Ozan Ceyhun, İslam düşmanlığını tetikleyen bir siyasetçidir!

Avrupa'da Müslümanların imajı maalesef iyi değil!

Ayla ÖZYURT aylaozyurt@internethaber.com

İslamofobi, İslam düşmanlığı,Radikal İslam örgütleri ve Terör.

Avrupa medyası bu büyük başlıklarla haber kompozisyonlarını şekillendirirken, Avrupalı Türk de-otorite dahil, genel itibarıyla ‘dut yemiş bülbül’

Bakmayın sosyal medyada arz-ı endam eden vatanseverlere(!) çığlıklara, diklenmelere,beylik laflara…birçoğu reel’de sanal.

Avrupa medyasında ülkesindeki düzeni şikayet eden ve bu düzenin-düzensizliğin takipçisi olan, acımasızca eleştiren ama değişim-dönüşüm-birlik-uyum adına kılını kıpırtadan, sahada olan bir vatandaş, sosyal medyadan ’Kol kırılır yen içinde kalır’ küflenmiş zihniyetiyle hareket edenlerden bin defa-yüzbin defa daha kutsal benim gözümde. Artarak çoğalmalılar…

Tabii, özeleştiriden kastım, içinde sürekli U dönüşlerini barındırmıyor. 

Onlar bizlere kökten zarar veren ayrı bir dünya, o konuya geleceğiz…O isime de geleceğiz…

Charlie Hebdo saldırısından sonra, Avrupa’da İslamiyeti anlatabilecek İlahiyatçıların ve bilirkişilerin azlığından şikayet etmiştim, hatta yokluğundan…Türkiye’den gelen imamların dil sorunu olduğunu, gerektiği yerde gerektiği şekilde İslam dininin savuncuları olamayışlarınının altını çizmiştim.

’Evet dil sorunu çok işleri zorlaştırıyor, Müslüman gençler sorunları üzerine konuşamıyorlar, Selefi gruplar bu konuda son derece başarılılar, çünkü onlar gençlere Almanca hitap ediyorlar’’ diyerek tespitlerime de ekleme yaparak tasdikliyor Eren Güvercin.

Eren Güvercin bugün köşemin konuğu.

Almanya’da doğdu. Bonn Üniversitesinde Hukuk okudu, Frankfurter Allgemeine Zeitung, Taz, Tagesspiegel, İslamische Zeitung için yazılar yazıyor. WDR, Deutschlandradio Kultur ve Bayrischer Rundunk içinde radyo programları yapıyor. 2012’de ‘Herder’ kitabevinden çıkan bir kitabı var ve bu kitap çıktıktan sonra Almanya, Avusturya ve İsviçre’de seminerler vermeye başladı.

Eren Güvercin’den; Avrupa’da İslam düşmanlığı, NSU davası,Müslümanlık imajı, Avrupa’dan seçilen Milletvekili adayları hakkında görüş aldım.

Avrupa’da sekiz senedir serbest gazetecilik yapan, Avrupa’lı Türk’ün sorunlarıyla bilinçli bir düzeyde ilgilenen, aksanız almancasıyla İslam dinini anlatan ve Alman toplumunun Müslümanların cami geleneğinden yararlanması gerektiğini, Camilerin sadece ibadet yeri olmadığını, hamamdan kütüphaneye kadar topluma hizmet eden bir külliye olduğunu vurgulayan Sayın Güvercin’in söylediklerine kulak verelim…   

Radikal gruplar olsa da olmasa da Alman siyaseti ve medyası İslam konusunda belirli bir politika yürütüyor!

Avrupa’da İslamofobi yerini İslam düşmanlığına bıraktı diyoruz. Günümüzde nedenlerini sıralamaya kalkıştığımızda, Radikal İslam Örgütleri ilk sırada yer alıyor. Peki sizce, yükselen İslam düşmanlığının sebebi gerçekten bu radikal örgütler mi? Diğer sebepler?

Avrupa’da İslam düşmanlığı onbir Eylül olaylarından sonra tırmanışa geçti ve artarak devam ediyor. Suriye ve Irak’taki son gelişmeler de bu düşmanlığın artmasının diğer sebepleri diyebiliriz. Ama daha farklı nedenlere dikkatinizi çekmek istiyorum; Bu düşmanlaştırma operasyonunda Avrupa, özellikle Almanya’daki medyanın payı azımsanacak gibi değil…Yıllardır radikal yayın yapan gazeteler ve televizyon programlarını izleyen gayri müslüm vatandaşların İslam dinine karşı bu kadar önyargılı olmaları hiç şaşılacak noktasında değil… 

Onları anlıyorum. Asıl-gerçek Müslümanlığı yansıtan görüşler maalesef medyada yer almıyor. Dolayısıyla yine vurguluyorum; İslam düşmanlığında medyanın rolü çok büyük. Bilhassa Almanya'da 'Springer' yayınevi ve bu yayınevine bağlı olan büyük gazeteler senelerdir İslama ve Müslümanlara karşı önyargıları tetikliyorlar, bunlar gazetecilik kisvesi altında ideolojik aktörler gibi hareket ediyorlar.

Diğer yandan, Türk asıllı Necla Kelek ve Mısır asıllı Hamed Abdel-Samad gibi kişiler söz konusu medya kurumları tarafından büyük destek alıyorlar. 

Bunlar Müslümanlık kılıfı altında İslam dinine saldırıyorlar. İslam düşmanlığının yayılmasında bu kişilerin de payı çok diyebilirim…

Geçtiğimiz senelerde Alman siyasi partileri tarafından da desteklenmişler, İslam dini hakkında konferanslara, sempozyumlara ve hatta Alman Cumhurbaşkan’ına dahi davet edilen bu kişilere siyasi ve medyatik platform sunulmaktadır.

Radikal gruplar olsa da olmasa da Alman siyaseti ve medyası İslam konusunda belirli bir politika yürütüyor: Reform edilmiş bir islam, yani Alman devletinin kontrolü altında olan bir İslam oluşturmak. 

Kim bu duruşa mesafeli davranırsa veya bu siyaseti eleştirirse; o muhafazakardır-İslamcıdır-tehlikelidir. 

Şu anki siyasi retorik budur.

Müslüman kılıfı altında Müslümanlara saldırmak..?

Kendilerini liberal Müslüman olarak tanıtıyorlar. Ve medya olsun, siyasetçiler olsun bu kişileri şahit olarak gösteriyorlar.İslamı karalayan kitaplar yazıyorlar. Bu ideolojik ve önyargıları yaygınlaştıran yazılar için bir piyasa var. Kendilerini çok iyi satabiliyorlar.

Alman devletinin kontrolü altında olan İslam’ı açalım mı biraz..?

Almanya’nın beş ayrı devlet üniversitesinde ilahiyat fakülteleri açıldı. Burada çalışan ilahiyatçıların bir kısmı kamuoyunda cemaatlere karşı bir tavır sergiliyorlar. Devlet bu tip ilahiyatçıları destekliyor çünkü, İslamın içini kendileri dolduruyorlar. Yani dolaylı yollardan cemaatlerin içişlerine karışıyorlar.

Münster üniversitesinde eğitim veren Prof.Khorchide öyle sözde bir ilahiyatçı. Almanya’daki cemaatleri temsil eden KRM (Koordinationsrat der Muslime) Khorchide’e karşı çıkmıştı. Ama kamuoyunun baskıları nedeniyle kendisine bir yaptırımları olamadı.

Müslümanların imajı maalesef iyi değil..!

Almanya’yı baz alırsak, nasıl bir Müslümalık imajı var? Geçmişte önyargıları kırmaktan bahsediyorduk, günümüzde ise varolan önyargıyı statik bir hale getirelim derdindeyiz, vahim bir konu…

Müslümanların imajı malesef iyi degil ama Almanya’da yaşayan Müslümanların da bu konuda hatalarını-tepkisizliklerini inkar edemeyiz. Evet biliyorum, bunu söylediğimde çok tepki alıyorum ama bizim toplumumuz yanlışı her zaman karşı tarafta arıyor. Tabi ki Müslümanlara karşı haksızlık yapılıyor ama bizler bu topluma açılmazsak ve burada bir yabancıymış gibi yaşamaya devam edersek, pasif kalırsak ve bu durumda sadece öteki tarafı suçlarsak, kendimizi kandırırız. Almanya’da doğan ve burada tahsilini yapan gençlerde, hala diaspora ve göç mentalitesi yaygınsa, nerede yanlış yaptığımızı araştırmamız ve çözmemiz gerekiyor. Bu konuları açık açık tartışmalı ve özeleştiri yapmalıyız. Çünkü, burada doğan Müslüman gençler olarak hayatımızı burada geçireceğiz, dolayısyla, yaşadığımız toplumun sorunları ve ihtiyaçlarıyla ilgilenmemiz gerekiyor. Şu soruyu kendimize sormalıyız; 

’’Biz Müslümanlar olarak bu topluma ne verebiliriz?’’

Çünkü yaşadığımız toplumun sorunları bizim de sorunlarımızdır. Biz bu sorumluluk bilincini çevremizdeki insanlara gösterebilirsek, hayatın içinde ve aktif olabilirsek, eminim ki, imajımız bugünkü kadar kötü olmayacaktır. En azından benim çevremde şu ana kadar edindiğim tecrübeler bunu gösteriyor.

Osmanlıların, vakıf, külliye ve imaret geleneğini Avrupa’da canlandırarak toplumsal sorunların çözümlerine katkı sağlayabiliriz!

Geçtiğimiz sene, SPD( Sosyal Demokrat Parti) Genel Merkezi’nde, ’Toplumun ne kadar dine ihtiyacı var’ konulu panelde, Alman toplumunun Müslümanların cami geleneğinden yararlanması gerektiğini, Camilerin sadece ibadet yeri olmadığını, hamamdan kütüphaneye kadar topluma hizmet eden bir külliye olduğunu vurguluyorsunuz. Aynı panelde, İslam bilimcisi ve Hukukçu Prof.Mathias Rohe konuşmasında, Balkan ülkelerinde ‘Devletin dini inancı adalettir’ sözünü duyduğunu, toplumun ne kadar dine ihtiyacı olduğuna kendisinin karar vermesini ve bunu devletin dikte etmemesi gerektiğini söylemiş. Şimdi bu söylemlerden çıkışla, genelden gidecek olursak, Türkiye’de devletimizin din inancı konusunda adaletli bir sistemi var diyebilir miyiz ve diğer taraftan, Alman toplumunu Müslümanların cami geleneğine davet etmek nasıl bir sonuç verdi/verir, karşılık bulur mu? 

Şu anki hükümetin din inancı konusunda icraatlarına bakacak olursak, önceki hükümetlere karşı daha adaletli bir sistem olduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyet tarihine bakarsak, devlet uzun dönem baskı ve yasaklarla millete dini inancı dikte etmiştir. Müslümanların ve diger dini cemaatlerin bu otoriter sistemden ne kadar çektiğini hepimiz biliyoruz.

Almanya’daki sorunlara geri dönüş yapacak olursak; bundan yaklaşık yirmi sene önce başörtüsü Almanyada aniden bir sorun olarak çıktı karşımıza ve tartışılmaya başlandı.Sebeplerden bir tanesi Almanya’da Kemalist zihniyette olan belirli bir kesimin (hepsi değil) Almanlara başörtüsünün bir siyasi simge masalını yutturarak bu tartışmayı başlatmasıdır. Ve aynı tartışma Almanya'da Müslümanlar üzerinde cok negatif bir etki oluşturdu. 

Bugüne kadar da bu söylemler devam ediyor.

Diğer taraftan, önyargılar olsun, İslam düşmanlığı olsun, sadece tepki vermekle de olmuyor.Almanya’da İslam düşmanı olan belirli bir kesim var ama önyargılarıyla yaklaşan herkesi İslam düşmanı olarak adlandıramayız. Aslında çoğunun derdi, İslam düşmanlığından ziyade, kötüye giden ekonomik durumdur. Siyasilerden bir umudu olmayan belirli bir kesim bu düşmanlığı kullanmaya çalışıyorlar. Biz Avrupalı Müslümanlar olarak, bu insanların sorunlarını ciddiye alarak, ‘Bizler ne yapabiliriz’i düşünmemiz ve çözüm üretmemiz gerekiyor. Osmanlıların, vakıf, külliye ve imaret geleneğini Avrupa’da canlandırarak toplumsal sorunların çözümlerine katkı sağlayabiliriz. Böylece Almanlara İslamın tanınmış bir yüzünü gösterebiliriz. Burada çalışan STK’ların bir kısmı bu önerileri ciddiye almıyorlar. Cemaatler gitgide siyasi partiler gibi hareket ediyorlar. Biz Avrupa’daki Müslümanlar öyle bir ruhla hareket etmeliyiz ki, sorunun değil çözümün parçası olmalıyız. 

Türkiye’de bugünkü iktidarın din konusunda baskıcı bir düzen oluşturduğunu düşünmüyorsunuz o halde..?

Hayır. Baskıcı bir düzen görmüyorum.

Türk STK’ları NSU davasını ne doğru dürüst takip edebiliyor, ne de tepkisini ortaya koyabiliyor!

NSU davasını takip eden bir gazeteci olarak soruyorum; kurbanlarının çoğu Türk olan Nasyonel Sosyalist Yeraltı Örgütü onüç yıl içinde on kişiyi öldürüp, iki bombalı saldırı ve onüç banka soygunu gerçekleştirdiler. Olayla ilgili hiçbir sır açığa çıkmadığı gibi, şimdiye değin tanık olabilecek üç kişi de ölü bulundu. Siz Almanya’da yaşayan bir gazeteci olarak bu davayı nasıl okuyorsunuz?

Biz derin devletin neler yapabileceğini Türkiye'den tanıyorduk. Almanya'da böyle bir şey olabileceğini tahmin etmezdik. Ama NSU olayı yanıldığımızı gösteriyor. Şimdiye kadar hiç bir aydınlatma ve davada hiç bir ilerleme kaydedilmedi. Alman hükümeti bu sınavı kaybetmiştir. Ilginç olan ise toplumdan hiçbir tepki gelmemesidir. Türk STK'ları dahi ne davayı dogru dürüst takip ediyor ne de tepkisini ortaya koyabiliyor. Bizim yapabildiğimiz tek iş komplo teorileriyle uğraşmak ve uzaktan senaryolar üretmek. STK'larımız bizleri yakından ilgilendiren davaları sahiplenmezse, bizi neden ciddiye alsınlar ki? Berlin’de Alman hükümetini sorgulayacak, yürüyüş veya konferans dahi organize edemediler. 

STK’lar, davayi takip edebilecek hukukçuları bir araya toplayıp bu önemli konuda çalışma ortaya koyamıyorsa işimiz çok ama çok zordur. 

Bizler Alman toplumunda maalesef sesimizi duyuramıyoruz. Bu alanlarda müthiş bir altyapı eksikliğimiz var. Bu işlerle ilgilenecek çok sayıda yüksek tahsilli gençlerimiz var ama maalesef onlara bu fırsat bazı aktörler tarafından verilmiyor. 

Verilmiyor’u birakalım engel bile olunuyor...

Tanıklık edebilecek kişilerin ölü bulunduğu bir davada STK’lardan medet ummak biraz ütopik değil mi?

NSU davasının arkasında derin devlet olsun olmasın, önemli olan STK’ların bu davayı takip etmesidir. Kendi hukukçularıyla ciddi ortak bir çalışma yapılarak Alman devletine baskı yapılabilir. Şu an’a kadar öyle bir çalışma görmedim. Bazı Alman gazeteciler NSU davasını araştırıyor ve Alman hükümetini zor duruma sokabilecek yazılar ve analizler yayınlıyor. Örneğin, Stefan Aust, NSU konusu üzerine 500 sayfalık ilginç bir kitap hazırladı. 

Bizim STK’larda benzeri bir çalışma olmadı.

Hmmm… bizim STK’ların böyle bir alt yapısı-potansiyali var mı..?

Yoksa bu alt yapıyı 20-30 senedir neden geliştirmedik! O kadar önayargılar, Türk düşmanlığı ve İslam düşmanlığı varsa, bu çalışmaları yapacak alt yapı neden oluşturulmadı! Yine altını çiziyorum, bizim çok iyi tahsilli ve STK’larda çalışma yapabilecek ve başarı grafiğini yukarı taşıyacak gençlerimiz var ama nasıl oluyorsa bu gençlere fırsat verilmiyor. Biz Avrupa’da yaşayan Türkler olarak bunu sorgulamamız lazım.

Bu soruyu sormadan geçemeyeceğim; sizce  Avrupa’da hala Türklerin bir entegrasyon sorunu var mı ve diğer soru, asimilasyon korkulacak bir şey mi? 

Benim Almanya'da hiçbir zaman entegrasyon sorunum olmadı. Almanya’da entegrasyon sorunu üzerinden birçok tartışmalar sürdürdük, samimi konuşacak olursam bu tartışmalardan hiç bir şey anlamadım. Entegrasyon olsun asimilasyon olsun cok ideolojik kavramlar. Ben Almanya'nın bir parçasıyım, onun için bu iki kavramda beni fazla iliglendirmiyor. Bu tartışmaların içinin boş olduğunu artık anlamalıyız.

Bu seçimde Mustafa Yeneroğlu’nun aday olması iyi bir gelişmedir…

Yirmi beşinci dönem Milletvekili aday listeleri açıklandı. Görünen şu ki; Avrupa’da yaşayan beş milyon Türk’e rağmen, listede sadece üç kişi var. Bu biraz haksızlık olmuyor mu? Avrupa’da yaşayan Türk’ü önemsememek, ciddiye almamak olarak okuyoruz bu gelişmeleri… Bu durumda Avrupa’daki STK’ların ne önemi kaldı? 

Avrupa'dan sadece üç kişinin listede olması burada yaşayan Türk’leri büyük hayal kırıklığına uğrattı... Avrupa'daki Türkler simdiye kadar hiçbir seçimde ciddiye alınmadı yani onların sorunları-ihtiyaçları hep geri planda kaldı. Bu seçimde en azından Milli Görüşün eski Genel Sekreteri Mustafa Yeneroğlu’nun aday olması iyi bir gelişmedir. Çünkü kendisi uzun zamandır Almanya'da aktif olarak çalışmalar yürüten ve aynı zamanda burada yaşayan Türklerin sorunlarıyla yakından ilgilenen bir hukukçu. Bu sevindirici bir gelişme. Şayet Milletvekili seçilirse Avrupa’da yaşayan Türklerin sorunlarıyla yakından ilgileneceğine inanıyorum. Bu arada Türkiye’deki siyasetçiler artık seçimden seçime göstermelik ilgi ve alaka oyunlarında vazgeçmeliler. 

Aday adayı listelerinde bazi isimleri gördüğümde, kafamda birçok soru işaretleri oluştu. Hiçbir tecrübesi olmayan, burada yaşayan Türk toplumunun sorunlarını tanımayan, bilgisi olmayan kişiler bu listede yer alıyordu. Bu kişiler partiler tarafından nasıl muhattap alındı anlamış değiliz. 

Belki Türkiye’dekiler bu oyuna gelebilir ama Avrupalı Türkler yaptıklarını unutmadı/unutmayacak!

Avrupa’dan listeye giren Ozan Ceyhun büyük tepkilere yol açtı. Avrupalı Türk, özellikle AKP yandaşları oldukça öfkeli.’’İslam düşmanı olarak tanımlanan, Milli görüşün yasaklanmasını isteyen ve cemaatlere söylenmedik söz bırakmayan birisi nasıl olur da bizim vekilimiz olur’’ diyerek veryansın ediyorlar. Ozan Ceyhun gerçekten İslam düşmanı mı? Bu kadar tepki toplamasının nedenlerini nasıl sıralarsınız?

Ozan Ceyhun gibilerini biz iyi taniriz..! 

Yeşiller partisinde başladi, sonradan Sosyal Demokratlar partisine geçti ve son zamanlarda U-dönüşü yaparak AKP'de aktif olmaya başladı. 

Ozan Ceyhun, birçok nedenle Avrupa'da yaşayan Müslümanların tepkisini çekmiştir. 1999 senesinde kendisinin yayınladığı kitapta tüm cemaatleri Almanya icin tehlikeli gruplar olarak tanıtan birisidir. 

Milli Görüşün yasaklanmasını isteyen, başörtüsüne karşı olan ve savaş açan bir siyasetçidir. 

Böyle birinin aday olarak gösterilmesi, Milli Görüşçüleri-Müslümanları çok şaşırtmıştır.

Sorarım size, düne kadar bambaşka bir istikamette olan bir siyasetçiden ne beklenir? 

Belli olmaz, belki bir sonraki seçimde CHP listesinde görürüz Ozan Ceyhun’u…

Bu tepkiler yeni degil. Bundan iki sene önce AKP'de aktif olmaya başlarken bile AKP seçmeninden benzer tepkiler gelmiştir…

Ama aday listesine alınması bardağı taşırmıştır. Seçime ne gibi etkisi olur onu hep beraber göreceğiz…

Diğer dikkat çekici husus, Ozan beyin bu tepkilere sosyal medyadan verdiği karşılıktır;  Twitter hesabından Milli Görüş camiasından tepki gösterenlere cevaben şunları yazdı: 

"Bu arada adaylığım açıklandıktan sonra bana karşı hemen çamur kampanyası başlatan Paralel Yapı ve gezizekalılar da dik duruşumun kanıtıdır." 

Senelerdir Milli Görüşte hizmet veren değerli kişilere "paralel yapı” ve "gezizekalılar" olarak hakaret etmesi küstahlıktır..!

Ceyhun beyin duruşu dik duruş ise vay halimize..! 

Dik duruş sergileyen, gelen büyük tepkilere mantıklı-izanlı cevaplar verir/verebilir…

Daha dün İslam düşmanlığını tetikleyen bir siyasetçi, bugün paralel yapıya karşı mücadele edecekmiş! 

Haydi bakalim! 

Belki Türkiye’dekiler bu oyuna gelebilir ama Avrupalı Türkler yaptıklarını asla unutmadı/unutmayacak.

‘Avrupa’da İslam düşmanlığını tetikledi’ diyorsunuz, önemli bir iddia bu, biraz açar mısınız?

Ozan Ceyhun 1999 senesinde, ‘Allah adına siyaset’ adı altında bir kitap yayımladı. Bu kitapta, Milli Görüş hakkında olsun, Nurcular ve Süleymancılar olsun hepsini hedef aldı. Ve bilindiği gibi Ozan Ceyhun, Milli Görüş’ün yasaklanmasını dahi istedi. 28.12.2001’de Hürriyet gazetesinde, ‘Köktendinci din tüccarları’ yazan birisi bu kişi.

Ozan Ceyhun bir siyasetçi olarak, İslam düşmanlığının yayılması için çok gayret gösterdi ve başarılı da oldu.