Türkiye, son yıllarda sağlıktan ulaşıma, ekonomiden
sosyal haklara varıncaya kadar büyük adımlara imza attı.
Kangrene dönüşmüş yaralar tedavi edilerek
şifayab hale getirildi.
Ancak her alanda yapılan yatırımlar, iyileştirmeler ve
gelişmeler maalesef eğitim ve kültür-sanat
alanında yapılamadı. Bugün ve zannederim yakın gelecekte
eğitim ve kültür en büyük problemimiz olmaya devam
edecek!
Peki niçin diğer alanlarda yapılan atılımlar, iyileştirilmeler
eğitim ve kültür alanında gerçekleştirilemiyor? Eksik olan ne? Ne
yapılamıyor?
Bu soruların pek çok cevabı olacaktır. Lakin kanaatimce 1980
yılında yapılan darbe ve sonrasında 1982 yılında yapılan anayasada
bir kısmının cevabı yatıyor. 12 Eylül darbesi ile
Türkiye’yi ve kurumları yeniden dizayn ettiler. Yeni
kurumlar kuruldu, yeni yasalar getirildi ve bazı müesseler
kapatıldı.
Türkiye kaygan bir zeminde hayatını idame ettirmeye
çalıştı. Kültür ve eğitim alanı yabancı
kültürlerin libasını giymiş öz kimliğinden uzaklaşan, yabancılaşan
kişilerin misyoner tutumu ile bizim değil
başkalarının zemini oldu.
Böyle olmasaydı Abdülmecid Efendi Köşkü’nde sözüm ona
kültür-sanat etkinliği adı altında ziyarete açılan
koleksiyon sergisi yabancı bir misyonun tezahürü
olarak kayıtlara geçebilir miydi?
82 anayasası ile yeni yapılandırmalardan üniversitelerimizde
payını aldı. Üniversitelerin yeniden yapılandırılmasında ise vahim
bir hata yapıldı.
O zamanlar birçok üniversitede bulunan
“Pedagoji” bölümleri kapatılarak yerine
“Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık” bölümü
açıldı.
Halbuki ikisi aynı şey değildi. “Pedagoji” bir
bilim alanıyken “Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık” sadece bir dönemi kapsayan bir alt
alandı.
Pedagoji kelime anlamıyla “Çocuk
Bilimi” demek. Bir çocuğun doğumundan –hatta daha
öncesinden- başlayıp takriben 22 yaşına kadar olan gelişimini
inceleyen bir bilim dalı.
“Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık” ise
sadece okul çağı çocuklarının gelişimini takip eden bir
alan...
Yani darbeciler yaklaşık 20 alandan oluşan bir bilim dalını 1
alana indirgemiş ve belki de bu ülkeye yapılabilecek en
büyük kötülüğü yapmışlardı.
Çünkü üniversitelerin Pedagoji bölümlerini kapatmakla
Türkiye’nin “Pedagogsuz” kalmalarına yol
açmışlardı. Ülkemizde maalesef 1982 yılından beri pedagog
yetişmiyor. Çünkü üniversitelerimizde böyle bir alan yok
ve resmi olarak bu sıfatı taşıyan insanlar da yok. Çocuk
terapistleri veya çocuk psikologları maalesef pedagog yokluğuna
ilaç olamıyor.
Düşünebiliyor musunuz, ilkokuldan üniversiteye kadar genel
anlamda “çocuk” olarak isimlendirilen fertlerin
eğitim sisteminin hazırlanması süreçlerinde pedagoglar
bulunmuyor.
Bulunması da teknik anlamda mümkün değil çünkü
üniversitelerimiz çocukluk döneminin tamamını
kapsayan alanlarda pedagog yetiştirmiyor!
Diğer tüm alanlarda büyük atılımlar yapılırken eğitimde ve
kültürde dibi görmemizin en büyük sebeplerinden biri de zannımca
budur. Eğer eğitim sistemimiz yap-boz tahtasına döndüyse, 2-3 yılda
bir sınav sistemi değiştiriyorsak bunu sebebi; eğitim mekanizması
içerisinde mutlaka bulunması gereken ve çocuk gelişimi ile ruhundan
anlayan uzman insanlar olan pedagogların bulunmamasından
kaynaklanmaktadır.
Eğer bu konu üzerinde düşünülmez ve gereken tedbirler ivedilikle
alınmazsa eğitim ve kültür konusunda daha çok patinaj
yaparız.
Eğitim sistemi içerisine emanet edilmiş bir bireyin
“çocuk bilimi-eğitimcisi” ile muhatap olmadan
hayata tutunuyor olması gerçek değerlere uzak
kalmasına yol açar.
Değerlere uzak kalan yaşamların merkezine başka
menfezlerden ışıklar süzülecek, kapımız çalan yabancılara
açılacaktır.
Tabii ki pedagogsuzluğun getirmiş olduğu sorunlar belirtmek
istediklerimden kat be kat fazladır.
Bu konu bir makalenin satırları arasına sıkıştırılamayacak kadar
derin ve önemli bir konudur.
Benim yaptığım sadece konuya yetkililerin dikkatini çekmekten
ibarettir.
Sadece buzdağının görünen kısmını işaret
ediyorum.
SOSYAL MEDYA TAKİBİ
İÇİN