Sosyolog Pınar Selek, “Mısır çarşısındaki
patlamaya” ilişkin davada daha önce üç kez beraat etmesine
rağmen, mahkemenin “beraat kararında direnmekten
vazgeçmesi” üzerine “müebbet hapisle”
yeniden yargılanacak.
Mahkemenin direnme kararından vazgeçip Yargıtay’ın kararına
uymak istemesi ise hukuken yepyeni tartışmalara yol açtı.
Fakat sizi, teknik konularla uğraştırarak yormak
istemiyorum.
Çünkü Pınar’ı ve onun durumunda olanları anlamaya çalışmak, en
az bu tartışmalar kadar itina isteyen bir konu.
Pınar, “14 yıldır” amansız bir hastalığın
elinde. Hastalığın adı ise “adalet arayışı”.
Davanın psikolojik baskısı altında geçen yıllar içerisinde
“duruşmalar, duruşmalar ve duruşmalar” geçirdi.
Hem de 3 kere beraat etmesine rağmen.
Aktivist, barışçı, anti-militarist bir yazar ve toplumdan
dışlananların sesi olan Selek, bunca yıl boyunca kamuoyunda adının
lekelenmesi, saygınlığının yitmesi gibi olumsuz durumlarla karşı
karşıya kaldı. Suçlu gibi gösterildi, ciddi bir psikolojik baskı
altında yaşamını sürdürdü.
Bu nedenle, hukuk karşısında aciz ve müşkül durumda olmak, bir
insana verilebilecek en büyük cezadır. Sesinizi duyuramazsınız.
Karşınızda önüne geçilmez bir güç vardır ve bu güç toplumun ortak
iradesini temsil eder. O ortak irade de sizi yaftalar.
Böylelikle adaletin pençesinde kıvranır durursunuz.
Pınar, belki de yakınlarının bir araya gelip kamuoyu oluşturması
ile sesini bizlere ulaştırabildi. Fakat onun gibi on binlerce
mağdur mahkeme kapılarında, tutuklu ya da tutuksuz olarak çok büyük
bir zulüm yaşamaktadırlar.
Düşünün sadece bir mağdur, kendi ailesi ve sevenleriyle birlikte
onlarca kişinin hayatını derinden etkilemektedir. Mağdur sayısının
yüzler, binler olduğunu düşünürseniz, bu rakamları onlarla çarpmak
gerekir. Böylelikle toplumun ciddi bir kesiminde, devlete ve onun
yargı erkine olan güven duygusunda zedelenmelerin
yaşanabileceğinden bahsetmek mümkün olabilir.
Adalete olan güven kaybı ise insanın yaşadığı sistemle olan
bağlarını koparır hale gelir. İçinde bulunduğu toplum, onun için
yaşanmaz bir “eklemlenme ve dayatma kültürünün”
olduğu bir çehreye bürünür.
Özellikle “Ergenekon, Balyoz” gibi geniş
kitleleri ilgilendiren davalar ile birlikte hukuk sistemindeki
aksaklıklar daha gözle görülür hale geldi. “Tutukluluk
sürelerinin uzunluğu, delil yetersizliklerine rağmen tutuklu
yargılamalar” gibi kitleleri rahatsız eden durumlar, yayın
organlarının ilgisi sonucu dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.
Bu aksaklıkların, ziyan olacak hayatların kurtarılması ve
yargıya güvenin perçinlenmesi adına ekseriyetle düzeltilmesi
gerekiyor. Bu nedenle yargı reformunun hızlı bir biçimde
tamamlanması lazım.
Bir gerçek var ki; “mahkemeler ve hapishaneler, toplumun
akciğerleridir.”
Bu sistem ne kadar doğru çalışırsa, toplumun hayat damarlarında
ki kan da o denli düzenli ve temizlenerek akar.
Kimin Camisi?
Çamlıca Cami’si siyasallaşır mı?
Tabi ki siyasallaşır.
Bir politik tarafın aitlik hissedip gitmek istediği cami, diğer
tarafın üstüne “şerh koyarak” gitmek istemediği
cami haline gelirse, o cami siyasallaşır.
Peki ya “politik bir cami” ne ifade
eder?