Oğlundan Kurtulmuş'u kahreden sözler!
Abone olNuman Kurtulmuş, siyasete dalınca evi unuttu. İstifa sonrası küçük oğlu Emir'den öyle bir söz işitti ki, ünlü siyasetçinin içine yer etti.
12 yıl boyunca hiç eve uğramadığını söyleyen Numan
Kurtulmuş, istifa sonrası ev işlerine yönelince küçük oğlundan ağır
bir laf işittiği ortaya çıktı. "Hakikaten çok
ağırıma gitti" diyen Kurtulmuş, oğlunun kendisine ne söylediğini
açıkladı:
"Zaten sen benim hangi işimle ilgilendin ki, şimdi niye
böyle ilgileniyormuş gibi yapıyorsun?"
Yeni partiyi Ekim sonuna yetiştirmeye çalışan Kurtulmuş, nasıl bir
siyaset izleyeceklerini Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay'a
anlattı.
Şu ana kadar kaç il başkanı sizinle beraber istifa
etti?
Dün akşam (6 Ekim) itibariyle zannediyorum 52-53 il başkanı.
İlçelerden, belediye başkanlarımızdan, belediye meclis
üyelerimizden de yoğun istifalar oluyor.
Beş günde (Kurtulmuş, 1 Ekim’de SP’den istifa etti) bu
kadarını bekliyor muydunuz?
Açıkçası bu kadar hızlı bir şekilde bu sürecin gelişeceğini ben de
tahmin etmiyordum, ama sanırım iki şey çok etkili oldu: Birincisi
tüm olaylar çok açık bir şekilde yaşandı ve herkes bizim haklı
olduğumuzu gördü. İkincisi biz de bu süreci hiçbir sözü gizlemeden
bütün arkadaşlarımızla paylaştık. Ne karar aldıysak hep birlikte,
konuşarak, kendilerine danışarak aldık.
Biz Fatih Erbakan’ın “Tabanları yok” sözüne de örgütlerde
büyük tepki olduğunu duyduk?..
Onu sanırım istifa eden arkadaşlara sormak lazım.
Peki, bundan sonrası ne olacak? Evet tamam, sizin hep bir
“pergeli açma” anlayışınız olduğunu biliyoruz. Bugüne kadar parti
içinde engelleriniz olduğunu da anlıyoruz. İstifa sürecinde mağdur
taraf da siz görünüyorsunuz, fakat siyaseten gerçekten ne
yapacağınızı görme vakti de galiba. Yani hiçbir bahane kalmadı
artık şu anda.
Evet.
YENİ BİR ADRES
Çünkü bir anlamda bütün yüklerinizden kurtuldunuz ve ne
yapacağınızı asıl şimdi göreceğiz. Peki ne
yapacaksınız?
Şimdi tabii öyle görünüyor ki çok hızlı bir şekilde partileşme
sürecini tamamlayacağız. Bunu yaparken de bizimle birlikte şimdiye
kadar yol almış arkadaşlarımız elbette bu sürecin içerisinde
olacak, ama bunun dışında bizim ortaya koyduğumuz siyasi görüşleri
benimseyen toplumun bütün kesimlerini de bundan sonraki siyasi
yürüyüşümüze davet edeceğiz. Biz yeni bir adres tanımlıyoruz, ki
aslında Saadet Partisi içerisinde de bunu yapmaya çalıştık.
Nedir o “yeni adres” tanımı?
Yeni adresin dört tane temel nirengi noktası var: 1- Biz yerliyiz.
Yani ayakları Anadolu ve Trakya toprakları üzerine basan bir
çözümden yanayız. Dünyadaki bütün gelişmeleri takip ediyoruz, dünya
gerçekleriyle uyumluyuz, ama Türkiye’nin ihtiyaçlarını önceleyen
bir siyaset anlayışına sahibiz. 2- Biz antiemperyalistiz.
Türkiye’nin belli boyunduruklar altına alınmasına rıza
göstermiyoruz. 3- Biz bir grubun, bir cemaatin, bir kesimin değil,
bütün Türkiye’nin partisi olacağız. 4- Biz maneviyatçıyız. Bunu
sadece dindarlık anlamında söylemiyorum. Kamu işlerinde, millet
yönetiminde hassas olan bir anlayışı, bireysel ahlâkın ötesinde bir
“sistem ahlâkı”nı kastediyorum.
Bunlar temel noktalarımız. Bir de vaatlerimiz var. Biz insanlara
sadece üç şeyi vaat ediyoruz: 1- Özgürlük. 2- Adalet. 3- Hakça bir
paylaşım, refahtan pay alma.
Ayrıca biz şu üç şeyi de asla yapmayacağımıza söz veriyoruz: 1-
Firavunlaşmayacağız. Yani gücü eline geçirdiği zaman insanlara
zulmeden, baskı yapan despotlar olmayacağız. 2- Karunlaşmayacağız.
Yani kamu kaynaklarını, yönetimin imkânlarını kullanarak milletin
malıyla mülküyle haksız yere zenginleşmeyeceğiz. 3-
Belamlaşmayacağız. Belam, burada firavunun ve Karun’un zulmüne
karşı dini meşruiyet sağlamaya çalışan, dini yanlış politikalarına
alet eden şahsı sembolize ediyor.
Biz bu üçünü asla yapmayacağız, ki zaten Türkiye’nin bugünkü
ihtiyacı da bu.
Peki, tabanınız kim olacak? Anlaşılan bütün Türkiye’den oy
almayı hedefliyorsunuz, ama çekirdek tabanınız kim? Eski Saadet
Partililer mi? AKP’den mutsuz olanlar mı? MHP, BBP tabanı
mı?
Bizim çekirdek tabanımız belli bir ekonomik kalkınma sağlanırken
unutulanlar, mazlum bırakılanlar, mağdur edilenler, bir de çok
güzel bir tabir var, madunlar*... Yani toplumun bütün kenarda
bırakılmış olanları. Hiçbir şekilde gelişmelerden pay alamayanlar.
Haksızlığa uğrayanlar. Bütün bunların hepsi bizim ilk planda
etrafımızda olacak, beraber siyaset yapacağımız insanlardır.
Yani siz de mi varoşlara ineceksiniz?
Bu ülkede sadece varoşlar değil ki haksızlığa uğrayanlar...
Unutulanlar var. Özgürleşme talebi içerisinde olanlar var. Adalet
isteyenler var. Ekonomik gelişmeden hakça pay almak isteyenler var.
Onların hepsinin adresi biz olacağız.
Tabii bu arada muhafazakârlığın da...
Ben “muhafazakâr” lafını politik olarak çok sevmiyorum. Çünkü
muhafazakârlık biraz da tutuculuktur, bir şeyi muhafaza edendir.
Oysa biz geniş kitlelerin muhafaza edeceği çok matah bir durumda
değiliz ki bunu muhafaza etmeye çalışalım. Yoksulluğu mu muhafaza
edeceğiz? Gelir dağılımındaki bu kadar büyük adaletsizlikleri mi
muhafaza edeceğiz? Dolayısıyla muhafazakâr lafından ziyade
“maneviyatçı” sözü daha doğru bir ifade. Yani kendi değerleriyle
barışık, ama bunu da sadece çok katı bir dindarlık üzerinden değil,
genel sistem ahlakı üzerinden geliştiren bir söylem.
SEÇİME YETİŞECEĞİZ
Seçime yetişebilecek misiniz?
Yetişeceğiz. Önümüze gün
gün takvimimizi çıkardık, zannediyorum önümüzdeki bir ay içerisinde
bu süreci tamamlayacağız.
Toplumda bir karşılığı olan, yeni isimler olacak mı
partide?
Tabii, çünkü adalet duygusu yüksek olan herkes bizim doğal
müttefikimizdir. Dolayısıyla çok geniş isimlerle görüşmelerimizi
yapacağız, partiyi bu arkadaşlarımızla kuracağız. Yani “Buyurun,
burada bir parti kurduk, siz de gelin” demeyeceğiz, “Buyurun,
partimizi beraber kuralım” diyeceğiz.
Mesela bazı eski ANAP’lılar gibi mi? Yıpranmamış, ama bir
süredir kenarda kalmış isimler...
Olur, tabii zaten ona özellikle dikkat edeceğiz. Milletle organik
bağı olan, Türkiye’nin ihtiyacı olan hukuki ve siyasi reform
süreçlerini benimsemiş, bireysel hayatında hakikaten düzgün olan
eski isimler olabilir.
Siz merkez sağ mı olmak istiyorsunuz?
Ben merkez sağ, merkez sol sözleriyle sınırlanmayı yanlış
buluyorum. Biz Türkiye’nin siyasal merkezini inşa etmek zorundayız
diyoruz ve önümüzdeki boş olan alan da zaten burasıdır.
Ama ne diyeceğiz size; merkez sol demeyeceğimize
göre?
Demeyeceğiz; merkez sağ da ve sol da demeyeceğiz; milletin partisi
diyeceğiz.
Mesela “SP’den daha liberal, AKP’den daha maneviyatçı” mı
diyeceğiz?
Bunlar hep görece tanımlar olur. Oysa ki masa başında parti
kurulmaz. Bir siyasi hareketin gücü toplumda bulduğu karşılıkla
alâkalıdır. Biz de ona bakacağız.
Tamam, ama siyasi yelpazenin neresinde olduğunuzun da bir
adı gerekiyor?
Evet, ama bunu bu Türkiye’de yapmak artık imkânsız. Çünkü maalesef
Türkiye’de 12 Eylül ve 28 Şubat süreciyle birlikte geleneksel
siyasi damarların hepsi tasfiye edildi ve Türkiye’de siyaset uzun
bir süredir geleneksel tanımların dışına çıktı. Ayrıca dünyadaki
gelişmeler, Türkiye’de son 10 yıldır uygulanan neoliberal tezler de
kim muhafazakâr, kim liberal, kim solcu, kim sağcı, kim milliyetçi,
bütün bu tanımları anlamsız hale getirdi.
Mesela kendisine liberal diyen birisiyle karşılaşıyorsunuz, ama
adam diyelim ki Kürtlerin hakları, başörtülü insanların hakları
veya sendikal örgütlenme hakları söz konusu olduğu zaman “Hayır, bu
devirde bu haklar konuşulmaz” diyor. O zaman sen ne biçim
liberalsin.
Diğer taraftan bakıyorsunuz, kendisini muhafazakâr olarak
tanımlayan birisi “Biz” diyor, “Dünyanın büyük güçleri önünde
onların dediklerini yapmazsak ayakta duramayız. Memurumuzun maaşını
bile veremeyiz. Türkiye darmadağınık olur” diyor. Muhafazakârlığın
şartı Allah’tan başka kimsenin önünde diz çökmemek ise sen ne biçim
muhafazakârsın?
Milliyetçiyim diyene bakıyorsunuz, kendisine dışarıdan dayatılan
ekonomi politikalarının içerisinde bulunmaktan hiçbir şekilde
sakınca görmüyor. Solcuya bakıyorsunuz özgürlükler konusunda
statüko karşıtı taleplere bile kuşkuyla bakıyor.
Dolayısıyla bunların hiçbiri artık Türkiye’yi taşımayan etiketler
ve biz de kendimizi bu etiketlerle tanımlamak, bu yanlış tanımların
içine sıkışmak istemiyoruz.
O zaman mesela yeni partide belki eski ANAP’lı, DYP’li
isimler göreceğiz, ama belki eski CHP’li, DSP’liler de görebilir
miyiz?
Göreceğiz tabii ki, bu anlamda bir kısıtlamamız
yok. Eğer bu söylediklerimizle bir siyasal yürüyüşü
başlatabileceksek, zaten bu insanlar da zannediyorum ki bu
yürüyüşün ortakları olacaklardır.
Daha liberal bir bakış açısı yani?
Liberallikten kasıt fikri ve siyasi özgürlükler anlamındaysa, evet.
Ama neoliberal iktisat tezleri ise, onları benim savunmam asla
mümkün değil.
* Madun, en sade tanımıyla “alt aşamada bulunan”, “ast” demek.
Terimi ilk kullanan ünlü Marksist kuramcı Gramsci. Hintli tarihçi
Ranajit Guha da “Madun Çalışmaları” (Subaltern Studies) grubunun
kurucusu.
KİMLERLE İTTİFAK YAPACAK?
[PAGE]
KİŞİLERLE DEĞİL, FİKİRLERLE İTTİFAK YAPARIM
Biz de malum tabiri kullanacak olursak, sizin okyanus
ötesine Mavi Marmara olayı sırasında, yine kendi üslubunuzla, ama
sert bir tepkiniz olmuştu. O tepkiniz anlık ve sadece o olaya mı
mahsustu, yoksa süren bir tavrınız var mı?
Şunu çok net söyleyeyim: Bizim meselemiz üzüm yemek, bağcıyı dövmek
değildir. Bu anlamda kategorik olarak Türkiye’de hiçbir toplumsal
kesime karşı olmayız, hiç kimseye bu anlamda mesafeli olmayız.
Temel parametreler etrafında biz herkesle oturur, herkesle fikir
alışverişinde bulunuruz.
İttifaklar yapar mısınız?
Ben ittifakları
kişiler ve gruplar üzerinden kurmak yerine fikirler, programlar ve
projeler üzerinde yapmayı daha doğru bulurum.
“Program ittifakı” derken?
Yani zoraki seçim ittifakları yapmak yerine, aynı programları
uygulayacaklarını açıklayan partilerin seçim öncesi bir koalisyon
gibi program ittifakı kurmaları, ama tabii bu dediğimin bugünkü
koşullarda Türkiye için oldukça ileri bir talep olduğunun da
farkındayım, bunu sadece öteden beri savunduğum bir ilke olarak
söylüyorum.
Mesela AK Parti’yle bir program ittifakı yapar
mısınız?
Hayır, ben asla herhangi bir reel politikle,
şu andaki Türkiye’nin günlük politikasıyla ilgili bir şey düşünerek
söylemiyorum bunu, yıllardır söylüyorum. Bunu Türkiye demokrasisini
güçlendirecek bir araç olarak söylüyorum, o kadar.
Peki acaba 2011’de Meclis’e girmek sizin için her şeyin
önüne alınmış bir hedef mi, yoksa önce hedef partiyi oturtmak
mı?
Öncelikli hedef milletin sahiplendiği, başrolünü milletin oynadığı
bir siyasal hareketin inşasıdır. Bunu yaptıktan sonra zaten gerisi
gelecektir ve bu 2011 seçimlerini es geçen bir hedef de değildir.
Eğer milletin bize şu ana kadar gösterdiği ilgiyi bir siyasal
hareket haline dönüştürebilirsek 2011 seçimlerinin iddialı
partilerinden biri olabiliriz.
BU KOMPLO OLMASAYDI SP BARAJI ÇOK RAHAT AŞARDI
İstifa ettiğinizden beri AKP’lilerden hiç “Olacağı buydu” gibi
sözler duydunuz mu?
Bana doğrudan böyle bir şey söylenmedi, ama bu şekilde düşünen
AKP’li arkadaşların olduğunu biliyorum, ki başka arkadaşlarımıza
benzer görüşlerini ifade etmişler.
“Başbakan Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan” dendi bir ara;
olamaz mı?
O, Sayın Ali Bulaç’ın makalesinden esinlenilen bir husustur,
tamamen bir spekülasyondur.
Ve biraz da sizin referandumda “evet” diyeceğinizi
açıklamanızdan sonra?
O “evet” ayrı bir meseleydi. AKP değil, CHP tek başına iktidarda
olsaydı ve CHP bu paketi tek başına getirseydi, biz yine
tereddütsüz “evet” derdik. Buradaki evet AKP hükümetine, onun
icraatlarına bir evet değil, getirilen paketin muhtevasına verilmiş
bir evettir.
Referandumdan sonra ilk Anayasa Mahkemesi üyesi dün (6
Ekim) seçildi, ama bugün gitsek sorsak seçenler seçtikleri üyeyi
tanımıyordur, ismini dahi bilmeyenler vardır. Sizin “evet”
dediğiniz muhteva bu mu?
Bu bir adımdır. Ben bunun ideal olduğunu savunmuyorum. Referandum
maddelerinin her birinin kendi içinde taşıdığı eksiklikler var, ama
önceki yapıya göre bir ileri adımdır. Ümit ediyorum ki Türkiye çok
daha ileri adımlar atacaktır.
Peki, yine parti çalışmalarınıza dönersek, maddi kaynağınız
nedir?
Bu hiç düşünmediğimiz, üzerinde de hiç çalışma yapmadığımız bir
konu. Çünkü biz şuna inanıyoruz; bu millet inanırsa sırtındaki
ceketini çıkartır verir, destek olur. Bizim hiçbir zaman bu anlamda
milletten başka bir kaynağımız olmayacak. Arkadaşlarımız, bu işe
gönül verenler, onların katkılarıyla yolumuza yürüyeceğiz. Zaten
iki yıllık genel başkanlığımız süreci içerisinde inanır mısınız, o
kadar küçük kaynaklarla fevkalade büyük kampanyalar yaptık, ki biz
alışığız küçük bütçelere...
Para öbür tarafta kaldı diye düşünülüyor da...
Ama bereket de bu tarafta kaldı.
Saadet Partisi’nde böyle bir değişim olmasaydı sizce barajı
aşabilir miydiniz?
Yani Saadet Partisi sürekli yükseliyordu. Bu komployla karşı
karşıya kalmasaydık da çok rahatlıkla barajı aşacaktı.
Şimdi SP için bir tahmininiz var mı?
Hayır, hiçbir tahminde bulunmam.
AİLEM HEM ÜZÜLDÜ HEM DE RAHATLADI
SP’den istifanız evde hayatınızı nasıl değiştirdi; eşiniz,
çocuklarınız nasıl karşıladı?
Açıkçası tabii bir üzüntü oldu. Çünkü yıllar boyu bir sürü emek bir
sürü çaba... 12 yıl içerisinde eve hiç uğramadan siyaset yaptım.
Çocuklarımızın, özellikle de Emir’in, İsmail’in büyümesini hiç
görmedim. Zaten geçenlerde bir mesele oldu, Emir’in bir işiyle
ilgilenmeye çalıştım, 15 yaşında bizim en küçüğümüz Emir, “Baba ya”
dedi, “Zaten sen benim hangi işimle ilgilendin ki, şimdi niye böyle
ilgileniyormuş gibi yapıyorsun?” dedi.
Ağır bir lafmış...
Çok ağır bir laf, hakikaten çok ağırıma gitti, çünkü haklı. Biz
hakikaten böyle siyaset yaptık ve Allah şahit ki her günümüzü acaba
millete nasıl hizmet ederiz diye geçirdik. Dolayısıyla bunun
sonunda böyle bir süreçle muhatap olmak tabii ki ailemizi üzdü, ama
bir anlamda da bir rahatlama oldu tabii. Bundan sonra da belki
yüklerimizden kurtulmuş olarak, bizim neden olmadığımız yanlış
algılamalardan, stresten kurtulmuş olarak daha doğru, daha kendi
inşa edeceğimiz bir projeyle şimdi karşı karşıyayız.
Evinizde bunun heyecanı var mı?
Onun heyecanı hepimizin üzerinde var. Sağ olsun Sevgi Hanım da
yıllardır alışkın olduğu için şimdi daha zor bir sürece girdiğimizi
biliyor. Ama çok zevkli, inşallah çok keyifli olacak.