Öcalan aslında Kemalist'miş!
Abone olPKK'yı Kuvayi Milliye'nin Kürt versiyonu olarak tanımlayan Akın Ünver Öcalan'ın aslında Kemalist olduğunu söyledi.
Dr. Akın Ünver Öcalan’ın
konuşmalarına baktığınızda, prensipte ağır Kemalist birisi olduğunu
söyleyerek şimdi ise Milli Görüş'e yakın söylemler içerisinde
olduğunu iddia etti.
Dr. Akın Ünver, PKK'yı ve Abdullah Öcalan'ın 21 Mart mesajını Milliyet gazetesinden Zeynep Miraç'a değerlendirdi.
Dr. Ünver, Öcalan’ın 21 Mart’ta yayımladığı mesajda Kemalist vurgular olduğunu söyledi. Öcalan’ın Kemalizm’in metodolojisini kullandığını anlatan Ünver, ‘Türk’ü çıkarıp yerine Kürt’ü koyuyor’ dedi. Öcalan’ın mesajındaki din vurgusunu ise ‘Milli Görüş’ün söylemi olarak niteleyen Dr. Ünver, ‘Bu meselenin İslam ekseninde çözülmesi, Türk-Kürt ayrımının olmaması anlamına gelir’ diye konuştu.
Dr. Akın Ünver, 1982 doğumlu, çok genç bir siyaset bilimci.
Bilkent Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler okudu, yüksek
lisansını ODTÜ’de Avrupa Çalışmaları üzerine yaptı. Doktorasını
İngiltere’de, Essex Üniversitesi’nde “Kürt Sorununu
Tanımlamak” teziyle tamamladı. 1990-99 arasında
TBMM-Avrupa Parlamentosu-Amerikan Kongresi üçgeninde Kürt Sorununun
dile getiriliş yollarını analiz ettiği bu tez, ona Malcolm Kerr
Sosyal Bilimler Ödülü’nü kazandırdı.
Önce Michigan Üniversitesi, sonra Princeton Üniversitesi’nde
Türkiye ve Ortadoğu siyasal tarihi üzerine dersler veren Ünver,
geçen yaz Türkiye’ye döndü. Şimdi Kadir Has Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi. Hem Türk hem de
Kürt siyasetinin söylemleri üzerinde çalışmış olan Dr. Akın Ünver,
PKK’yı ve Abdullah Öcalan’ın dilini tarihsel süreç
içinde değerlendirdi.
Dr. Akın Ünver, PKK’yı ve Abdullah Öcalan’ın
dilini tarihsel süreç içinde değerlendirdi.
* PKK’nın tarihine, söylemlerine hakim biri olarak
Abdullah Öcalan’ın tutanaklardaki sözlerine ya da Newroz metnine
baktığınızda farklılıklar görüyor musunuz?
- Ben yurtdışında doktora yaptığım için Öcalan’ın önceki
konuşmalarını da okudum. Türkiye’de yasaktır, bulamazsınız. Oysa
İngiltere’de bir kamu kütüphanesine gittiğinizde PKK
kongrelerindeki konuşmalarına kitaplaştırılmış şekilde ulaşırsınız.
Öcalan’ın 21 Mart’ta söylediği şeyler, geçmişte söylediklerinden
çok farklı değil. Tek farklılık, İslam vurgusu. Ana metin; Kemalizm
dediğimiz, 1921-24 Anayasası’nın ruhunu anlatan bir metin. Orada
göçmenler tarafından kurulan bir devlet var. Balkan ve Kafkas
göçmenlerinin son vatan olarak kabul ettikleri bir coğrafyayı,
sosyal olarak mobilize ederek, dışarı karşı bir direniş göstererek
yeni bir devlet kurma meselesi... 1921-24’e, yani bu ittifakın
kurulmasındaki ilk senelere baktığınız vakit, Türklük tanımı daha
coğrafi ve anayasal. Kendini Türk kabul eden, Türkçe konuşan ve
Türkiye sınırları içerisinde yaşayan herkes Türk’tür anlayışı var.
Etnik kökene dayalı değil; zaten hiçbir zaman olmadı. Devletin bunu
yorumlama modeli özellikle de 80’lerden sonra değişti.
KEMALİZM'İN YANSIMASI
* İslam vurgusu yeni dediniz. Daha önce hiç mi bu söylem
yok, yoksa bu derece yoğun mu değil?
- PKK, hepimizin ağzına pelesenk olduğu gibi Marksist Leninist bir
örgüttür; bu bağlamda dinin kitlelerin afyonu olduğunu düşünür.
Milliyetçilik, laiklik ve Marksizm, imparatorluktan modern temsili
sistemlere geçiş dönemindeki ülkelerin sosyolojisini açıklayan
kavramlardır. PKK, Kemalizm’in aynadan yansımasıdır.
* Nasıl bir yansıma?
- Cumhuriyetçi, temsili sisteme dayanıyor, popülist, laik. Ve çok ciddi şekilde dinin sadece devlet işlerinden değil, sosyal alandan da marjinalize edilmesine inanıyor. Kemalizm, dinin cumhuriyet devrimini yapmasına engel olduğunu düşünür. Burada da sosyalist devrimi engelleyen bir afyon olduğu düşüncesi var. Dolayısıyla PKK’nın Türkiye’nin bugüne kadar çözemediği tek mesele olmasının sebebi de bu. PKK, Türkiye’yi kuran ideolojinin ters yüz edilip aynadan kendisine bakmasıdır. Bir anlamda Kuvayi Milliye’nin Kürt versiyonudur. Paramiliter, kendi içerisinde milliyetçi. Kemalizm sol başlayıp sağa giden bir ideoloji oldu. PKK ise 1920’lerdeki Kemalizm’in 80’lerde çok farklı bir şekilde devam etmesi. Öcalan’ın konuşmalarına baktığınızda, prensipte ağır Kemalist birisi. Ama metodoloji olarak Kemalist.
Türk yerine Kürt’ü koydu
* Ne demek metodoloji olarak Kemalist?
- Bütün Kemalist yapıyı, altı oku alıp, Türk’ü çıkarıp yerine
Kürt’ü koydu. Bu açıdan Öcalan’ın bugün devletin noktasına
gelmesini sürpriz olarak karşılamıyorum.
* Sizin Kemalist tanımladığınız PKK’nın bugün AK Parti
ile yola çıkması ve CHP’nin dışarıda kalması çelişik mi yoksa,
benzer kutupların birbirini itmesiyle mi
açıklarsınız?
- Birbirlerini itmesi olarak açıklarım. Çok iyi işleyen bir araba
düşünün. İki sürücüsü var. Biri Türk, Kemalist, laik anlayışla
sürüyor. Ötekisi de Kürt milliyetçiliği, sosyalizm anlayışıyla.
Aynı metodu farklı sürücüler kullanıyor ve birbirlerini itiyorlar.
Aradaki Ak Parti gibi çok esnek, akışkan, kolayca söylem
değiştirebilen bir parti ikisi arasındaki ilişkileri
düzenliyor.
* Öcalan’ın bugün İslam konusuna vurgu yapması ve ümmet
ruhundan hareket etmesini neyle izah ediyorsunuz?
- AK Parti ile arasındaki ilişki. 21 Mart’taki metin, 1990’larda
TBMM’de Refah Partisi milletvekillerinin söyledikleriyle aynı.
Milli Görüş söylemi bu: Bu meselenin İslam ekseninde çözülmesi,
zaten Türk-Kürt ayrımı olmaması, Türklük ana karakter olduğunda
çatışmanın çıkması ama İslam dediğinizde çatışmanın yok olacağı...
Bunun yanında Abdüllatif Şener’in Refah Partisi milletvekili iken
söylediği bir cümle var: “Terörü İmam Hatipler mi yarattı? Sizin
laik okullarınız yarattı”. Bölgeye İmam Hatip okulları kurulursa,
köy korucuları ya da ağalar yerine devlet dini liderlere yönelirse
sorunun çok net çözüleceği fikriyatı, 1990’ların Refah
Partisi-Milli Görüş söylemidir.
* Böylece Öcalan, Kemalizm’den Milli Görüş’e geçtiğini
mi söylüyor?
- Öcalan diyor ki, ben bunu Recep Tayyip Erdoğan modeliyle
çözeceğim. Öcalan aslında Ankara Üniversitesi’ndeyken dindar
birisi, namazında niyazında biri olarak bilinir. Sonrasında
70’lerin sağ-sol radikalizasyonunda, Marksist Leninist ideoloji
içerisinde “Ben dindar olabilirim ama bir sosyal hareket
yapacaksak din bunu pasifize eder” düşüncesi geliyor.
80’lerin sonuna doğru, PKK kendisini güçlü hissettikçe minarelere
roket atmaya başlıyor. Mecliste Refah Partisi “18 minare yıkmışlar”
diyor. Hükümet de “Minare yapılır, asıl okul
basmışlar” diye cevap veriyor. PKK’nın camiye yaptığı
saldırı, okula yaptığı saldırıdan büyük müdür tartışması var o
dönemde...
Öcalan şu anda diyor ki, Erdoğan’la benim aramda ortak bir anlayış
var. Ve bu yöntemle Ak Parti seçmenini ikna etmeye çalışıyor.
Böyle bir süreçten geçen ülkenin vatandaşı sinirlidir
* Sizin çalışma konularınızdan biri de çatışma
durumlarında insanların verdiği tepkiler. Bu açıdan bakınca
toplumun psikolojisini nasıl görüyorsunuz?
- Araştırmalarımda dikkatimi çeken bir şey var. Bölgeye gitmemiş,
orada kalmamış, günlük bazda bir Kürt vatandaşla iletişim içine
girmemiş olanların o bölgenin verilmemesine dair direncinin çok
daha yüksek olduğunu görüyoruz. Hiç gitmemiş, git deseniz gitmez,
ama “orası bizim” gibi bir algısı var. Bu bir mülkiyet. Bazı
insanlar devlet, bayrak, millet, marş, ant gibi şeyleri kabul
ederken kişiliğinin bir parçası olarak kabul ediyor. Onlarla ilgili
herhangi bir modifikasyon, benlik kaybı ya da şahsiyet değişimi
gibi algılanıyor.
* Böyle bir psikoloji nasıl yönetilir?
- Barış sürecinden geçen ülke vatandaşı tanım olarak sinirlidir, bir şeylerin kaybedildiğini düşünüyordur. Dost dediği düşman, düşman dediği dost, kötü dediği iyi, iyi dediği kötü oluyor. Zor bir psikoloji bu. Burada yapılması gereken şu. İlçe ve köy teşkilatlarında yerel forumlar kurulmalı. İnsanlar orada bütün fikirlerini, öfkelerini, tepkilerini dile getirmeli. Ki içlerinde biriktirip sonra daha radikal bir biçimde ortaya koymasınlar.
* Geçen hafta öfkelerini MHP’nin Bursa mitinginde “Vur
de vuralım” sözleriyle dile getirenler oldu...
- Kürt sorununu şiddetle çözmek istiyorsanız, bu denendi. Gaz
saldırısı planına kadar denendi, en sonunda yapılmadı. Biz kuvvet
olarak yapacağımızı 90’larda yaptık, onun için TSK içerisinde
“Artık bu böyle olmuyor” diyen bizzat Hilmi Özkök oldu. Ordunun
içinde “Sorun böyle çözülmüyor, halkı ikna edecek bir hükümet
lazım” cümleleri geldi önce. Demokratik çözüm fikri oradan çıktı ve
daha sonra Ak Parti’ye geçti. Ama ordu içinde bir kitle tabii ki
çözüm istemiyor, doğası itibarıyla böyle.
Çözüm türkiye’yi çok uzun sürecek
şekilde rahatlatacak
‘Önemli olan barış sürecini yönetenler
arasındaki güven!
* Tezinizde Kürt sorununu tanımlamanın öneminden söz
ediyorsunuz ve ortaya yedi tanım koyuyorsunuz: İnsan hakları,
demokratikleşme, aşırı güç kullanımı, güvenlik-terör, bölgesel
kalkınma-eğitim, etnik-kültürel gerilim, karanlık dış güçler. Şu
anda çözümün bu yedi tanımı da kapsadığını düşünüyor
musunuz?
- Çözümün bu yedi tanımın da farkında olduğundan eminim. 1990-1999
arasına odaklanarak, Kürt meselesi dediğimiz şeyin en hararetli
olduğu on seneyi alarak, TBMM-Amerikan Kongresi-Avrupa
Parlamentosu’ndaki bütün konuşmaların ve raporların karşılaştırmalı
olarak söylem analizini yaptım. Üç mecliste de insanların Kürt
meselesine aynı söylemsel çerçeveden baktığını gördüm. Bu yedi
tanım buradan çıktı. Amerika’daki Cumhuriyetçi Kentucky temsilcisi
de, demokrat Connecticut temsilcisi de, Yeşiller grubu üyesi de
benzer söylemlerle konuşuyor.
* Aynı söylemlerle konuşmaları bize ne söylüyor?
-İlginç bir şekilde şunu anlatıyor: Çatışmalara bakışta
kültürel olarak fark yok. Yani siyasetin dili tek. Büyük ihtimalle
aile içinde çok farklı tartışıyorlar, ama meclis ortamında siyasal
söylem üzerinde kültürel fark neredeyse yok.
* Bu tespit, bize çatışma çözümüne dair ipucu veriyor
mu?
- Bir çatışmayı çözeceğimiz zaman insan hakları, eğitim ya da
yatırım ya da güvenlik boyutları aynı anda olmalı. Her tarafta
farklı çıkar ve perspektif gruplarının olduğu muhakkak. PKK bir PKK
değil, içinde en azından üç farklı ideoloji var. Onun için
Karayılan silah bırakmak istemeyen komutanlara işaret ediyor.
PKK’nın içerisinde emir komuta problemleri sıklıkla oldu. Türk
ordusu içerisinde de böyle meseleler oldu. Farklı paralel asimetrik
gruplar kuruldu. Bunlar bağımsız hareket ettiler, kendi ajandaları
oldu.
* Bu gruplaşmalar, iki taraf için de güven boşluğunun
kaynağı. Çatışma kültürüne göre böyle koşullarda güven nasıl tesis
edilir?
- Belli sembolik kişiler arasında oluşturulan güvenle başlar. Akil
adamlar değil, siyasi sembollerden söz ediyorum. Karar
vericilerden. Bu kişiler arasında oluşturulan güven daha sonra
sürece yansıyor. Sokaktan standart bir Türk ve Kürt vatandaş
arasında güven sorunu olduğunu zaten düşünmüyorum. Bir siyasi barış
sürecinden bahsederken, önemli olan süreci yürütenler arasındaki
güvendir. Şimdi Başbakan’ın başkanlık hayalleri içerisinde barış
gerçekleşiyor diyorlar. Gerçekleşsin, dert o değil. Başkan
seçilirse de belli bir süre başkan seçilecek. Ama bu süreç
çözülürse, Türkiye’yi Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığından çok
daha uzun sürecek bir şekilde rahatlatacak. Hem liderlerin çok
büyük siyasi çıkar karşılığında böyle girişimlere başlaması çok
normal. Bu Bask örneğinde de var, İrlanda’da da, Kolombiya’da da.
Siyasi lider, işin içinde çok büyük bir getiri yoksa zaten böyle
bir riskin içine girmez. Bunlar dert değil. Her iki tarafta da en
büyük engel kibirdir. Güvenin önündeki en büyük engel odur.
KORKU İDEOLOJİYİ ETKİLİYOR
“Tehdit algısı konusundaki çalışmaları takip ediyorum. Stanford Üniversitesi’nde çok ses getiren bir araştırma yapıldı. Çok geniş bir kitle üzerinde beyin dalgaları ölçüldü. O insan neden korkuyorsa -örümcek, yılan ya da başka bir şey mesafe olarak ne kadar uzaktan yakına geldiğinde beyin dalgalarının korku belirtileri gösterdiğine baktılar. Ve bu insanların kendilerini siyasi olarak nerede tanımladıklarını sordular. Şöyle bir sonuç çıktı: Bir şeyden daha uzaktayken korkmaya başlayanlar, kendilerini daha milliyetçi ve muhafazakâr tanımlayanlar. Ancak önlerine geldiğinde korkanlar ise liberal ve demokrat tanımlayanlar... Buradan milliyetçiler daha erken korkar gibi bir sonuç çıkıyor. Ama tabii araştırmayı devam ettirmek lazım. Burada bir şeyi tehdit olarak görmekle siyasal tercih arasında bir bağlantı olduğu ortada.”