bu şekilde kandırılmaya kızıp kızmadığını merak ediyorum.: ’’Biraz kızdı tabii ama o da anladı artık böyle devam edemeyeceğini.’’ diyor Rana ve sözlerine ’’Çocuğumuzun mutluluğu ve iyiliği için iyi geçinmek ten başka çaremiz olmadığını gördük. Ben kendim babasız büyüdüm. Oğlumun da babasız büyümesini istemem. ’’ şeklinde devam ediyor.
Babasının Alp Can’ı
kaçırdığını medyaya kendisi taşımamış Rana Elik. Arkadaşı, Müge
Anlı aradığında durumu ağlayarak anlatmış Anlı da sorunu ekranlara taşımış. Eşinin
kendisini dövdüğü de bu sırada çıkmış ağzından, ’’Yoksa benim
niyetim dayak olayını öne çıkarmak değildi. Ben sadece çocuğumun
derdindeyim. Onu anlatmaya çalışırken de diğer dertler de
dökülüverdi ortalığa.’’ diyor.
Tabi dayak olayı da ortaya
çıkınca medya, -hem de medyanın kadın- kısmı üstüne gelir gözü
yaşlı annenin. Rol yapmaktan, çocuğunun kaçırılışını ’gündeme
gelmek için’ kullanmaya kadar türlü ifadelerle suçlanır.
Reha Muhtar ve Mehmet Ali
Birand’ın programları dışında başka bir programa çıkmaz,
tövbe, bir defa da Gülgün Feyman’a telefonla bağlanmış… Gelin görün
ki Rana Elik adı bütün kadın programlarında dolaşır olur. O günleri
ve duygularını şöyle anlatıyor Rana Elik:
- Ben o sıralar canımla boğuşuyorum, çocuğuma kavuşmaya çalışıyorum. Öte tarafta herkes bir yerlerde benim adıma ahkam kesiyordu.
- Bir gün tesadüfen televizyonu açtım,
baktım karşımda Vatan’daki Mine Kırıkkanat, bir kadın programına
çıkmış; ( Taklit ediyor) ’’Dayak
adına, Rana Elik, Deniz Akkaya ne yapmışlar bu güne kadar da dayak
yedim diye ortaya çıkıyorlar… Hangi kadın derneğini kurmuşlar?’’
diye aptal aptal ahkâm kesiyor.
(Olayın üzerinden aylar geçmiş ama öfkesi hâlâ taze.)
- Sen ne diyorsun be kadın? Kaza geçirdiğimde de kaza derneği mi kurmam gerek derdimi anlatmak için? Aldatılan kadınlar aldatılan derneği mi kursun? Nerede yaşıyorsun, uzay da mı?
- Sanki benim dernek kuracak halim vardı, Üstelik ben ortaya ’dayak’ olayı için çıkmamışım. ’’On defa daha dayak yiyeyim ama çocuğuma kavuşayım,’’ derdindeydim.
- O (Mine Kırıkkanat), kendisine baksın…Ben evladımın derdinde ağlıyordum. Sen bir telefon açıp bana sordun mu işin iç yüzünü? Ordan burdan derleme yapıp televizyonda ahkâm kesiyorsun. Senin gazeteciliğin bu kadar işte…
-Kim ki Mine Kırıkkanat, beni tanımadan benim adıma konuşuyor televizyonlarda… Benimle kişisel bir davan yoksa hakkımda atıp tutarken ’lafım nereye gidiyor’ diye düşüneceksin biraz. Çünkü ben o sırada çok popülerdim, benim adımı zikrederek ismimden rant sağlıyordu….
-Anne olmayan kadınlar sakın ola ki benim hakkımda âhkâm kesmesinler. Bu bir... İkincisi, eğer anneyseler de yarın öbür gün kendi başlarına da aynı şeyin gelebileceğini düşünsünler.
-İşte bu tür kadınlar Türkiye’yi yazıyorlar. Biri alkolden yerlerde sürünür, öteki ahâm keser bilip bilmeden konuşur.
Rana Elik, medyadan yana
oldukça dertli. Dertliden de öte, öfkeli ve artık bu öfkesini içine
atmayıp bizimle paylaşmaya karar vermiş…
’’Medyada kadının yeri desek,’’ söz açılmışken?...
- Medyada kadınlara destek vermiyorlar. Doğru düzgün gazetelerde yazan kadın köşe yazarlarına bakarsak ya tesettürün en ucunda ya da açıklığın doruklarında olduklarını görürüz. Benim, ’’Ne güzel yazmış, esprili, aklı başında,’’ diyebileceğim insanlar bir elin parmaklarını geçmiyor ve bunların da hepsi genç. Benim jenerasyonumun yazarlarına baktığım zaman doğru düzgün bir yazar göremiyorum. Ya alkoliktir ve dibe vurmuştur, ya çok banal yazar, ya çok aşırı sert yazılar yazar. Etrafınıza bir bakın hangi gazeteyi ya da televizyonu bir kadın yönetiyor…
Kadın dergilerini yönetiyorlar ya….
- Ha evet. ’’Alın size oyuncak, kadın kadına
oynayın,’’ diyorlar işte.
- Geçenlerde Serdar Turgut’un yazdığı gibi, bir gazetede köşe yazmanız için illa aşırı uç olmanız gerekiyor. Peki bütün bu uçların hepsi bir kişide toplanabiliyorsa eğer... Ama, bütün bu uçları, çok daha iyi anlayan, analiz edebilen, sağduyu sahibi, sosyal ve herkesi kucaklayabilen bir kadın orada yazamaz. Böyle kıstasları var bunların. Mutlaka ben kendimi birine dahil edicem ve orada barınıcam.
Siz de Bugün gazetesinde köşe yazılarına başlamıştınız, nasıl
oldu bu iş?
- Gazeteye gittim, yazılarımı gösterdim. Genel Yayın Yönetmeninin
yardımcısıyla görüştüm. O da zaten benim yazılarımı okurmuş ve
beğenirmiş. ’’Biz de zaten dördüncü sayfaya birisini arıyorduk,’’
dedi. Hayatımda ilk defa şans o gün denk geldi yani.
- Orada yazmaya başladığımda ’’Ay ne güzel ya, yıllar sonra ilk
defa bir gazetede para karşılığı yazacağım,’’ dedim. Haftanın her
günü yazı yazdım orada. Hiç kolay değil. Ortadoğu’dan tut medyaya kadar her konuda
yazdıklarım o kadar beğenildi ki gelen maillerde okuyucular
’onların söylemek istediklerini söylediğimi,’ anlatıp teşekkür
ediyorlardı.
Ne de olsa uzun yıllara dayanan bir bilgi ve birikiminiz var?
- Evet, ben 18 sene bir haber merkezinde çalışmışım. Bugüne kadar yapılan her şeyin geçmişini biliyorum. Bunlar benim söz sahibi olabileceğim konular. Üstelik bir de kadınım. Gezdim tozdum. Anadolu’dan çıkmadım. Kadın erkek ilişkilerini birebir yaşadım. En sonunda anne de oldum. Bir baba olmadığım kaldı… Yani, bir tek erkekliği ve babalığı bilmiyorum.
Ama artık göremiyoruz yazılarınızı?
- Aniden yönetim değişti ve ben kapı önüne kondum.
Neden?
- Çünkü ’giden adamın
adamı’ dediler.
Var mıydı öyle bir
şey?
- Hiç alakası yok. Ben hiç kimsenin adamı değilim.
Bülent Keneş’i yolda görsem tanımam. Yardımcısıyla görüşmüştüm
ben…
Siz de kitap yazdınız
mı?
- Bir kitap yazmıştım aslında…. 1996 yılında. O kitabın tek nüshasını çok büyük bir yayınevinin ünlü bir editörüne verdim. Adam, benimle ’’Bütün medyayı tanıyorsun; medya dedikoduları yaz ki çok satsın. ’’ diye dalga geçer gibi konuştu. Ben kabul etmedim, yine de okumasını istedim romanı ve bıraktım. Sonra da bir ay peşinden koştum. Telefonlarıma bile çıkmadı. En sonunda da verdiğim nüshayı kaybettiğini söyledi.
Bir tek kopyası bile yok muydu koca
romanın?
- Bilgisayarımda bir hata olmuştu; format atılırken de bir yanlışlık yapmışlar ve bütün bilgilerim kayboldu.
Kimdi bu zalim editör?
Adını vermesem daha iyi…
Çok ünlü biri, bulaşmak istemiyorum…
Kitabın konusunu öğrenebilir miyiz peki?
Eğlenceli, esprili bir
kurgu romandı. Halifelikten, Abdullah Öcalan’a ve hatta
Almanya’daki Türklere kadar siyasi ve sosyolojik konuları eğlenceli
bir dille anlatmıştım.
Yazık olmuş…
Aslında, ben senede bir kitap çıkartabilecek kadar iyi yazan bir insanım. Ama,sonradan şöyle bir baktım ki meslekdaşlarımın ’hepsi’ kitap yazmış. O zaman dedim ki, ’’Benim bir ayrıcalığım kalmıyor.’’ Ben de bari yazmayarak, ya da yazdıklarımı yayınlatmayarak ayrıcalıklı kalayım. Çünkü o zaman çok sıradan ve sakil aynı sınıfa giriyorsun. Ben hiçbir şekilde hiçbir zaman herkesle aynı kefeye konmaktan hoşlanmıyorum…
Yine de… tepki vermediniz mi tek nüshanız kaybolunca?
- Yok vermedim. Ben rezaleti ve kepazeliği sevmiyorum. Mesela bundan bir ay önce gittiğim bir eğlence yerinde herkesin çok iyi tanıdığı bir ’kadın’ yazar üstüme saldırdı. Ona bile karşılık vermedim. Dahası duyulsun dahi istemedim….
Yarın: Rana Elik’e saldıran ’ünlü’ kadın yazar kimdi? Televizyon dünyasında neler oluyor?