Tarihçiler ileride 2005 yılını incelerken, sanırım bu yılı
“Gerileme” ve “Pazarlama” yılı olarak adlandıracaklardır. Gerçekten
de 2005 yılı Cumhuriyetimizin bütün kazanımlarının tek tek
pazarlandığı, topraklarımızın satıldığı, bankalarımızın elden
çıkarıldığı, bütün büyük milli kuruluşlarımızın tek tek yabancı
sermaye adı altında ülkemize gelen sömürgecilere peşkeş çekildiği
bir yıl olarak geçti. Ülkemiz, üstüne üstük, “Ben ülkemi
pazarlamakla mükellefim” diyen başbakanımızın bu ilginç söylemiyle
tanıştı.
Yeni yıl ne getirecek ne götürecek? Bunu, Allah ömür verirse hep
birlikte göreceğiz. 2005 yılında kaybettiklerimizi telefi
edebilecek miyiz? Yoksa yeni yeni tavizler mi vereceğiz.
Eğer ülkemizi yönetenlerin aklı başına gelmezse Türkiye
Cumhuriyeti’nden 2006 yılında da çok önemli tavizler istenecek.
Ben, 2005 yılına kadar hiç kendimizi böylesine sömürülen küçük
düşürülen bir ülke olarak görmemiştim. Cumhuriyet tarihimizde hiç
bu kadar çok sömürge müfettişi ülkemize gelip bizi denetlememişti.
Yargımıza hiç kimse bu kadar müdahale edememişti. Ülkemizdeki
hainler hiç bu kadar cesaretli davranamamıştı. Kıbrıs davamız hiç
bu kadar ayaklara düşürülmemiş, taviz verilmemişti. Milli
kahramanlarımız hiç bu kadar sahipsiz bırakılmamıştı.
Cumhuriyet dönemimiz boyunca hiç bu kadar dış borç almamıştık.
Cumhuriyet dönemimiz boyunca hiç bu kadar çok arazimizi yabancılara
satmamıştık. Cumhuriyet tarihimiz boyunca ay yıldızlı al bayrağımız
kendi ülkemizde hiç yerlere atılmamış, yakılmamıştı. O mukaddes
bayrağa uzanan eller hep kırılmıştı. Ama 2005 yılında Türk bayrağı
taşıyanların horlandığı ve şanlı bayrağımızın tahrik unsuru olarak
kabul edildiği bir yıl oldu. Bölücülerin bayrak diye salladıkları
paçavralar hiç bu kadar açıktan dolaştırmamışlardı. Başta beşikteki
çocuklar olmak üzere 30 bin kişinin katilinin resimleri kahraman
gibi hiç sokaklarımızda dolaştırılmamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşlarına hiç kimse açıktan
başka bir bölücü ülkenin kimliklerini dağıtmamıştı. Türk’ün “ülkemi
seviyorum” dediğinde böylesine suçlandığı bir başka dönem
olmamıştı.
Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce yerleştikleri Kerkük, Musul gibi
Türkmeneli bölgelerinde hiç bu kadar casus ve hain cirit atmamıştı.
Gazeteci-yazar Reyman Eray’ın tabiriyle “Havlu kafalı dağ
eşkiyaları” hiç bu kadar ülkemize açıktan meydan okuma cesarete
gösterememişti.
Fener Papazı hiç bu kadar aleni bir şekilde ülke ülke dolaşıp
Türkiye’yi şikayet edememişti.
Bize yapıştırılmaya çalışılan “Soykırım” çamuru hiç bu kadar aleni
ülkemizde telaffuz edilememişti. Üstüne üstük üniversitelerimizde
tek taraflı “soykırım” yalanlarına dayanan toplantılar
düzenlenmemişti.
Şimdiye kadar da ülkemizden çok sayıda hain çıkmıştı ama hiçbirisi
ödül almak için bu kadar açıktan yalan ve iftira kampanyalarına
girişmemişti. Kendilerine aydın süsü verenler hiç bu kadar ayağa
düşmemişlerdi.
Türk ekonomisinin can damarı bankacılık sektöründe yabancı
bankaların payı yüzde 3 iken, 2005 yılında yüzde 20’lere kadar
ulaştı. Ekonomimiz hiç bu kadar yabancıların kontrolüne
girmemişti.
Yabancılar Türkiye’nin en güzel bölgelerinde hiç bu kadar yer satın
alamamıştı. Yabancılar hiç bu kadar etkin olamamıştı.
Basınımız hiç bu kadar tekelleşmemiş, hiç bu kadar iktidarın dümen
suyuna girmemişti.
Türk yurdunda Türk kimliği hiç bu kadar tartışılmamıştı.
Sokaklarımız sahillerimiz hiç bu kadar mafyaya teslim edilmemiş,
insanlarımız hukuktan hiç bu kadar umudunu kesmemişti.
İnsanlarımız hiçbir dönemde kredi kartlarını ödeyemediği için hiç
bu kadar canlarına kıymamıştı.
İnanın bunlar saymakla hizmet bilgisayarımın başına oturduğumda bir
çırpıda aklıma geliverenler bunlar.
Bu, 2005 yılı için söyleyeceklerim bunlar…
Ama unutmayın ki “Umudun bittiği noktada Türk’ün azim ve
kararlılığı başlar” 2006 yılı, Yüce Türk milletine, İslam Alemine
ve bütün insanlığa hayırlı olur inşaallah.