2008 yılında bir Kültür organizasyonu için Hollanda’ya gitmiş ve
program dahilinde Hollanda Kültür Bakanlığı yetkilileri ile görüşme
fırsatını bulmuştuk.
Kültür adamı olarak muhatap alınmak her ne kadar onur verici
olsa da sorulan sorulara verilen cevaplar mahcubiyet yaşamamıza
sebebiyet vermişti!
“Hollanda nüfusu 16,5 milyon ve bir Hollandalı yılda
ortalama 16 kitap okuyor.
Muzdarip olduğumuz için kendimizce farklı kültür
etkinlikleri ile insanlarımızı daha fazla kitap okumaları adına
teşvik etmeye çalışıyoruz.
Sizin nüfusunuz 75 milyon. Yıllık ortalama kitap okuma
oranınızı biliyor musunuz?”
Soranın aynı zamanda cevabı vermesi mahcubiyete yetti!
“Bir Türkiyeli ortalama altı yılda bir kitap okuyor
biliyor muydunuz?”
10 yıl önceki bir anımdan bahsediyorum lakin günümüz zamanında
da çok fazla bir şey değiştiği kanaatinde değilim.
Uzun yıllardır farklı algı algoritmaları ile üzerimizde
oluşturmuş oldukları rehavetin muhatabı olarak “uyuyan
millet” modundayız!
Okumayı sevmeyen ve bilgiden uzak kalan ya da tutulan bir millet
haline dönüştürülmüşüz.
Aslını öğrenememiş, bilgiden yoksun, sadece gösterilen
ile hareket eden bir milletiz!
Söylenen ve gösterilene inanarak standartlarımızı oluşturmuşuz
ve hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz.
Hal böyle olunca hem yakın tarihimizi hem de uluslararası
muvazenelerin hangi noktayı işaret ettiğini ve mealini bilmeden
yaşıyoruz!
Fikir inşası için gerekli olan işaret levhaları özelliği
taşıyan bütün yönlendirmeler zevklerimize göre
belirleniyor!
Okumayı bir yaşam biçimi olarak ele almanın devamında fikri
anlamda da söz sahibi olabilmemizin en anlamlı formülü bilgi ve
öğrenmekten geçer.
Kıymetli şahsiyetlerin; onların fikirlerinin,
yaşamlarının, duruşlarının anlatıldığı ve bu duruşu kazanmanın
yollarının öğütlendiği tarih okumalarına mesafeli duran bir
milletin bireylerine en akıllı alternatifin sinema ya da dizi
dünyası olduğu aşikar.
Okumayan bir millete doğruları en iyi ekranlardan
gösterebiliyorsunuz artık.
Yayımlanan programın izleyeni yanıltmaması gerekiyor ki
geçmişini ve anını mukayese edebilsin.
TRT 1’de doğruların araştırılarak yansıtıldığı
tarihin gerçeklerinin net ve hassas bir şekilde gösterildiği yeni
bir dizi başlamış oldu; “Payitaht Abdulhamid”
Kendi fikirlerinden emin olamayıp çöl
aşan yatırımlarla dünyayı ürküten Sultan
Abdulhamid’in varlığından ve bu dizinin yayımlanmasından
rahatsız olan İngiliz-Yahudi medeniyetinin
hayranlarının neler yaptığı dizide net bir şekilde
gösteriliyor.
Tarihi yaşayan bir millet olarak günümüz
İngiliz-Yahudi medeniyetinin hayranlarının gayr-i
ahlaki ve kirli hamlelerine asil bir duruş ile 16 Nisanda karşı
durmak için elimizdeki fırsatı değerlendirelim.
Sultan Abdulhamid döneminin paradigmalarını
günümüz siyaset ve uluslararası mukayese açısından değerlendirmek
bizleri millet olarak doğru sonuca ulaştıracaktır.
Bir dönemin zihin dünyasını etkilemiş ve çığır açmış, ölü
fikirlere feraseti ile renk vermiş bir Sultan’dan
bahsediyoruz.
Ekranlara yetmeyecek kadar zengin bir tarih dokusunun mimarı
olan Ulu Hakan’ın vermiş olduğu mücadele nasıl
İngiliz-Yahudi medeniyetinin kirli siyasetine
karşı ise günümüzde de Erdoğan’ın vermiş olduğu
çaba aynısı.
O gün Ulu Hakan’ın yanında yer almayanlar
sonrasında hayıflanmaktan başka yapabilecekleri bir şeyin
kalmadığını gördüler.
O halde günümüzü düşünmeye davet ediyorum!
Bu dizinin seyredilmesini salık veriyorum.
Referandum öncesi dizinin yayımlanan ilk bölümünün her
bir karesinin bütüncül olarak ihatası adına birkaç kez
seyredilmesini salık veriyorum.
İngiliz-Yahudi medeniyetinin oyunlarının
içimize kadar girdiğini ve bizi kendi istedikleri zeminde inşa
etmek için uğraşlarının tekerrürünü yaşadığımızı müşahede
edeceksiniz.
Dizinin ilk bölümü bile 16 Nisanda “evet” deme
gerekliliğinin ispatlarını bize gösteriyor.
Yapacağımız “evet” tercihi ile birlikte tarihin
özneleri olarak gelecek nesillerimize berrak bir zemin ve
yarınların yolunu açmış olacağız.