Geçtiğimiz haftalarda bir televizyon kanalının düzenlediği
yarışmada başörtülü genç bir bayan hazırladığı “organik
hoşaf” projesi ile finale kaldı. Yarışma televizyonda
yayınlanıp halkın ve medyanın haberdar olmasıyla birlikte adeta bir
linç olayına şahit olduk.
Yarışmacı bayan hakkında alay edici, dalga geçen şeyler yazıldı,
söylendi. Sosyal medya bu konuyu diline pelesenk eyledi,
yarışmacının fikri ve aklıyla alay eden paylaşımlar
yapıldı.
Sonradan olayın o kadar basit olmadığı, organik
hoşafın hiç de alay edilecek bir yönü olmadığı tam aksine
projenin bir altyapısı olduğu ortaya çıktı ama artık olan olmuştu.
Söylenen sözler, yazılan yazılar bir linç vakası olarak
tarihteki yerini aldı.
Ben bu yazımda olayın ne kadar ilmi olduğundan, yarışmacı
bayanın başörtülü olup olmamasından bahsetmeyeceğim. Çok daha acı
ve elim bir olaya dikkatleri çekmek istiyorum.
Maalesef toplum olarak olaylar karşısında çok yüzeysel
davranıyoruz. Ya çok önyargılı davranıyor veya çok duygusal
yaklaşıyoruz. Genellikle de sonuçları çok kırıcı ve üzücü oluyor ve
hatta telafisi imkânsız oluyor…
Zannederim hiç sorulmadı ama ben şöyle bir soru sormak
istiyorum:
Bütün yazılıp çizilenlerden, hakaretvari sözlerden o genç kız
psikolojik olarak nasıl etkilendi?
Büyük bir özgüvenle çıktığı yarışma sonucunda özgüveni hâlâ
yerinde mi?
Özgüven katili bir toplum olduk
El çizgilerinden karakter ve yetenek analizi yapan bir dostumun
yaşadığı bir olay aslında temas etmek istediğim konuyu bütün
çıplaklığı ile ortaya koyuyor.
Arkadaşım, karakter analizi yaptığı kişiye şunu söyler:
“Sizde aslında büyük bir ticari yetenek varmış ama maalesef
özgüveniniz olmadığı için bu yeteneğinizi
kullanamamışsınız.”
Bunu söylediğinde muhatabı şu cevabı verir: “Ben özgüvensiz
olmayayım da kim olsun. Evet, bende bir ticari yetenek vardı, hatta
bu yeteneğim çocuk yaşlarımda da kendisini gösteriyordu. Bir gün
babama dedim ki: ‘Baba, buradan bir tarla alalım, buralar ilerde
çok değerlenecek.’ Bunu söylememle birlikte babamdan şaplağı yemem
bir oldu. ‘Bacak kadar boyunla bana akıl mı veriyorsun kerata.’
Aynı şekilde ağabeylerim de beni hiç kaale almazlar hep
küçümserlerdi. Ben de bir müddet sonra vazgeçtim. Ben özgüvensiz
olmayayım da kim özgüvensiz olsun”
Evet, başta anne-babalar olmak üzere adeta birer özgüven
katili topluma dönüştük.
Birisi farklı bir şey yapmaya görsün hemen başlıyoruz
aşağılamaya, dalga geçmeye. Veya “Sen küçüksün,
yapamazsın” “Senin aklın yetmez böyle şeylere”
diyerek küçümsüyoruz çocuklarımızı.
Bu sadece çocuklarımız için geçerli değil. Bizden olmayan,
farklı düşünen kişileri de değişik saiklerle linç ediyoruz.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce kansere çare bulduğunu söyleyen
Ziya Özel’e de değişik gerekçelerle toplum olarak linç
kampanyasında bulunmuştuk. O da gitti projesini başka bir
ülkede gerçekleştirdi.
Toplum olarak sürekli girişimci yokluğundan şikâyet
ediyoruz. Oysaki ihtiyacımız olan girişimcileri daha çocuk
yaşta kendi ellerimizle katlediyoruz.
Kendince çok güzel resim yapan çocuğun resmini küçümsüyor,
sesinin güzel olduğunu düşünerek şarkı söylemeye çalışan küçüğü
susturuyoruz. Sesini kestiğimiz, resmini beğenmediğimiz çocuğun
ruhunda yol açtığımız depremlerin farkına bile
varmıyoruz.
Oysa hiç de zor değil bir “aferin” ile taltif etmek,
“bravo” diyerek takdir etmek. Bu basit işlemi
yaparak topluma nice güzel değerleri kazandırmış
olacağız.
Gelin toplum olarak bir seferberlik
başlatalım.
Bizden olmasa da, aklımıza yatmasa da “üreten”
insanları anlamaya, takdir etmeye çalışalım.
Evet, eleştirelim, kendi fikrimizi söyleyelim ama
“özgüven katilliği” yapmayalım. Unutmayalım ki
bugün yaptığımız hatalar ileride sonuçları daha ağır olarak bize
geri dönecektir.
SOSYAL MEDYADA TAKİP İÇİN: