‘Paralel devlet’ niçin ‘paralel örgüt’ oldu?

Ama zamanla kavram dönüştü. Bugün “paralel devlet” yerine “paralel yapı” ve “paralel örgüt” laflarını duyuyoruz iktidar çevresinden.

Mustafa Akyol mustafa1@internethaber.com

Siyasi dildeki kavramlar, çoğu kez üzerinde fazla düşünülmeden, ezbere kullanılır. Ama bunlar üzerinde biraz oturup düşünmek de, siyasete (ve onun yanlışlarına) dair çok şey söyler.

Son altı ayda lügatımıza giren “paralel” kavramını bu açıdan biraz düşünmek lazım. Malum, bu kavram iktidarın “paralel devlet” tabiriyle ortaya çıktı. İddia şuydu: Gülen cemaati, devlet içinde kendi iç hiyerarşisine göre hareket eden bir ağ kurmuştur ve bu yolla bazı hukuksuzluklar gerçekleştirmektedir. 

Ama zamanla kavram dönüştü. Bugün “paralel devlet” yerine “paralel yapı” ve “paralel örgüt” laflarını duyuyoruz iktidar çevresinden.

Peki bu dönüşüm niçin yaşandı, hiç düşündünüz mü?

Ben düşündüm ve şu sonuca vardım: 

Hükümet, ilk başta “Gülen cemaatinin devlet içindeki organizasyonu”nu hedef alırken, namluyu çok geçmeden “Gülen cemaatinin tümü”ne çevirdi.

Öyle ya, “paralel devlet”, ana devletin içindeki yan bir hiyerarşiyi ima ediyordu ki, bu Gülen cemaatinin ancak yargı, polis ve bürokrasi içindeki mensuplarına denk gelebilirdi.

Oysa bakıyoruz bugün “paralel örgüt” kavramıyla, aynı cemaatin; eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları, gazeteleri, televizyonları, bankaları, şirketleri, ticari dernekleri, kısacası her şeyi kast ediliyor.

Öyle ki, bir Başbakan yardımcısı demeç verip, “Paralel yapının okulları”nın zararlarından bahsediyor. İktidar yanlısı gazeteler, “Azerbaycan'da paralel okullar kapatıldı” diye müjdeli başlıklar atıyor. 

Peki, devlet alanından toplumsal alana yapılan bu “sıçrama” makul ve meşru mudur? Hukuka, ahlaka, vicdana uygun mudur?

Hayır, değildir. Kesinlikle değildir.

Çünkü:

Bürokraside, bilhassa polis ve yargıda kendi subjektif hedeflerine göre hareket eden bir “Cemaat dokusu” var ise, bu tabii ki hiç bir devletin kabul edemeyeceği bir vehamettir. (Bu, “tabii ki herkes devlette görev alabilir” klişesiyle geçiştirilecek bir mesele de değildir. Elbette devlette herkes görev alabilir; ama devletin kurallarına tam uymak şartıyla.)

Dahası, son 5-6 yıl içinde yaşanan bir dizi hukuksuzluğun bu ileri sürülen “doku”nun marifeti olduğuna dair de kamuoyunda yaygın bir kanaat vardır. Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Oda TV davalarındaki aşırılık, tuhaflık ve hatta “sahte delil”ler; Hanefi Avcı’nın, Nedim Şener’in, Ahmet Şık’ın ve benzeri isimlerin haksız yere hapsi, bunların ilk başta akla gelenleri… Söz konusu hukuksuzlukların üzerine gidilmesi elzemdir. Buna hiç bir itirazım yok; aksine desteğim var. (Buna mukabil, eğer söz konusu “doku” gerçek suçları tespit ettiyse, gerçek darbe girişimlerini yahut yolsuzlukları ortaya çıkardıysa, ona da hiç bir itirazım yok.)

Gelgelelim, “devletin içini” ilgilendiren bütün bu olayların, Gülen cemaatinin “devletin dışında” yer alan nice kurumuyla, sözgelimi Azerbaycan’daki, Orta Asya’daki veya Afrika’daki bir okuluyla ne alakası vardır? 

Hatırlatmak isterim ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu ayrımın altını çizmiş, “paralel devlet”e dair uyarıda bulunmuş, ama yurtdışındaki okullar için “güzel faaliyetleri var, bu işe karıştırmamak lazım” demişti. 

Ama siz eğer, “olmaz, hepsi aynı cemaatten, dolayısıyla hepsi suçlu” diyorsanız, o zaman siz hem İslami hem de evrensel hukukun esaslarından biri olan “suçların şahsiliği” ilkesini ayaklar altına almış, cahiliyenin “kabile adaleti”ne dönmüşsünüz demektir.

Yahut, Hamas’ın askeri kanadıyla çatışırken, Hamas’ın partisine oy verdi diye tüm Gazze’yi vurarak Filistin halkına “kollektif ceza” veren İsrail ile aynı zihniyette buluşmuşsunuz demektir.

Yok eğer, “ama o sivil alan da karşımıza geçti; ablaları, öğretmenleri bize oy verdirmiyor; gazeteleri, sivil toplum kuruluşları hükümetimiz aleyhinde yayın yapıyor” diyorsanız; o zaman da siyasi muhaliflerini devlet gücüyle ezmeye kalkan dikta rejimlerine benzersiniz. Adamların demokratik hakkıdır çünkü size siyaseten muhalif olmak.

Gerek resmi gerekse sivil alandaki cemaat mensuplarının “ortak hiyerarşi” içinde olması da bir şeyi değiştirmez. Yine “ortak hiyerarşi” içinde örgütlenen “Kürt Siyasi Hareketi”ni yok etmeye kalkmayan, sadece gayrımeşru alandan çekilmeye ve “düz ovada siyaset yapmaya” çağıran, bu hükümet  değil midir? 

Velhasıl, diyeceğim odur ki, iktidar, sözünü ettiği “paralel devlet”i kanıtlarıyla yargıya taşımalı, geçmiş yılların şaibeli olaylarını aydınlatmalı, bu arada kendisi hakkkında ortaya çıkan gerçeklere (yolsuzluklara, kayırmalara, “Alo-Fatih” sistemlerine) dair de dürüst bir öz eleştiri yapmalıdır. 

Ve aynı iktidar şu iki fecaatten ivedilikle vazgeçmelidir:

1) Gülen cemaatinin sivil alandaki hizmetlerini karalamak, hedef almak, baltalamak. Cemaat mensuplarını yargısız infaza uğratıp, “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” kılmak.

2) Hoşa gitmeyen her gelişmeyi “paralel”e bağlayıp, zaten vehim ve nefretle dolmuş olan siyasi iklimi daha da paranoyaklaştırmak. (Anayasa Mahkemesi’ne ve “bayrak indirme” olayının failine dair ortaya atılan mesnetsiz “paralel” suçlamalarında görüldüğü gibi.)

Peki Gülen cemaati ne yapmalı? Tüm bu olaylardan ne gibi bir ders çıkarmalı? 

O da bir sonraki yazının konusu olsun.